Davutoğlu mecliste HDP’li vekillere saldıran AKP vekillerine destan yazdınız diyerek yine tarihe geçecek bir söz etti. Biz bu tür sözlere yabancı mıyız peki? Elbette bu soruya vereceğimiz cevap da “değiliz” olacak.

-Gezi süreci destanı mı?

Erdoğan ve AKP hükümetinden sadece Kürt halkı muzdarip değil, 27 mayıs da Taksim’de AKP hükümetinin politikalarından bunalan bir kesimin enerji boşalımına şahit olduk. Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ne bakan duvarın 3 metrelik kısmı Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yıkıldı. 4-5 ağaç da taşınmak üzere yerinden söküldü. Taksim Dayanışma grubu eyleme başladı, 40-50 kişilik grup çadır kurup parkta sabahladı. Polisin o günkü yoğun saldırılarına karşı gezi eylemleri toplumsallaştı. O dönem İçişleri bakanı olan Muammer Güler, 28 Mayıs’tan 2 Haziran’a kadar 67 ilde 235 eylem yapıldığını, bin 730 kişinin gözaltına alındığını, zararın 20 milyonu bulduğunu belirtti.

Ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın 23 Haziran’da yaptığı açıklamaya göre Bayburt ve Bingöl hariç 79 il de düzenlenen eylemlere toplam 2. 5 milyon(Wikipedia) kişi katılmış, bundan daha fazla kişi de sosyal ağlar aracılığıyla görüşlerini aktarmışlardır. Gezi sürecine devlet’in sert saldırısı sonucunda ise ikisi polis olmak üzere 10 kişi (Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, polis komiseri Mustafa Sarı, polis memuru Ahmet Küçüktağ, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif, Elif Çermik ) hayatını kaybetmiş, 8163 kişi yaralanmıştır. Böylesi bir süreci bırakın doğru yönetmeyi, darbecilere müdahale adı altında nerede ise tüm ülkeyi yangın yerine dönüştürenler, Gezi parkında ve tüm Türkiye de ki olayların baş sorumlusu olan polise destan yazdınız demişti ?

Yukarı da paylaştığım verilere bakınca Gezi sürecin de hükümetin destanının ne olduğu çok açıkça belli olmuyor mu ?

-TBMM’de HDP’li milletvekillerine karşı AKP milletvekilleri destan mı yazdı ?

21 Mart 2013 tarihi ile PKK ile devlet arasında çift taraflı başlayan çözüm süreci 1) dışarıda AKP hükümetinin ulusal ve uluslararası kamuoyunun yoğun baskısına ve uyarılarına rağmen Suriye ve Rojava’da destek verdiği İslamcı çetelerin yenilgiye uğraması 2) İçeride ise AKP hükümetinin 7 haziran 2015 genel seçimlerinde büyük şekilde yenilgiye uğraması ve tek başına hükümet olma imkanının sona ermesi sonucu, aldıkları karar ile 24 temmuz tarihinden itibaren Kürt halkına karşı ilan ettikleri savaş kararı ile sona erdi.

Kürt halkına karşı yoğun saldırılara dağlardan başlandı, PKK gerillaları bu saldırılara karşılık vermeyince halkın en hassas olduğu mezarlara yönelim gerçekleşti. Buradan da istediği provokasyonu çıkaramayınca şehirlere yöneldi. Bu yönelimlere karşı şehirler de kendisini korumak isteyen halka karşı bir çok bölge de sokağa çıkma yasakları ilan edildi, sokağa çıkma yasakları tüm vahim sonuçları ile birlikte bugün hala devam etmektedir.

