Toz duman içinde, her yan. Kapının ardında bekliyorum, bakıyorum, sokuluyorum ve soluyorum. Alnım açık, alnım kara. Bahtım buruk, boynum bükük, kalbim yara. Çıkarın beni. Ölü ya da diri. Cesedim sağlam ama ruhum unufak olmuş gösterişli ve çaresiz ellerde. Bir avuç kömür için. Ciğerlerim isli, kadere teslim. Gökyüzüne veda edemedim, yok hiç tesellim...


Matem mi tutsa, toprağa mı sarılsa, geride kalan da daha canlı değildir ki, bazen. Tabutları açılsa vicdanın, damarları yarılsa. Gelemez yanına, dönemez, tertemiz öleyim dese, ölemez. Alnı karıncalanıyor ve ayakları. Bir sancı saplanıyor içine, deliyor, geçiyor. Düşünüyor yukarıdakileri, iniyor daha derine. Zihnin kafesine, feleğin sillesine, yenik düşüyor. Eşeliyor anıları, küsüyor yarınlara, gitgide uzaklaşıyor. Gaz bu, uçuyor, çöküyor ve arsızlaşıyor...


Hiç bu kadar kara sürülmemişti ki insanlığımıza. Karanın da bir haysiyeti vardı, siyah nurun rengiydi. Ama, âh, bu karanlık kuytu. Her tonuna apayrı bir leke bulaştırdı. Pansuman tutmayan vicdan yaraları ve üç yüz duru ve diri bedenin bedeli, yapıştı kaldı, hepimizin gözyaşlarına. Üç yüz güzel adam, son verdiler masum bakışlarına...