Gerçek anlamda bir cehennemde yaşıyoruz!

Bu cehennemin kuruluşunda bilmeden, istemeden, zorunlu olarak, hatta kimlikler saklanarak var olduysak da yananlar hep biz olduk...

Cehennemi kurup tepesinde yaşayan ve buradan asla inmek istemeyen yönetici kadro, bizler cehennemin ateşinde yanarken, onlar bizim ateşimizde kebaplarını pişirerek kadehlerini zevkle yudumladılar...

Yanlışlara, haksızlıklara, ortak değerlerin soygun ve talanına, doğanın tahrip edilmesine, yanlış politikalara, kişisel çıkarların sürekli öne sürülmesine, emperyalist çıkarların savunulmasına, hor görülmeye, aşağılanmaya, kısaca insana dair ne varsa onu yok edenlere karşı duran her insan, birlik, parti veya örgüt bu cehennemde yananlardan oldu....

***

Devletin kuruluşunun ilk günlerinden itibaren faili meçhul cinayetler başladı. Katliamlar başladı. İnkar ve ret politikaları başladı. Henüz kuruluş çalışmaları sırasında karşılıklı görüşmeler sonucu varılan mutabakatla kaleme alınan ve coğrafyada yaşayan tüm kimliklere özgürce gelişme ve kendini yönetme hakkı veren 1921 anayasası 3 yıl bile dayanamadı. Özgürlüklere, eşitliğe, kardeşçe yaşama karşı olanlarca değiştirildi...

Teşkilatı Esasiye adı verilen toplam 23 maddelik ilk Anayasanın 11, 12, 13 ve 14. Maddeleri özerk yerel yönetimleri öngörüyor ve belirliyordu. Bu maddeler hakkıyla uygulamaya koyulsaydı ve buna uygun yasalar üretilseydi, vilayetlerde yerel meclisler ve yönetim nüfus yapısına göre belirlenecek, merkezi hükümetin yapması gereken işler dışındaki tüm yetkiler yerel yönetimlerin olacaktı. Ancak, bugünkü olayları yaşamamıza neden olan anlayışlar doğrultusunda, bu anayasa 1924'de değiştirilmiş, yerel yönetimler ve özerklikle ilgili maddeler kaldırılmıştı.

***

Koçgiri’den Dersim’e, Çorum’dan Maraş’a, Suruç’tan Ankara katliamına varana dek, bir çok katliamın kimisini gördük, yaşadık, kimisini duyduk, okuduk.

Köy yakmalar, faili meçhuller(!), işkence, baskı ve zulümler, insan hak ve özgürlüklerinin ihlalleri, yasaların keyfi uygulanması, hukukun kimliğe ve varlığa göre işlemesi, kadın cinayetleri, tecavüz, çocuk hakları ihlalleri, doğanın para için, rant için fütursuzca katli ve benzer bir çok hukuksuzluğun gündelik yaşam haline gelmiş olan coğrafyamızın, tekrar yaşanacak bir yer, bir yurt, bir ülke, bir cennet olabilmesi için ne yapmalı?!

***

İnsan hakları ihlallerinin, şiddet, baskı ve zulmün, işkence ve ölümlerin, katliamların bitmesi, korkusuzca, kardeşçe, eşit, özgür ve huzurlu yaşayabilmek için, sömürüyü, soygunu, talanı, insan hakları ihlallerine son vermek için, bize yaşamı armağan eden doğayı koruyabilmek için ne yapmalı?!

***

Bu basit sorunun cevabı ne yazık ki kendisi kadar basit değil!...

Bizlerden çok daha önceleri, sosyalizmin kurucu ve kuramcıları tarafından, gerek genele gerekse kendi özellerine ait çözüm yolları anlamında, defalarca verilmiş olan cevaplar var elbette... Yeterli olmamış ki bizler bu çözüm yollarını on yıllardır tartışır, analiz eder, evirir çeviririz, yine de kendimize çıkış yolu bulamayız nedense.

"Sınıfın öncülüğünde" örgütlenmeyi öğrenmişiz! Sınıfın bundan haberi olmamış.