Bu saldırıların hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda meşruiyeti hala tartışmalı olduğu halde hükümet ısrar ile bu politikasını sürdürmektedir, elbette hükümetin bu ısrarının bu gözü dönmüşlüğünü besleyen uluslararası bir konjonktür var. Coğrafyamızda bu zamana kadar bildiğimiz katliam ve soykırımların yapılabilirlik koşulların oluşmasının ardından geldiğini çok iyi biliyoruz. Birinci dünya savaşının hemen öncesinde başlayıp ve sonra devam eden Pontos Rumlarına ve Ermeni halkına karşı gerçekleştirilen soykırımlar buna en iyi örnektir, uluslararası kamuoyu kendi çıkarları için o gün Osmanlı ve Genç Türkiye kadrolarının gerçekleştirdiği katliam ve soykırımlara karşı sessizliğini korumuştur.

-Mülteci kozu ile Amerika ve Türkiye Avrupa devletlerini esir aldı

Emperyalist Amerika devleti kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu ve Afrika’da yeniden düzenlemelere devam etmektedir, Irak’tan tutun Libya’ya kadar, Mısır’dan alın da Suriye’ye kadar bu saldırı konsepti devam etmektedir. Yeniden düzenleme yapacak olduğu ülkelerinin liderlerini diktatör ilan edip, uzun uzadıya algı operasyonları ile o ülkeniin yönetimini kendi çkarları doğrultusunda yenisi ile değiştirmektedir. Elbette biz oradaki yönetimlerin çok demokratik olduğunu savunmuyoruz fakat Amerika bir yere girip çıktıktan sonra o düşürülen liderleri o ülke insanlarının çok aradığını da biliyoruz. Tarih 2010 sonrasını gösterdiğin de Tunus ile başlayan ve bir çoğumuzun Arap baharı dediği fakat sonra çoğunun(hepsi değil) Amerika gazı ile üretilmiş köpükten ibaret olduğunu gördüğümüz kalkışmaların, daha sonra neye döndüğünü çok iyi biliyoruz, Emperyalist Amerika bir çok yeri Arap baharı pompalaması ile düşürmüş ve oradaki yönetimleri kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmiştir.

Daha önce Sovyetlere karşı kullandığı yöntemi devreye sokarak, Vahabi-Selefi ülkeler ki başını Suudi Arabistan’ın çektiği bir çok ülke ve radikal El-Kaide örgütleri ve ile diresek teması ile bu düzenlemeleri gerçekleştirmekte, Sovyetlere karşı kullandığı Selefi-Vahabi radikal dinci örgütler daha sonra Pakistan-Afganistan hattında nasıl bir belaya dönüşmüş ise, bugün de aynı yöntemi kullanan Amerika daha geniş alan olan Afrika-Ortadoğu’da yeni düzenlemelerinin ardından aynı belayı Türkiye’de dahil tüm Ortadoğu ve Afrika’nın başına radikal dinci terörün hedefi konumuna geleceğimizden kimsenin şüphesi olmasın, bu durum onlar için dert değil bunu bizim dert edinmemiz gerekiyor, dün Suruç, Ankara bugün ise Kilis saldırıları daha başlangıç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha önce Ortadoğu ve Afirka’da ki Amerika pratikleri gözümüzün önünde durmaktadır, bunu asla unutmamak gerekmektedir. Emperyalist Amerika için sıra Suriye devletine geldiğin de yukarıda saydığımız Vahabi-Selefi ülkere ve örgütlere Türkiye’de öncelikle Kürt fobisi yüzünden daha sonra emperyal ve ideolojik çıkarları doğrultusunda bu kampa dahil oldu. Sonra Amerika ile Türkiye hükümeti arasında bilmediğimiz bir çok antlaşma ve kirli pazarlıklar olduğu da aşikardır ki Suriyeli mülteciler konusu da buna dahildir. Türkiye’ye sığınan Suriyeli Mültecileri savaş kozu olarak Amerika ve Türkiye tarafından ortak olarak ortaya atıldı. AKP hükümeti mülteci kozu ile Kürt katliamına karşı gerçekleştirdiği katliamlara seyirci kalmasını sağladı ve bu utanç hala devam ediyor.

