15 Temmuz gecesi ve devamında sokaklarda, polis karakollarında yaşananlar militarizm üzerinden bir kez daha düşünmemizi salık verdi. Uzun yılladır bir grup anti-militarist, vicdani retçi savaş karşıtı olarak militarizm üzerinden söz ve eylem üretmeye çalışıyoruz. Ancak ana akın tartışmalar bir yana, çok dar çevreler, kimi bilim insanları dışında bu konuda söz üretmek pek mümkün olmadı.

Sol ve sosyalist gruplar, muhalif medya bile bizlerin “militarizm öldürür”, “Türkiye toplumu devlet ekseninde militer bir yapıya dönüştürüldü” yönlü değerlendirme ve itirazlarımızı pek görmediler. Şimdi ana akın, muhalif ve de sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulan resimler bizlerin uzun yıllardır anlatamadığımızı çok çıplak bir şekilde anlatıyor; “MİLİTARİZM ÖLDÜRÜR”.

15 Temmuz gecesi Türkiye Cumhuriyeti darbeler mekaniğinin yeni bir halkasına tanık olduk. Aslında bu sürecin önemli bir adımı 7 Haziran seçimleri sonrasında iktidarın; “sizler artık bundan sonra barışın filmini çekersiniz” diyerek burjuva anlamında bile olgunlaşmamış temsili sistemi rafa kaldırmaları ile gerçekleştir. 7 Haziran’da bu toplumun ciddi bir kesimi; “evet bu ülkede ciddi toplumsal meseleler var, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, emekçilerin, yoksul halkın, farklı sosyal tabaka ve de grupların, bunları birlikte tartışarak, şiddet/çatışma/savaş iklimi dışında çözmeye çalışın”. Ancak AKP/devlet bu toplumsal muhalefeti kendilerine karşı bir “kalkışma” olarak okudular ve 8 Haziran’dan sonra başka politik süreçler devreye sokuldu.

20 Temmuz Suruç Katliamı, 24 Temmuz’da İŞİD için kalkan savaş uçaklarının Kandile bombaları, devamında Ankara, Cizre, Sur, Nusaybin… Bir kez daha bütün toplumsal meseleler için şiddet, baskı, gözaltılar, işkenceler, sokak infazları, bodrumlarda katliam ve infazlar. Bir bütün olarak toplum korkunç bir şiddet iklimi içine çekildi. Devlet içindeki iktidar çatışmaları üzerinden büyüyerek gelen darbe girişimi 15 Temmuz tanklar ve savaş uçakları ile bu şiddet iklimin yeni bir aşaması oldu. Darbelerin her türü özgürlük, örgütlenme ve toplumsal muhalefet açısında anlamı önceki darbelerde biliniyor.

15 Temmuz gecesi başka bir şeyi daha gösterdi. Türkiye de devlet eksenli üretilen AKP/RTE tarafından daha da boyutlandırılan eril şiddetin bütün hallerini hemen hemen her gün yaşıyor, tanığı oluyoruz. Darbe girişimine karşı her taraftan ortak bir tepki geldi. İdeolojik, politik bütün farklılıklara rağmen bütün yapı, grup, parti ve de toplum kesin şekilde karşı durdu. 15 Temmuz gecesi yürütme erki ve Cumhurbaşkanı kitleleri darbeye karşı sokağa çağırdı. Olması gereken bir çağrı ve kitleler de sokaklara çıktılar. Sokaklara inme hali ile darbeye tepki ve öfkenin ötesinde başka şeyler de gördük. Kitle içinde bazı grup ve bireyler durumu kendileri için bir fırsat bilerek bütün erkek/eril hezeyanları, ellerinde sopalar, kemerler ile darbeye karışan askerleri linç ederken görüntülendiler.

Türkiye’de uzun yıllardır askerlik “peygamber ocağı”, “erkek/Türk olmanın” zorunlu bir geçiş süreci olarak ifade edilir, buna katılmayanlar, böyle düşünmeyenler içinde “halkı askerlikten soğutma” saikleri ile davalar açılır. Darbe içinde yer alan askerlerin yaşadıkları en korkunç olandı. Bir yandan komutanın emri var, emre itaat TSK ve bütün ordularda öğretilen en temel kuraldır. Buna itiraz etmek suç işlemek; madde 155 emre itaatsizlik olarak ifade edilir ve askerler yargılanırlar. Bu kez de emre itaat ettikleri için sokaklarda linçlere uğradılar, kemerlerle dövüldüler, boğaz köprüsünden atılmak istendiler, çırılçıplak soyulup her türlü küfür ve hakarete uğradılar.

