Siyasal anlamda kirlenenler geçmişte temiz kalmış ne arsa onlara sarılmaya başlamışlardı. Deniz Gezmişleri sahiplenmek, “Yaşasaydı şöyle olurdu, böyle olurdu” demek biraz da bu yüzdendi. Amaçları kendi kirlenmişliklerini ört bas etmekti. Dinsel ve mezhepsel aşınmaların sonucu da bu olsa gerek. Zira “Madem öyle ben de Aleviyim” demek biraz da bu anlama geliyor olmalı. Normal bir insanın ancak düşünde görebileceği şeydir bu.

Kuşkusuz partiler, dernekler, federasyonlar yani tüm sivil toplum kuruluşları eğer sorun varsa aralarında muhatabıyla görüşmeli, sorunların çözümüne ilişkin birbirleriyle fikir alış verişinde bulunmalılar. Ama işte işin dozu biraz kaçınca bazen istenmeyen şeyler de yaşanabiliyor. Örneğin Başbakan bile bir iki açılım süreci ve bir iki aşure sofrasından sonra işi iyice ilerletip “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük bir Aleviyim” diyerek çıktı işin içinden.

Aslına bakılırsa şimdilik Aleviler için her hangi bir sorun yok. Hatta olmayacakta. Zira Alevilik “Ben de olmak istiyorum” demekle olunmuyor. Kaldı ki “Hz. Osman’ı sevmek Sünnilikse bende Sünni’yim” demekle de Sünni olunmuyor.

Fakat her ne kadar tam karşılığı bu değilse de, Başbakan Erdoğan’ın bu söylemi o’na güvenen ve oy veren Sünni vatandaşları da tedirgin etmiş olmalı. Daha doğrusu tedirgin etmeli de. Zira “Madem öyle ben de Aleviyim” demenin “Bıktım artık Sünni olmaktan Alevilik daha iyi” gibi anlaşılma ihtimali de var. Öyle ya, Alevilik ya da Sünnilik takım tutmak gibi değil ki, takım kötü gidince antrenör ya da futbolcu değiştirilsin.

Aslına bakılırsa bu işin buralara kadar geleceği “Alevi açılımı” sürecinde yaşanan “aşure sofraları” ve sonrasındaki gelişmelerden belli olmuştu. Hatırlıyorum da o günleri, Hükümetin kabine olarak katıldığı davetlerde araya bir iki tane Alevi sıkıştırılmış, Başbakan Erdoğan da fırsat bu fırsat diyerek kabine üyelerine “Sevgili Canlar” diye hitap etmiş ve kendince Aleviliğe ilk adımı atmıştı.

E tabi Alevi olmanın koşulunun Hz Ali’yi sevip aşure yemekten ibaret olduğu düşüncesinin tohumları da, zamanın AKP’li Alevi milletvekili Reha Çamuroğlu öncülüğünde daha o günlerden atılmış oluyordu.

O günlerde toplantıya katılmayan gerçek Alevi kesimin düşüncesi ise tüm bu yaşananların bir düzmeceden ibaret olduğuydu. Zira onlar biliyordu ki ha Mecliste AKP Grup toplantısı yapılmış ha AKP’liler lüks otellerde “Aşure sofraları” kurmuştu. Kaldı ki Alevilerin azınlıkta olduğu bir Alevi toplantısında Cemil Çiçek’in omzuna yaslanıp uykuya dalan eski Turizm Bakanı Atilla Koç’un uykudan uyanıp “Alevilik aşure yemekse ben de Aleviyim” deme riski bile vardı.

Her neyse olan olmuş geçen geçmiştir bugün. Ama her şeye rağmen Başbakanın bugünkü söylemi iyi bir söylem değildir. Her şeyden önce kurgusu bile iyi değildir. Zira aynı mantıkla gidildiğinde hayatının hiçbir evresinde söyleyemeyeceği şeyler vardır bu ülkede.

Örneğin “Kürt olmak Abdullah Öcalan’ı sevmekse ben de Kürdüm” diyemeyecektir hiçbir zaman. Süreçten bahsedecektir, barıştan dem vuracaktır, “Benim Kürt kardeşlerim” diyecektir ama “Ben de Kürdüm” diyemeyecektir. Dese bile Alevilerin yemediği gibi Kürtler de yemeyecektir. Peki ya düşleri mi? Görmeye devam edecektir.