Papandreu'nun Erzurum'a indiği saatlerde Türk uçakları Yunan adaları üzerinde uçuyorlardı.

Neden?

Neden uçuyor, bu zamanlamayı nasıl yapıyorlar?

Bu soruların yanıtı, artık "kıta sahanlığı" gibi dış politika "gerekleri"nden değil, iç politik dinamiklerden hareketle verilebilir verilmelidir.

Zira, Ege uçuşları sadece Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir mesele değildir, aynı zamanda Türk iç siyasetine ilişkin bir sorundur...

Bu çerçevede ilk soru şudur:

Bu uçuş kararlarını kim alıyor ve siyasi iktidar bu kararın ne kadar içinde?

Sorunun yanıtını Cengiz Aktar'ın Ege üzerindeki uçuşlarla ilgili Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde yayınlanan 10 Mayıs tarihli o "önemli ve dikkat çekici yazı"dan bir alıntıyla verelim.

"Nisan başında Yunanistan Dışişleri bakan vekili Dimitri Drutsas resmî ziyarette bulunmak üzere Türkiye'ye gelmişti. Yunan Bakan Ege'de ne işe yaradığı anlaşılmamış olan savaş uçaklarının tehlikeli dansı hakkında bir iki kelam ettiğinde anında cevabı aldı.

Kimden?

Elbette bir hükümet yetkilisinden değil.

İlker Başbuğ, bir anma töreninde Ege'deki uçuşlarla ilgili soru üzerine Türk uçaklarının Ege'de silahsız, Yunan uçaklarının ise tam silah yüküyle kalktığını, uluslararası alanda kimsenin kimseye hüküm koyamayacağını, hükümranlık haklarının korunacağını belirtti..."

Evet, kararı asker alıyor ve uyguluyor.

Dışişleri çevreleri 6 Ocak'taki uçuşla ilgili rahatsızlığı ima etmeleri bundan başka neyin göstergesi olabilir?

Gelelim ikinci soruya: Bu uçuşların asker açısından amacı nedir?

Yanıt açıktır: Siyasete karışmak, kıta sahanlığı konusundaki değişmez devlet görüşünü hatırlatmak, muhtemelen Türkiye-Yunanistan arasındaki görüşmelere bu açıdan etkide bulunmak...

Kanıt pek çok...

Taraf Gazetesi'nin dün, "Asker bunu hep yapıyor" başlıklı haberinde, "son 1 yılda dört defa yapılan Erdoğan-Papandreu buluşmasının üçünde Türk savaş uçakları Yunan adaları üzerinde uçuş yaptı" deniyordu.

Buluşma ve uçuş tarihleri şöyle: 14 Mayıs 2010, 22 Ekim 2010 ve 6 Ocak 2010...

Durum, açık bir şekilde, sivilleşme sürecinin neresinde olduğumuzu ve tam bir sivilleşmede asli hedefin neden askeri alan ve eylemin sivil ve kurumsal denetimi olduğunu gösteriyor...

Askerin siyasi rolünün Türk-Yunan ilişkileri bağlamında anlam ve araçları açısından yazıyı yine Cengiz Aktar'a bırakalım:

"Ekonomik anlamda batık Yunanistan daha uzun yıllar kemer sıkacak, kimsenin canını yakmadan sıkılmaya en müsait kemer ise askerî harcamaları kapsayacak olan kemer! Savunma Bakanı Venizelos'un verdiği rakamlara göre, bu yıl öngörülen 6 milyar avroluk ve yurtiçi hasılanın % 4,8'ine tekabül eden harcamaların sadece 2,3 milyarı silah alımına geriye kalanı personel gideri ve operasyon masraflarına gidiyor.

Yurtiçi hâsılasının % 3'ü olması gerekirken % 14'lerde seyreden Yunan kamu borcunun verilen takvim uyarınca 2014'de makul seviyelere çekilebilmesinin yolu askerî harcamalarda topyekûn indirimden geçiyor.

İşte iki ülke arasında şekillenen yeni anlayış uyarınca Türkiye'nin zordaki komşusuna yapabileceği en büyük katkı askerî harcamalarda kalıcı indirimdir.

Ama sanmayın ki bu sade Yunanistan'a yarayacak.

Kıbrıs müdahalesi sonrasında 1975'de kurulan bizim Ege ordusuna da ihtiyaç kalmayacak. Barış temettüsünün bütçe içinde eğitim, sağlık ve adalet kalemlerine açacağı alan fevkalade önemli.

Bonus olarak da, içeride siyasetten elini ayağını çeken TSK'nın siyasî çözüm gerektiren kıta sahanlığı gibi dış siyaset konularında söz sahibi olması da tarihe intikâl edecek..."

Bonus için zaman ve irade gerekli...