Başbakan Erdoğan’ın milliyetçilikle ilgili sözlerinden sonra yurdum topraklarında milliyetçilik tartışması başını almış gidiyor. Biliyorsunuz, milliyetçilik Fransız İhtilalinin ürünüdür. Tüm imparatorlukların olduğu gibi Osmanlı İmparataorluğu’nun da zehiri oldu.

Yine tüm ulus devletlerin varlık nedeni olurken Türkiye’nin de varlığını kurgulamasının aracı oldu. O varlık Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin ötekileştirilmesi üzerine biçimlendirildi.

Sosyal demokrat CHP’nin genel başkanı “her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum” diyen muhafazakar-dindar Başbakan’a “biz Atatürk milliyetçisiyiz” diye istediği kadar bağırabilir. Kürtlerin, Ermenilerin, Yahudilerin ve “yalnız ve güzel ülkemin” tüm ötekilerinin tarihi o Atatürk milliyetçiliğinin zehirlediği halkların tarihidir.

Hasan Cemal köşesinde Kürtlerin yaşadıklarını ve cumhuriyetin kurucu kadrosunun Kürt politikasını anlattı. Hepimizin bildiğini Sayın Cemal çok güzel dile getirmiş. Devletin, Kürtleri Türk yapma politikalarından, cumhuriyet yöneticilerinin ırkçı demeçlerini ard arda sıralayarak Kılıçdaroğlu’na Atatürk milliyetçiliğinin Kürt politikasını hatırlatmış.

Kürt olan Kılıçdaroğlu’na bu topraklarda milliyetçilik şırıngasının eli kanlılarından Cemal Paşa’nın güzel torunu Hasan Cemal eğer “monarşik cumhuriyetin” Atatürk milliyetçiliğinin kurbanlarını hatırlatıyorsa Kürt ve Sünni olan bendenizin “Atatürk milliyetçiliğine” oynayan Alevi Kılçdaroğluna’na Atatürk milliyetçiliğinin gayri müslim politikasını anlatması artık boynunun borcudur.

Biliyorsunuz, çokça tekrarlanan ve Lenin’in dediği gibi gerçek olan bir yalan var. O yalan Kemalizm çeşmesinden yüreğini ferahlatanlar için soğuk bir bardak su gibidir. Kemalizmin modern çizgisine kapılanların körleştiği görmek istemediği şey cumhuriyetin Anadolu’nun bin yıllık kültürel değerlerine etnik bir elbise biçtiğidir.

Yaşadığımız sıkıntılar, problemler o elbisenin kumaşını red edenlerin, karşı çıkanların sorunudur. Ve Atatürk milliyetçiliği saçmalığı bu sorunun en temel nedenidir.

Ama bu saçmalığı görmek istemeyenlerin kendilerine kılıf bulduğu kocaman, sırıtan yalanları, sözüm ona kanıtları var. En büyük kanıtları da Atatürk milliyetçiliğinin etnisiteyi temel almadığı, ortak bir bizlik duygusunu özne aldığı iddiasıdır.

Koca profesörler, okumaktan gözleri miyoplaşmış cumhuriyet aydınları, 10.Yıl Marşı’ndan başka dize bilmeyen sarı saçlı mavi gözlü kadınlar, bıkmadan, usanmadan dünyanın sanki biricik ve hiç kimsenin farkına varamadığı bir gerçeğine kendileri vakıfmış gibi kulaklara Mustafa Kemal’in aslında ne mutlu Türk olana demeyip “ne mutlu Türküm diyene” diyerek ulusun ortak birlikteliğine vurgu yaptığını fısıldarlar.

Evet, hadi inanalım buna ama bizzat Mustafa Kemal’in ön ayak olduğu 64.000 kafatası ölçümlerini nereye koyacağız?

Evet, hadi inanalım, hadi bizi inandırın ama “beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir” deyişini Türkiye’nin kurucusu değil de Almanya’nın faşist lideri Hitler mi söylemişti?

Gerçek şu: Kemalist milliyetçiliğin modernleşme/çağdaşlaşma projesinin kurbanı nasıl dindarlar olmuşsa ulusçuluk politikasının kurbanı da Kürtler ve Gayrı müslimler olmuştur. Kürtlerin tarihsel-kültürel varlığı reddedilirken gayri müslimlerin varlığı Türk kimliğinde eritilmeye çalışılmıştır.

Gayri müslimlerin ticaret odalarından tasfiyesinden tutun, yabancı şirketlerin yüzde yetmiş beşinin Türk-müslüman olması şartı, “vatandaş Türkçe konuş kampanyası,” mübadele yasası, ad ve soyadlarının Türkçeleştirilmesi, gayrı müslim kızların hemşire yapılamaması, 1934 Trakya olayları, Yirmi Kur’a faciası gibi ayrımcı politikalar tarihin hafızasında dururken hala Atatürk milliyetçiliği “birleştiricidir, ortak bir bizlik duygusudur” diyerek “imamı kör, cemaati sağır, bağır babam bağır”ı oynayanlar bize İncil’de yer alan şu ünlü sözü hatırlatıyor: “Şeytanın en büyük kurnazlığı, bizi kendisinin var olmadığına inandırmasıdır.”