Bazen sigara içerken yanlışlıkla parmağına ateşi değer ve birden çekersin ya öyle düşün. Bir anlık o keskin acıyı dindirsin diye parmağını ağzına sokarsın ve geçer. İlk duyduğumda işte ben de öyle içime sokmak istedim Hediye Ataman’ı, acısını dindireyim yanıklarını söndüreyim diye.

Bir hafta önceydi, haberi okudum. Van’ın Erciş ilçesinde asker ve polisler bir eve baskın yapmış. Birkaç el silah sıktıktan sonra evi ateşe vermişler. Hediye Ataman evin içindeymiş ve ölmüş. İlk okuduğumda belki atılan kurşunlardan biri ona isabet etmiştir ve ani bir acı sonrası ölmüştür diye geçirdim içimden. Ama haberin detaylarına bakınca olayın öyle olmadığını, evi devlet tarafından yakılırken onun hala canlı olduğunu ve çığlıklarının dışarı taştığını öğrendim. Taş kesildim. Anlayamadım, algılayamadım. Devlet bunu yapabilir, yapar, biliyordum ama yine de kabul edemedim. Nasıl olur da bir insanı canlı canlıyakabilirlerdi. Duyup gelen akrabalarını da döverek gözaltına almışlar, yardım etmesinler diye.

Haber medyada bir göründü sonra hemen kayboldu. Medya dediysem ben deyim iki siz deyin üç haber ajansı en fazla. Diğerlerinin durduğu yerden her yakılan can “ölü ele geçirilen bir terörist”. Cizre’den sonra yazdıkları her şey sağır kulaklarda anlamsız bir çınlama sadece. Çünkü “Cizre” milattı hepimiz için.

Sonra yakanları düşündüm. Vatan millet “kurtaran” askerler, polisler. Geceleri nasıl uyuyorlar diye merak ettim. Hediye’nin çığlıklarıyla uyandıkları oluyor mu acaba? Yoksa yastığa beş kala uyuyabilen huzurlu insanlar mı bunlar? Çocuklarına sarılırken (ki hepsinin yeni doğmuş bebeği vardır!) ya da eşleriyle sevişirken (tesadüftür ki hepsinin karısı hamiledir!) öldürdükleri, yaktıkları, işkence ettikleri insanlar akıllarının bir köşesinde bile durmaz mı? Sabah fırına gidip sıcak ekmek kokusunu duyduklarında burunlarına yanık et kokusu gelmez mi birden bire?

Hediye Ataman’ın bir komşusu “bu devletin eline düşen iyi biliriz Kürt olduğu için hemen öldürülür” demiş. Keşke hemen öldürselermiş diye geçirdim içimden, kendimden nefret ederek. En azından acı çekmezdi. “Hala çığlıkları kulağımda” diyor bir akrabası. İnsan nasıl yaşar o çığlıkları duyduktan sonra? Nasıl nefret dolmaz içi, nasıl kin tutmaz yakanlara? Onların yerine koyamıyorum kendimi.

Hediye Ataman’ın devlet tarafından diri diri yakılması “haber”i bir iki gün yazılıp çizildi sonra konu kapandı. Bukadarmış haber değeri! Ne kadar basit ve kolay. O hem kadın hem Kürt, yani “terörist”. Ya ne olacaktı, her yeri yakıp yıkıp taş taş üstünde bırakmayacak mıydık? Kınadık, üzüldük, yeter, bitti.

Biz ki Cizre’de yüzlerce insan yakılırken kınayıp, üzülüp geçmiş insanlarız. Bu “biz”e herkesi, hepimizi dahil ediyorum. Bir Kürt kadını için mi çekecektik isyan bayrağını? Yapamadık, yapmadık.

Hediye Ataman. Adı unutulmasın diye tekrarlayıp duruyorum sürekli. Günlerdir aklımda bu isim, içim acıyor.

Devletin askeri ve polisi Hediye Ataman’ı diri diri yaktı. Hiç kimse yazmasa söylemese de bu unutulmasın. Yakılan bir insanın çığlıkları nasıl keskin olup yırtar her şeyi, çığlıkları hatırlansın.

Herkesi (en çok Kürtleri) tutuklayın, öldürün, işkence edin, nereye kadar? Bu ölümler ne zaman duracak?

Devletin dün tutukladığı Ahmet Türk’ün sorularını ben de soruyorum; “Ben içeri girmişim girmemişim ne olacak ki. Mesele bu kan nasıl duracak, o nasıl çözülecek, bu kan, bu kan nasıl duracak?”

Bugün 25 Kasım: Mirabel kardeşlerin tecavüz edilip öldürülmesi sonrası tüm dünyada kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak kabul edilen gün. Birçok şehirde basın açıklamaları, yürüyüşler yapıldı. Kadın örgütleri her yerde sokaktaydı. Ben kadınların dünyayı değiştireceğine inanan bir insanım. O kadın örgütleri ki malum koltuktaki kişi ne derse desin, tecavüz yasasını geri çektirecek bir mücadele sergilediler. Peki onlar neden görmedi Hediye Ataman’ı? Kürt diye mi? Devlet öldürdü diye mi? Hangi soru bu sessizliği karşılar bilmiyorum.

Sadece benim aklımdan çıkmıyor, sizin de aklınızdan çıkmasın istiyorum;

Bir kadın devlet tarafından diri diri yakıldı!

Adı Hediye Ataman!

Unutmayın!