Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi. Sadece bağırdı. Yüreğimde adaletin hıçkırığını işittim.

Kolombiyalı bir eski matador olan Alvaro Munera, yıllarca hayvanlara acı çektirmek suçuyla ihya olup tekerlekli sandalyeye mahkum olduktan sonra pişmanlığını bu ibret verici sözlerle dile getirmişti.

Doğrusu insan bazen sadece samimi bir özür bekler. Acılar dinmeyecek belki, kabuk bağlamış yaralar inceden kan akmaya devam edecek ama irinli bir yara olmaktan çıkacaktır.

Mutlak bir kötülükten sıyrılarak, kesik kesik akan bazen köpüren bazen bulanıklaşarak rengini kaybeden bir nehir gibi iyiliğe meyletmek...

Biz bunu umut ettik.

Elma kokusuna ölüm tozu katanların varlığını bilerek bunu istedik.

Heyhat ölüm yağmur olup yağdı, yağdı ha yağdı...

********

Halepçe'ye zehirli gaz saldırısı, İran-Irak savaşı esnasında, Saddam Hüseyin'in, Kürtlere karşı düzenlettiği El-Enfal Harekâtı adlı operasyonunun bir parçasıydı.

Saddam Hüseyin İran ordusunun ilerleyişini durdurmak için Irak Ordusunun Kuzey Cephesi Komutanı Alî Hasan al Tikritî'ye 'Kimyasal Ali' zehirli gaz bombaları kullanmayı emretti.

16 Mart 1988'de zehirli gaz bombalarını taşıyan uçaklar Halepçe kasabasına bombardıman düzenlendi.

********

Mayhoş bir elma kokusu yayıldı. Sinsiydi. Avını yemleyen avcının acımasızlığına bürünmüş ele avuca sığmayan bir ölüm işte.

Çocuklar kokuya doğru koştu. "Daye behna seva te" yani "Anne elma kokusu geliyor " diyebildiler ancak. Sonra da birer birer öldüler.

Kürt çocukları ölümü kana kana içerek can verdi. Anneler, babalar, konu komşu lambada titreyen alev misali esintiyle sönüp gitti.

Ölüme koşuyordu insanlar ölümden kaçtıklarını düşünerek.

Irak ordusu önce bölgeyi konvansiyonel silahlarla bombalayarak camların kırılmasını sağladı. Bununla ikinci harekatın önünü açtı. Sonra da kimyasal bombalar devreye girdi. Camlar kırıldığı için içeri kaçanlar da zehirli gazlardan kurtulmadı.

Düşman acımasızdı. Bir ihtimal kurtulan olur diye her şeyi düşünmüşlerdi. Kusursuz bir ölüm en iyisiydi onlara göre.

İkinci bombardıman başladığında ortalığa kesif bir koku yayıldı. Yoğundu. Dağlardan, derelerden yaylana yaylana esen lezzetli kokudan farklıydı ama kışkırtıcıydı.

Hayatta kalanların çoğunun "elma kokusu" dediği kokuya kimse anlam veremedi. Verecek zaman da yoktu zaten. Kokuyu genizlerinde hissedenler birer birer ölmeye başladı. İnsanlar, dağ taş, kuşlar... Börtü böceğin bile nefesi kesildi.

Hayvanların gözünden yaş akıyordu. Kuşlar uçmak için çırpınıyordu ama kanatları kalkmıyordu. Cümle tabiat çığlık çığlığa ölümü soluyordu.

Cümle tabiat Kürtlerle birlikte ölüyordu.

********

Halepçe katliamı buydu işte. İnsanların insanlara düşmanlığıydı. İnsanların doğaya düşmanlığıydı. Hepsinden öte insanların "insan" olamayışıydı.

Doruklara sevdalanmış bir halkın bahtına doruklardan yeniden yeniden ölüm yağmıştı.

Saddam Hüseyin yıllar sonra yargılandığı mahkemede kendisine yöneltilen suçlamalar karşısında, "Allah işgalcilerden büyüktür" demek dışında bir şey diyemedi.

Kibrinden kötülüğünü itiraf etmedi. Zulmün savunucusu olarak öldü.

Annelerine seslenen çocukların çığlıkları yankılanırken derin vadilerde, Fars, Türk ve Arap ulus devletlerin hala Kürtleri ötelemesi sizce de utanç vesilesi değil midir?