15 Temmuz 2016 tarihinde gece saat 22.00 civarında başlayan garipliklerle dolu bir darbe girişimi yaşadık. İktidar tarafından “kalkışma harekatı” olarak adlandırılan ve anlaşıldığı kadarıyla TSK içerisinde bir grup üst rütbeli subay tarafından organize edilen bir girişim olarak kaldı.

İstanbul 1. Köprünün giriş ve çıkışlarını tutarak ve Ankara Çankaya’da zırhlı araçların dolaşmaya başlamasıyla ortaya çıkan “darbe” girişimindeki ilk gariplik başlangıç yeriydi. İstanbul FSM köprüsünün giriş ve çıkışını tutmanın darbeye ne sağlayacağını kimse anlayamadı.

Yaşımız gereği 2 askeri darbeyi görmüş ve yaşamıştık. 12 Mart Askeri darbesini fazla anlayamamıştık ama 12 Eylül 1980 Askeri darbesini bizzat ve iliklerimize kadar yaşadık ve bedelini ödedik.

Askeri darbenin ilk hedefi iktidar ve devletin yöneticileridir. Amaç iktidarı ele geçirmek olduğuna göre ilk hedefte bunlar olmalıdır. Yaşadığımız 15 Temmuz darbesinin ilk hedefi devleti yönetenler değil FSM köprüsü oldu!

Güneş doğmadan sabaha karşı saat 3’de başlayan 12 Eylül askeri darbesinde mesai başlamadan saat 5.30’da tüm devlet yöneticileri toparlanmıştı. Bu girişim saat 22.00 civarında başladı ve ilk eylem olarak Boğaz Köprüsü işgal edildi! Çankaya’da askeri zırhlı araçlar dolaşmaya, savaş uçakları alçaktan uçmaya başladı.

Başbakan, bakanlar ve devletin diğer yetkilileri rahatlıkla demeçlerini verdiler. Birçok televizyon kanalı yayınına devam etti. Filmler gösterildi. Yayın kesmeye tenezzül bile etmediler!

Ciddi sayılabilecek birkaç girişim oldu. Genel Kurmay önünde bekleyen ambulanslar, Gölbaşı özel harekat merkezinin, TBMM’nin ve Cumhurbaşkanlığı sarayının savaş uçaklarıyla vurulması ciddi sayılabilirdi. Özel Harekat merkezindeki hasar ve kayıp büyüktü ancak TBMM ve Cumhurbaşkanlığı sarayının vurulması, hedef vurmada Dünya lideri olan hava kuvvetleri düşünüldüğünde ciddiyetten uzaktı. Roboski’de nokta atışı yapan ve 34 insanı bir bombayla yok eden savaş pilotlarımız TBMM’de çok büyük hasar verememiş, Saray’ı ise vuramamıştı!

Bu olaylar dışında “darbe” girişiminde bulunanların ciddi bir eylemi olmadı/görülmedi. TRT’de okunan bildiri çok basit ve muğlaktı. Bu bildiri okunurken bile birçok televizyon normal yayınına devam etti. “Memleketim” şarkısı çalınmadı!
Devletin, iktidarın koruması gereken “halk” iktidar tarafından, kendisini korumak üzere sokaklara çağrıldı!

İlginç olan, bu çağrının, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı ve operasyonların devam ettiği yerlerde de yapılmasıydı!
O kadar çok gariplik, anlaşılmazlık, basitlik vardı ki sosyal medya bile “darbe” yapıldığına inanamadı. Acaba, “darbe” planlayıcıları, “biz bir başlayalım, nasıl olsa arkası gelir, halkımız bizi destekler, işi götürürüz” diyerek mi başladılar darbelerine? Yoksa “köprüden geçişleri durdurursak yeterli olur” mu dediler?

“Darbe” girişimi duyulduğu andan itibaren Emniyet teşkilatı bütün personelini alarma geçirirken, darbe içerisinde olmadıklarını açıklayan başta 1. Ordu olmak üzere diğer üst düzey komutanlar neden bu girişimi önleyici/engelleyici bir yaklaşım göstermediler? Neden “darbe” yapanları yakalamak için kışlalarından çıkmadılar?

Darbecilere ait savaş uçakları Ankara ve İstanbul semalarında alçak uçuş gerçekleştirirken Cumhurbaşkanı uçağıyla İstanbul’a nasıl gelebildi?

“Darbe” yapanların TSK içerisinde azınlık olduğu belli. Azınlık olduğuna göre daha ciddi planlama ve daha ciddi uygulama gerekirken “Pazar tatili yapan memurlar” gibi “darbe” yapmak da ne oluyor? Ülkede yapılan her darbe sabaha karşı, insanlar derin uykularındayken başlamış, sabah mesaisi başlamadan devlet ele geçirilmişti. Daha kafeler kapanmadan darbeye başlamak, bir köprü girişini tutmak, Çankaya’da zırhlı araç dolaştırmak ve iki savaş uçağını alçaktan uçurmak garip değil mi?

Bu “darbe” girişiminin en ciddi olayı halkın bir kesiminin sokağa çıkması, emirlere uymaktan başka hiçbir suçu olmayan rütbesiz askerlere saldırması, 200 civarında gerçekleşen ölüm, linç girişimleri ve teslim olmuş bir askerin kafasının kesilmesi oldu.

Sabah saatlerinde girişimin başarısız olduğu, girişimi yapanların tutuklandığını, devletin her yerde egemen olduğunu, asayişin normale döndüğünü öğrendik ama gariplikler bitmedi. Garipliklerle başlayan “darbe” girişiminin bastırılmasının ardından, “darbe” yaptıklarını bile bilmeyen er ve erbaşların yanında değişik rütbelerde subaylar, toplamda 2.839 kişi tutuklandı.

Tutuklanan generaller arasında Şırnak ve Diyarbakır/Sur operasyonlarını bizzat yöneten ve bu konuda başarılı olduğu söylenen 2. Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti’nin ve “darbe” girişimi sırasında televizyona çıkıp girişimde bulunanlara “kışlanıza geri dönün” talimatı veren 3. Kolordu komutanı Korgeneral Erdal Özkök’ün bulunması da garipti!
Hemen arkasından da yüksek yargıya el atıldı!

HSYK olağanüstü toplantı yaparak 2745 hakim ve savcıyı açığa aldı ve 5 HSYK üyesinin üyeliğini düşürdü. “Darbe” girişimine karışıp karışmadıklarını birkaç saat içerisinde hiçbir gücün bilemeyeceğinin düşünürsek HSYK’ya emir verildiği söyleyebiliriz ki bu işlem HSYK’nın emir ile çalışmasının en büyük delili oldu.

Açığa alınan 2.745 hakim ve savcı hakkında gözaltı kararı da çıkarıldı.

Arkasından da 140 Yargıtay, 48 Danıştay ve 1 Anayasa mahkemesi üyesi için gözaltına alınma kararı çıkarıldı.
“Darbe” girişiminin şimdilik kaydıyla son garipliği, Adana İncirlik askeri üssün kapatılması ve bir süre için elektriğinin kesilmesi oldu. Acaba “darbe” girişiminin arkasında ABD mi var sorusunu akıllara getiren bu girişim sonrası ABD Başkanı Obama Ulusal Güvenlik Konseyini topladı!

Bu ilginç “darbe” girişimini yapanlar kaybetti. Asıl kaybedenin kim olduğunu da yakın zamanda, kimlerin kapısının çalınacağını görerek ve yaşayarak öğreneceğiz…