'Güvenlik' söylemini her zeminde ve her koşulda özgürlüklerin ve reformların önünde tutan bu devlet kültürünün omurgası hep ordu oldu.

Haber şöyle: Terörle mücadele  artık ‘sivil’ kontrolünde olacak. Geçmişte, sivil iktidarın pek nüfuz edemediği iç güvenlik işleri, asıl olarak jandarma üzerinden Genelkurmay Başkanlığı tarafından yürütülüyordu. ‘Kırsal’ı kontrol eden jandarmanın egemen olduğu alanlar, Türkiye’nin yüzde 90’dan fazlasını oluşturuyordu.Jandarma görünürde İçişleri Bakanlığı’na bağlı olsa da pratikte Genelkurmay’ın parçası.

Jandarma’nın konumu

İçişleri bakanlarının jandarma üzerinde hiçbir gücü ve etkisi yok. Sicil, terfi dahil her türlü güç Genelkurmay’da.
Ülkenin temel güvenlik algısı İçişleri Bakanlığı değil TSK tarafından şekillendiriliyor. Askerin siyaset üzerindeki vesayetinin bu kadar derin ve sürekli şekilde işleyebilmesi, ülkedeki değerlerin ve algıların yoğun biçimde kontrol altına alınabilmesi bu şekilde mümkün olabildi.

40 bin yaşama mal olan ‘Kürt sorunu’nda ‘güvenlik’ ve ‘operasyon’ inisiyatifinin askerde olması, askerin siyaset içindeki varlığına ve iç atmosfer üzerindeki egemenliğine neredeyse sınırsız bir boyut sağladı.
Doğu ve Güneydoğu’da yürütülen operasyonlar askerin sadece bölgesel güvenlik paradigmasını değil ülkenin genel paradigmasını da kendi egemenliği altında tutabilmesini sağladı.

100 yıllık ‘güvenlik konsepti’ değişiyor mu? Yeni proje hayata geçirilirse, denetim İçişleri Bakanlığı’na geçecek. Güvenlik eksenli iç siyasetin tartışmasız en etkin gücü olan askerin yönetim ve siyaset inisiyatifi, geri dönüşü pek kolay görünmeyen bir şekilde kırılmış olacak. Bu tam bir paradigma değişimi...

CHP, MHP ve bazı yorumcular, yeni tasarıyı, polisin ‘terörle mücadele’de inisiyatif alması ile sınırlı görüyorlar. “1990’larda denendi ve başarısızlığa uğradı” diyerek itirazda bulunuyorlar.

Türkiye, (buna Osmanlı’nın son dönemini de ilave edebiliriz) neredeyse kuruluşundan bu yana bir güvenlik devleti olarak şekillendi.
‘Güvenlik’ söylemini her zeminde ve her koşulda özgürlüklerin ve reformların önünde tutan bu devlet kültürünün omurgası hep ordu oldu. Atatürk döneminde Atatürk’ün kendisi orduya egemen olduğu için sert bir ‘çelişme’ oluşmadı. Bu durum İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde de (1938-1950) devam etti.
Çelişme, sivil güçlerin siyasetteki etkinliğiyle başladı. Önce DP, ardından AP dönemi, siyasetçilerin askerle alan kavgasına tanıklık etti. Her ikisinde de askerler bu partileri devirerek (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971) egemenliklerini geri aldılar, yaptıkları anayasal değişikliklerle güçlerini kurumsallaştırdılar. 12 Eylül 1980, ardından 28 Şubat 1997 ve 28 Nisan 2007 müdahaleleri geldi. Askerlerin siyaseti vesayet altında tutma uğruna verdikleri kavga, yakın tarihimizin ana içeriğini oluşturdu.

‘Sivil egemenlik’ Üçüncü AK Parti dönemi, yüz yıllık kapışmada hızla yaklaşılmakta olan bir kırılma noktasına işaret ediyor.
‘Gerçek iktidar’ olabilme doğrultusunda şimdiye kadarkilerden çok daha ileri bir hamle yaparak iç güvenliğe el koymakta kararlı bir siyasi iradeyle karşı karşıyayız.

“Polis terörle mücadelede işe yarar mı, yaramaz mı” tartışmasının çok ötesinde bir dönüşüm aşamasında olduğumuzu göremezsek tartışmayı doğru zeminde yapamayız

Yeni proje, asker sayısının azaltılmasını, Genelkurmay’ın yetkilerinin kısılmasını ve askerin sivil yönetimin
emrine girmesi gibi konularda eskiden hayal bile edilemeyen bir tablo sağlayabilir. Bir ‘güvenlik devleti’ olmaktan çıkabildiğimiz ve özgürlükleri derinleştirebildiğimiz oranda, daha güvenli bir ülkede yaşama şansımız olacak. NOT: Tabii tahlil şu ana kadar ortaya çıkmış bilgileri temel alıyor... Yarın bu proje nasıl şekillenir ve tam olarak hangi derinlikte bir değişim yürürlüğe girer, yürürlüğe girdiğinde neler yaşanır, bunları henüz net bir şekilde söyleyemiyoruz.