Çocukluk hayatım ve hayatımız (yaşıtlarım) 24 Nisanlarda Ermenilere küfür eden, bizleri aşağılayan, ‘satıcı’ damgası vuran başlıklarla geçti. Bu devletin işlediği suçları gördükçe kabullenmesi gün geçtikçe daha kolay oluyor. Ama halen güç.

Bundan tam 96 yıl önce 24 Nisan’da bir halk kıyıldı. Soykırıma uğradı.

Bu yıl ironik bir şekilde Ermenilerin Paskalya Bayramı 24 Nisan Pazar gününe denk düşüyor. 24 Nisan’ın dünyada Ermeni soykırımı günü olarak anıldığını çok da anlatmama, gerek yok.

Tüm mesleki ve eril kimliklerimi dışarıda bırakarak sadece bir Ermeni olarak kaleme aldığım bu yazının ilişiğinde bir yumurta bulacaksınız. Birçok kereler kırmızıya boyadığımız paskalya yumurtası bu yıl benim için siyah.

Siyah çünkü halen Türkiye Cumhuriyeti devleti güttüğü inkar politikasıyla bizleri aşağılamaya ve yok görmeye devam ediyor. Çoğu zaman kafeste tutulan bir hayvan ve hatta korunması gereken “kültürel miras” görevini gördüğümüz bu ülkede yaşamaya devam eden bir Ermeni olarak, her geçen gün kendime daha fazla soru soruyorum.
Neden kaldığımı?
Ne yaptığımı?
Ne istediğimi?

Neden kalıyorum? Çünkü bu topraklarda yaşama hakkı herkes kadar ve belki daha da fazla bana da ait.

Neden yapıyorum? Çünkü bunu yapmasam yokuz sanmaya devam edecek(siniz)ler.

Ne istiyorum? Sadece huzur. Ama, atalarımın kıyıldığı, bedenlerinin ve ruhlarının toprağın altından, Anadolu’nun dört bir yanında bereketlendirdiği topraklar burada.

Biz yumurtayı çocukken kardeşimle karşılıklı tokuştururduk. Birimiz yumurtanın poposunu parmaklarımızla sıkıştırdığımız yumruğumuzda korumaya çalışırken diğerimiz elindekinin burnuyla mümkün olduğunca hızlı ama temkinli diğerinin yumurtasını kırmaya çalışırdık.

Çocukken amaç eğlendiğimiz kadar yumurtayı da yemekti.

Büyüdükçe amaç sadece yumurtayı kırmak oldu. Yumurtayı yemeden kabına geri koyuyorduk. Annemiz de ertesi gününün piyazına kullanır oldu yumurtayı.

Biraz sonra aşağıda okuyacaklarınızı başkasının yumurtasını kırmak ve hatta kırdığını yememeyi çağrıştırdığı için yazacağım.

24 Nisan 2 yıldır Türkiye’de de anılıyor. Çeşitli şekillerde bugüne kadar 24 Nisan’ı hatırlamayan, ya da sadece kapalı kapılar ardından konuşan insanlar artık “ortalıkta”.

Ben sadece hayranlıkla bakıyorum bugüne kadar ağzına “soykırım” sözcüğünü alAmayan bu insanların şimdi nasıl meydanlarda “büyük felaketler”i “andığına”. Ve üzülüyorum.

Zira olanlara bir tanım getirmeye çalışmak yerine, ‘gerçek’ bir özür, ‘gerçek’ bir dost arıyorum yanımda omzumu dayayıp acımı paylaşacağım.

Bulamıyorum...

“Her ne kadar kalabalık olsak da üç beş kişi yürüyoruz bu yolda hep” dedi dün gece Onur. Tam da durumu açıkladı.

Kendi içinde 24 Nisan’ı tanımlarken “Ermeni arkadaşlarımıza soralım” dediklerinde, 96 yıllık korkularıyla Ermeniler ancak kısık sesle “soykırım” diye cevaplayabilirken, ben 96 yıllık korkumuzla halen kısık sesle konuştuğumuzun utancını yaşıyorum. Ve hem içimden hem dışımdan haykırıyorum ‘Bu bir soykırımdır!’.

Derseniz “bak ne rahat söylüyorsun işte”.

“Ben bir kişiyim” diye cevaplayabilirim sizi. Ama 1 de yeter bir rakamdır benim için. Romantik diyebilirsiniz- ki haklı olabilirsiniz ama nihayetinde ben “bu acının paylaşılabileceğine” inanamıyorum gördükçe gelişmeleri. Bu acıyı HEPİMİZleştiremiyorum” bir türlü.

Saroyan’ın dediği gibi “Ödlekler cesurdur” ya siz!