Geçenlerde bir arkadaşım, dert yandı. Artık büyük ya da saygın denilen bir yayınevinin etiketinden çıkmış edebi türdeki kitapları eline kuşkuyla aldığını söyledi. Zira bu yayınevlerinin etiketiyle çıkan kitapların içeriği her ne olursa olsun ve bu kitaplar her ne anlatıyorsa anlatsın ve her ne kadar kötü olursa olsunlar eleştirmenlerce çoğunlukla övgü hatta övgünün Everest’ini alırlar. Hele adı duyulmuş bir eleştirmenin bundan iyi bir eser diye bahsetmiş olması yeterliymiş bu kitaba sel gibi övgüler yağmasına. “Ama kitabı açıp okuduğunda kocaman bir hüsran… Ya ben okuduğumu anlamıyorum ya da bunlar çok abartmış dersiniz.” Arkadaşım daha da ileri giderek, “Bu kadar kişi yanılamayacağına göre aptal olan ancak ben olmalıyım,” demeye kadar vardı. Yine de pes etmemiş arkadaşım, bu yüzden hayal kırıklıklarını sık sık yaşamaya devam etmiş. Ama artık bu eleştirmenlerin övdüklerini değil de yerdiklerini okuyormuş son zamanlarda. Gerçi bu kişilerin yerdikleri kitaplar yok denecek kadar azmış, çünkü sadece belli başlı yayınevlerinin etiketiyle çıkmış kitaplara sözcüklerini harcamayı tenezzül ediyorlarmış zaten.

Ona katılmamak elde değil doğrusu. Ben de böyle yayınevlerin kitaplarına kuşkuyla bakmıyor değilim son zamanlarda, en azından eleştiri almış olanlarına (Bence arkadaşım da yayınevinden ziyade üstüne bol keseden eleştiri ya da tanıtım yazısı yazılmış kitapları kastediyordu). Çünkü çoğu zaman bu eserde ne olduğu anlaşılmayan bir dil vardır. Buradaki kastım öyle biçim, üslup filan değil; söyleyecek bir sözü olmayıp da yazıyı uzattıkça uzatan türlerden. İçerik yoktur; ya da ne olduğu anlaşılmayan bir dil vardır (Öyle Ulysses dili gibi değil, Joyce’n kafası gibi büyük kafaları olsa önlerinde eğilmeye dünden razıyız, hem ben hem de arkadaşım).

Diyelim ki içeriğin izlerine rastladınız bu kitaplarda, adeta pornografik bir özelliktedir bunlar da. Witold Gombrowicz’in ‘Pornografi’ kitabındakine benzer bir pornografiden bahsetmiyorum bu arada, orada gerçek bir pornografi özü vardır. Bunlarda ise ancak seks sitelerine girip izleyeceğiniz türden pornografiler.

Adı şanı duyulmuş bir yayınevinden kitabın çıkmışsa ve aynı masayı sık sık paylaştığın eleştirmende bir göz kırpmışsa, bu kitabın üstüne yazılacak eleştirilerin, düzeltiyorum, tanıtım yazılarının haddi hesabı yoktur artık. O kitabın yazarının keyfine de diyecek yok. Kendini en tepeden görüp ölümsüzlüğe nokta koymanın düşlerini bile kurar bu talihli kitabın yazarı.

Diyeceğim o ki, sadece ülkedeki sayıları belli birkaç yayınevinin kitaplarına kalmamak lazım. Bir şekilde onların ülkeyi yöneten iktidarlardan hiçbir farkları yok, benzerliklerinin çok daha fazla olduğunu görürsünüz zaten dikkatlice baktığınızda. Kendi adıma söyleyeyim, bu yayınevlerin etiketiyle çıkan yazarların kitaplarını elime aldığımda okur antenlerimin frekansını sonuna kadar açmama rağmen (Burada çeviri edebiyatın bahsi olmadığını size hatırlatmak istiyorum) yine de sonuna kadar asla varamadığım kitaplara sıkça rastlarım, istisnalar kaideyi bozmaz burada da. Elbette editöryal anlamda bu yayınevlerinden çıkan kitaplar genellikle kusursuzdurlar. Ama bir kitabı iyi bir eser yapan şey sadece editöryal yanı mıdır? Ben çoğu defa bu tür yönlere takılmam bile, bunların hal olunmayacak şeyler olmadığını düşünüyorum. Ayrıca ben editör değil, okurum ve okuduğum kitabın neyi anlattığını da önemsiyorum.

Velhasıl iyi kitaplar da yazılıyor olabilir, yazılmaktadır da. Ama adı geçen nedenlerden ve muhtemelen başka nedenlerden de dolayı gün yüzene çıkmaları zorlaşıyor. Belki de bunun en büyük nedeni gerçekten de eleştirmen kıtlığı, belli başlı yayınevlerinin dışında çıkan kitaplara baktıklarına bile kuşkuluyum. İyi kitap olsaydı zaten bu yayınevlerinden çıkardı mantığının içine hapsolmuş gibiler.

Andre Gide’nin Dostoyevski adlı biyografi kitabından alıntılıyorum: “Bir gün Dostoyevski’ye sorarlar: Tanrı ve vicdan gibi konular yüz yıldır işleniyor, bu konular tüketildi ve siz hâlâ bunları yazıyorsunuz… Dostoyevski de şuna benzer bir yanıt vermiş: On yıl sonra her şey belli olacak.”

On yıl bize yetmez belki, ama her şeyi ayarlayacak zamandır, buna hiç kuşkunuz olmasın.