-PÖH ve JÖH’den müthiş destan 310 sivil öldürüldü

TİHV verilerine göre, sokağa çıkma yasağının ilk ilan edildiği tarih olan 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 arasında en az 310 sivil sadece resmi sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş zaman aralığında, çatışma ortamlarında yaşamlarını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin ise 72’si çocuk, 62’si kadın 30’u 60 yaşın üzerinde. Şırnak’ın Cizre ilçesinde en az 59 cenaze kimlik teşhisi yapılmadan defnedildi. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde ise en az 20 cenaze kimlik teşhisi için Adli Tıp Kurumları’nda bekletiliyor. Bu verileri 5 nisan 2016 tarihinde TİHV kendi sitesinde paylaştı. (http://tihv. org. tr/tihv-ve-hafiza-merkezinin-calismasi-ile…/)

Yürütülen bu savaş yüzünden yaralananlara dahi daha değinmedim ya da yine bu savaş yüzünden tehcir’e maruz kalan yüz binlerce insan var. Yerlerini yurtlarını terk etmiş durumdalar ve çoğunun yaşam koşulları içler acısı olduğunu verilerin dışında gözlemlerim olarak rahatlıkla aktarabilirim. Kürt halkının yaşadıkları travmayı ise anlatmaya dilimiz varmaz. Savaş bölgelerinde raporlama yapan sivil toplum örgütlerinin Bir de demografik olarak Kürt halkına karşı bir saldırının da olduğu belirtiliyor. bunu da geçmeden aktaralım

Hal yukarıda anlattığım verilerden daha kötü durumdayken Hükumetin Gezi destanından sonra sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerlerde yürüttüğü savaşı bir destan gibi görmesi ‘Haçlılara karşı Müslüman Türklerin savaşı gibi göstermeye çalışıyor ve bu konuda çeşitli algı operasyonları yürütüyor. Elbette bu algı operasyonlarına birçok örnek verilebilir fakat biz bir tanesini vererek yetineceğiz.

Sokağa çıkma yasağı yaşanan bölgelerden dışarıya sızan fotoğraflar da öldürüldükten sonra teşhir edilen cenazeler dışarıya sızarken, ayrıca TBMM’ne kadar taşınan JÖH ve PÖH’ün duvar yazılamaları meselesi vardı. Bu konuda hükümet harekete geçeceğini ve görevlilerin açığa alınacağını kamuoyuna servis ederken, bir de televizyonlar da ne görelim JÖH’lü ya da PÖH’lü iki kişinin Cumhurbaşkanı Erdoğan için Uzun adamla başlayıp devam eden şovu sahnelendi?  Sonra bunun mizansen olduğu da ortaya çıkmıştı ya neyse devam edecek olursak, JÖH ve PÖH ‘lü destan yazan kolluk kuvvetleri böyle bir jest yapmışken Sayar’da oturmak olmazdı. Tüm bu olup bitenler savaş suçu diye yargı önüne gitmesi gerekirken, bir de ne görelim Cumhurbaşkanı Erdoğan JÖH ve PÖH’lüleri yaptıkları jestten dolayı ödüllendiriyor ve onları ziyaret ettiği televizyonlara servis ediliyordu.

-Yüzyıl aradan sonra büyük bir aşama kaydettik ve tekrar birinci meclise döndük

Sivillerin yaklaşık bir seneye yakın zamandır giremediği Sur’dan ayrıca Sat 5 diye bir faşistin çektiği nefret klibi ise bu destanın tuzu biberi diye düşünürken bu musamerenin daha sonuna gelinmediğini, hakkında dosya bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliği teklifi, CHP-MHP-AKP oyları ile TBMM Anayasa Komisyonu’nda kabul edilmesi sonucunda Başbakan Davutoğlu’nun Anayasa komisyonunda bu kararın alınmasının ardından grup toplantısında yaptığı konuşma da dokunulmazlık görüşmelerinde yaşanan kavgaların nedeni kendileri değilmiş gibi HDP’yi de eleştirdi ve “Meclis çatısında zorbalığa izin vermeyen AK Parti grubumuzu yürekten tebrik ediyorum. Sizler dün bir destan yazdınız” dedi.

