17 Aralık’tan bugüne “Türkiye’yi sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonlar” üst başlığıyla ülkenin gündemi belirlenmiş durumda. Başlıklarda kullanılan “Türkiye’yi sarsan” ifadesi, operasyonların kamunun algısında şaşkınlıkla karşılandığı gibi bir sonuç çıkarılmasına sebep olabilir ancak ben insanların, bakan çocuklarından tutun yüksek diplomatlar ve iş adamlarına kadar uzanan “hırsızlık çetesi”nin yaptıkları karşısında çok şaşırdıklarını düşünmüyorum, zira hırsızlık denilen kavrama halk olarak “çalıyor ama, hizmet de yapıyor“ diye bakan bir toplamız genel olarak. Hükümet-Cemaat kavgası, paralel devlet çatışması… vs tartışmaları eşliğinde 21 Aralık gününe geldik. Henüz çalınan para demetlerine özlemle bakarken (bir tanesi bize yeter diyerek); çalanlardan bazıları, yargılandı, aklandı, serbest kaldı. Üstelik çaldıklarıyla kalmadılar, hırsızlığa mani olmaya çalışan ya da çalışabilecek birtakımları da işlerinden, koltuklarından ederek yaptılar bunu.

İktidarın bakanlık koltuğunda oturan 4 insan kendileriyle ve yakınlarıyla ilgili milyonlarca liralık hırsızlık suçlamaları yapılırken, ekranların karşısına geçmeyi hatta gezilere katılmayı da ihmal etmediler. Nerden çıktı şimdi bunlar, şimdiye kadar neredeydiniz edasıyla zamansız ve anlamsız bir biçimde hırsızlığın gündeme gelmesine kızdılar.

Oligarşik devlet elitleri arasında vukuu bulan bu kavga bizi ilgilendirmiyor mu peki? İlgilendiriyor elbet, Sayın Demirtaş’ın ifadesiyle, halen bu ülkede milyonlarca çocuğun ayağına giyecek ayakkabısı yoktur, ama 5 milyon doları ayakkabı kutusunda saklayan genel müdürler var. Milyonlarca yoksulun içindeki ayakkabıya dahi ulaşamadıkları kutularda birileri sayamayacakları kadar para saklıyor. Kazandıkları 100 lirayı sermayenin bankalarına güvende olsun diye yatıran milyonlarca yoksul, günde 12 saat çalışarak, 30 liralık yövmiyelerle biriktirdikleri paraların genel müdürlerin ayakkabı koleksiyonlarının boş kutularında olduklarını bilemediler elbet. Oysa reklamlarda tüm bankalar “paranıza gözümüz gibi bakıyoruz” diyordu.

Sonuç ne mi oldu, ya da olacak? Aklanıp, serbest kalacaklar, kalmayanlar göstermelik yargılamalara tabi tutulacaklar. Oligarşik devlet elitlerine yapılan zamansız ve habersiz hırsızlık operasyonunun varacağı bir durak yok, anlam yumakları içinde anlamsızlaşıyor olacak. Peki oligarşik iki gücün zamansız ve göstermelik kavgası yaşanırken bir neleri unuttuk ya da neler unutturuldu, neler kaçırıldı gözümüzden?

Biz dört gündür hırsızların para demetlerini sayarken, 17 binden fazla insanın katledilmesinden sorumlu, aralarında Mehmet Ağar, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, dönemin özel harekat daire başkanı İbrahim Şahin… vb’lerinin de bulunduğu Faili Meçhul soruşturmasına Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı takipsizlik kararı verdi. Soruşturmanın kapsamında yer alan (bugünkülerle yarışacak düzeyde para sayan) Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Genelkurmay eski başkanı Doğan Güreş hakkında da takipsizlik kararı verildi aynı mahkeme tarafından.

Biz dört gündür hırsızların para demetlerini sayarken, 28 Şubat Davasından tutuklu olan ve aralarında Çevik Bir’in de bulunduğu herkes tahliye edildi. Böylece dava tutuklu olarak yargılanan kimse kalmadı. AKP’nin darbe ve darbe teşebbüsleriyle olan amansız mücadelesi diye okuyoruz bunu!

Biz dört gündür hırsızların para demetlerini sayarken, taze hırsızlıklar eşliğinde, hiçbir zaman nereye harcandığını öğrenemeyeceğimiz, 2014 yılı Bütçe Kanun Tasarısı kabul edildi.

Biz dört gündür hırsızların para demetlerini sayarken, 19-22 Aralık 2000’de “Hayata Dönüş” adı altında 20 cezaevine eş zamanlı olarak binlerce asker ve polisin katılımıyla yapılan operasyonda 30 tutsağın yakılarak, kurşunlanarak ya da kimyasallarla katledildiğini ve tek sorumlu olarak operasyon esnasında ölen askerin gösterildiğini yeniden unuttuk.

Biz dört gündür hırsızların para demetlerini sayarken, Maraş’ta 19-26 Aralık 1978 tarihinde, MHP-Polis-ÜGD (ülkücü gençlik derneği) işbirliğiyle Alevi-Kızılbaşlara ve Sosyalistlere yönelik “Komünistler Moskova’ya, Müslüman Türkiye, Milliyetçi Türkiye” sloganlarıyla, resmi rakamlara göre 111 insanın katledildiğini ve hiç kimseden hesap sorulmadığını yine unuttuk.

Biz dört gündür hırsızların para demetlerini sayarken, seçim barajı uygulamasına rağmen halkın oylarıyla seçilmiş 3 BDP’li vekilin tahliye talepleri ikinci kez reddedildi.

Gümden bombardımanı altında günlerimizi geceye tamamlamaya çalışıyoruz, başbakanın iki dudağı arasından çıkacak bir kelime neredeyse tüm yazılı görsel medyayı “ben önce yayınlayayım” diye yarışa sokabiliyor. Devlet ve kullandığı tüm “ideolojik aygıtlar” ve kendisini yeniden ve yeniden bu aygıtlar üzerinden üretmeye yardımcı olan “organik aydınlar” aracılığıyla anlamlı olan her şeyi anlam karmaşası içinde eritip yok ediyor, fukara yoksul halka da para demetlerine iştahla bakmak kalıyor.