Tüm sorunları çözmek, insanca yaşamı inşa etmek, sömürüyü bitirmek adına toplumsal mücadele temelli kurulan tüm birlik, parti ve örgütler amiplerle yarışırcasına bölünmüş, parçalanmış, çoğalarak küçülmüş.

Kurulan her yapı süresini doldurmaya zaman bulamadan birkaç parçaya bölünmüş, her parça diğerini değişik içeriklerle suçlamış, dün birlikte yürüdükleri insanları düşman ilan etmiş, asıl amacından saparak içinden çıktığı yapılarla mücadeleyi temel alıp asıl amacından sapmış.

Doğal olarak bu tür gelişmeler de mücadele edilmesi gereken yapının ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramamış, mehter marşı gibi iki ileri bir geri hareketle zaman geçirmekten başka bir sonuç alamamış.

Tüm bu sorunları aşmak için, sağlıklı, birlik ve beraberliği gerçek anlamda sağlayacak, mücadeleyi disiplin içinde kararlı bir şekilde sürdürüp sonuç alacak örgütlenme için ne yapmalı?!

Birbirimizi suçlamadan, ortak çıkarlar temelinde, birlikte ezilip salça olduğumuz ortak kazan içinde, daha fazla çocuk ölmeden, zulüm altında yok olmadan, insanlıktan çıkmadan, içeriğine yakışır kardeşçe yaşam için ne yapmalı ve neyi nasıl yapmalıyız?

Bilimsel tartışma adına yapılan gevezeliklerden bıktık artık. Klasikleri okuyup ezberlemek, satır, satır birbirimizin gözüne sokmaktan, işimize gelmediğinde veya zorda kaldığımızda birbirimizi oportünizm, revizyonizm, şovenizm, sosyal faşizm gibi suçlamalardan, eleştiri adına yapılan küfürnamelerden bıktık.

Doğru konuşmak için eğri oturma zamanı geçmedi mi?

Doğru konuşmak için de doğru oturmanın zamanı gelmedi mi?

Başkalarına batırdığımız çuvaldızları toprağa gömme, kendimize iğne batırma zamanı geçmedi mi?

Bizler birbirimize düşmüş, birbirimizi kötüleyip, birbirimizin eksik ve hatalarını bulmak için uğraşırken, tüfekle, topla, tankla, uçakla teker teker veya topluca tüketmekteler bizi.

Gün yok ki ölüm haberi duymayalım.

Gün yok ki ağıtlar yankılanmasın gökyüzünün maviliğini karartarak.

Gün yok ki evlerimiz yakılmasın, hayvanlarımız öldürülmesin.

Gün yok ki insan hak ve özgürlükleri ihlal edilmesin.

Ne zamana kadar susacağız?

Sosyal medyada iki satır acılarımızı anlatan ifadelerle, ‘’yanındayız’’, ‘’unutmadık, unutmayacağız’’ gibi ifadelerle rahatlatmaya çalıştığımız vicdanlarımız da isyan etti edecek, bizi terk edip gidecek. Çırılçıplak kalacağız insan vücudumuzda, içi boş, anlamsız.

Aslında sorulan sorunun cevabını, ne yapılması gerektiğini, nasıl yapılması gerektiğini, iki satır okuyup birkaç damla mürekkep yalamış insanlar bilir.

İki satır okumamış, mürekkep yalamamış ama acıyı tatmış, vahşeti yaşamış, her gün defalarca ölmüş, ağıt yakmaktan dalağı şişmiş, gözlerinin yaşam ışığı sönmüş insanlar var ya, işte onlar bizden çok daha iyi bilir ne yapılması gerektiğini ve yaparlar da...

Yaparlar ama yalnız kalırlar. Güçleri yetmez zulmün gücü karşısında.

Arar gözleri daha dün birlikte gülüp lokmalarını paylaştığı insanları, görmediğinde hüzün çöker yüreğine.

Onlar ne yapılması gerektiğini bilirler. Bizler de.

Onlar ne yapılması gerektiğini bilir ve yaparlar. Bizler biliriz ama yapmayız.

İşte sorun da tam burada.

Çözüm?!...