Zorunlu askerliğin kişi hak özgürlüklerinin gaspı/angarya ve bir yerde devlet tekelinde üretilen bir şiddet olduğunu, onun için buna karşı durulması gerektiğini söyleriz. Bu kez bunun nasıl bir şiddet hali, kişi özgürlüğü gaspı olduğu yaşananlar ile açığa çıktı. Uzun yıllardır “askerlik peygamber ocağıdır” diyerek askere gitmeye çağıranların bir anda ellerinde kemerler ve boğaz kesme girişimleri ile nasıl bir durum içinde olduklarını anlamak bizler için çok zor olmadı. Zira üretilen erkek hallerinin/militarizmin kışla duvarları sınırlı olmadığını biliyoruz. Sokaklarda günlerdir bu şiddet iklimi devam ediyor; gecenin her saatinde erkek naraları, bağrışları, kornalar, camilerde yükselen selalar…

Darbe karşıtlığından yer yer kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan ve başka politik tercihleri olanlara dönük bir saldırıya dönüştü. Kimi Alevi mahallerine çok açık saldırılar oldu. Ve karşı tepkiler, iktidarın “şimdi sırası değil” gibi telkinleri ile bu erkek/eril/militer şiddet biraz geri çekildi. Ancak tek bir cümle/düğmeye basma hali ile sokaklarda yerlerini alacaklarını çok iyi biliyoruz. Sokaklardaki bu şiddet/linç biraz kontrol altına alınırken bu kez de darbe girişiminde bulunan askerlerin işkence fotoğraflarını görmeye başladık. Çok açık bir şekilde iktidar ve de onun kurumları altına imza attığı uluslararası hak ve özürlülükleri bir kenara bırakarak işkence uyguluyor.

Darbe girişimin OHAL’e dönüşmüş hali ile aslında bu kez darbe girişim olmaktan çıkıp tamamlanmış oluyor. Üzerlerindeki elbiselerin haki yeşil değil de başka başka renkten olması bir şeyi değiştirmiyor. Sokaklarda yaşanan linçler, gözaltı işkence ve tecavüzler, gözaltı süresinin bir kararname ile 30 gün olması, bir anda binlerce insanın çalışma hayatlarından alıkonulmaları…

Wikipedia’daki tanımı ile terör ya da terörizm; siyasal, dinsel ve/veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımını ifade eden terimdir. Şimdi bizlerin sokaklarda, kamu binalarında, kışlalar içinde, polis karakolları içinde yaşadıklarımızın bu tanımdan farklı olduğunu söylememiz mümkün müdür? Türkiye’de istenen mutlak iktidarın “başkanlık” ya da “sultanlık” halinde uygulanmasının kılıfı olmaktan öteye geçmiyor OHAL. Bütün bunların kaynağında militarizm var. Bu olgu/durum ile yüzleşmek ve mümkün olduğu kadar bunu siyaset, akademi, medya, sosyal hayat, sokaklarda uzak etmedikçe darbe, darbe girişimleri, OHAL’ler hayatımızda hep olacaktır.

Bu şiddet ve militarizm kaynağını Kürdistan’daki savaştan almaktadır. Bu savaş bitmeden gerçek anlamda sivil/demokrat politikalar Türkiye’de güçlü bir hale gelemeyecektir. Dün Cizre, Sur, Nusaybin’i tanklar, toplar ve savaş uçakları ile yerle bir ettikten sonra yıkılmış kent duvarlarına Türk bayrağı asanlar 15 Temmuz gecesi o silahlar ile Türkiye sokaklarında, semalarında boy gösterdiler. Türkiye’de etnik aidiyeti, inancı, politik duruşu ne olursa olsun, şiddet iklimi dışında, demokratik özgür bir ülkede yaşamak isteyenler Kürdistan’daki savaşı görmek buna karşı söz ve eylem üretmek ve bu şekilde ülkedeki militer politikaları geriletmek zorundadır.