Gezi sürecin de o dönemin hükümetinin politikaları doğrultusunda polisin gerçekleştirdiği destanının ne anlamına geldiğini yukarıda yine kendi içişleri bakanlarının açıklaması ortaya koyduk. Bugün ise sokağa çıkma yasağının olduğu bölgeler de asker ve polisin icraatları ile ortaya çıkan ve bugün hala devam eden destanının ne anlama geldiğini bilmeyen kalmamıştır.

Gezi’de ve Kürt illerinde büyük yıkım sağlayan kolluk kuvvetlerine karşı büyük bir şovla destan yazdınız diyen AKP yetkilileri, dokunulmazlık görüşmelerinin hemen ardından belki de Türkiye’nin en az otuz ya da kırk yılına mal olabilecek tahribatı anlamına gelebilecek bir kararın ardından, Başbakan Davutoğlu’nun grup toplantısında çıkıp milletvekillerine ‘siz destan yazdınız’ demesi aslında Roboski ile başlayan Gezi’ ile devam eden ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı bölgelerde ki kolluk kuvvetlerinin işlevinin nasıl meclise taşındığını bize açık seçik gösterdi.

AKP hükümeti ile siyasi literatürümüze giren ‘destan’ sözcüğünün halkın anlayacağı mana da meali ya da anlamı katliam ve soykırım politikalarıdır. Davutoğlu’nun yaptığı bu konuşma tarihe mal olacaktır, çünkü bugün mecliste yaşanan şeylere baktığımız da sivil darbenin tamamlandığını açıkça görebiliyoruz. Bence bunca açıklamanın ardından AKP hükümeti vekilleri ya da onları diğer destekleyen kesimler Başbakan’ın deyişi ile mecliste destan mı yazdılar. Dediğim gibi Roboski, Gezi ya da sokağa çıkma bölgelerinde polis ya da asker ne kadar destan yazmışlarsa o kadar destan yazdılar. Şimdi bu hükümet ve taraftarları (CHP-MHP ve Avrupa ) bu durumla ne kadar övünseler azdır, polis, asker, korucudan sonra kolluk kuvvetleri arasına meclisi ve vekilleri de dahil ettiler. Ne diyelim bu yaptıklarınızdan sonra artık sizi tarih hiç unutmayacak ve unutturmayacak.

Hadi hepimize kutlu olsun ki yüzyıl sonra büyük bir gelişme kat ederek birinci meclis sürecine geri döndük, yasama-yürütme-yargı bundan sonra tek ses verecek, büyük şefimiz yüce sultanımız büyüğümüz ne ses verirse, artık sadece yankısını duyabileceğiz mecliste tekrar hepimize kutlu olsun

-Namussuzlar ile namuslular arasındaki fark böylesi dönemlerde ortaya çıkmayacak ta ne zaman ortaya çıkacak değil mi?

Bu arada çözüm sürecinin bitmesi ile başlayan ikisi halkı askerlikten soğutmak, biri öz yönetim davalarına, dört yeni dosya daha ekledik. Bunları da açacak olursak iki tane örgüt propagandası, bir dosya Atatürk’e ve Türklüğe hakaret, bir diğeri de yine halkı askerlikten soğutma dosyası, hadi bu davalar hepimize kutlu olsun diyelim. Hakkımda açılan dosyaların dibi görünmese de, bunca olup biten şeylere nasıl sessiz kalacağız, namussuzlar ile namuslular arasında ki fark böylesi zamanlarda ortaya çıkmayacaksa ne zaman çıkacak değil mi ?