Bilge bir dedenin uzun sakalına uzandım, tutundum da kalktım, çıktım kuyudan. Derviş kimmiş, ben neymişim, sorduğunda sözümü diyemedim. Kuyu derindi, dede dingin. Bir bendi derdi, bu düşüncede eridi. Tutku ve korku ele geçirmeden onu, olan olmuştu. Yavaş yavaş filizlenen, bölük pörçük artıp sonra azalan bazı zan birikintileri, doluştu yatağıma, doluştu ve taştılar... Asırlardır kavgalı, kardeştiler, barıştılar.

Rengârenk ve gelen geçene kollarını açan sokakların B planı yoktur hiç. Burada hiçbir gülümseme gözlere ulaşmaz, acıya doymuş ruhların sanrılarına sıkışır kalır. Eksikliklerin dolacağına dair inanç ne kadar eskidir. Her kaba girer çıkarsınız. Bir yerde insanlık biter, ama o boşluk dolmaz. Sokulduğum her yürek oyuk. Kimi göl, kimi nehir; kimi köle, kimi efendidir. Bir dönemdir, palaska ve kaskettir.

Kısa bir kürek ve yanık bir yürek yeter bazen, derin bir uykudan uyanmak için, derin bir kuyudan kurtulmak için. Bu yük taşıyabileceğimden çok daha ağır. Bu yükseklik çıkamayacağım kadar sarp. Bu engel aşamayacağım kadar çetin. Ve böylece o derin kuyudaki o derin uyku sürer gider. Peki, ya rüya mı? Rüya sizin dünyanızdaki sıkıntılardandır.