Özgür Gündem’den Mikail Barut İmralı’da Öcalan’la kalan tutuklular Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran ile görüştü.

“Çözüm süreci”nde İmralı Cezaevi’ne gönderilen ancak çözüm masasının devrilmesiyle Silivri Cezaevi’ne sürgün edilen PKK’li tutuklular Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran, Öcalan’ın çeşitli konulardaki fikirleri üzerine Özgür Gündem’in sorularını yanıtladı.

Arkaş ve Kuran’ın aynı cezaevinde bulunan gazeteci Mikail Barut’un sorularına verdikleri yanıtların birçok bölümü cezaevi yönetimi tarafından sansürlendi.

26 Mayıs’ta cezaevi idaresine teslim edilen mektup sansürlü ve gecikmeli olarak 1 Ağustos tarihinde PTT’ye verildi. Özgür Gündem’e gecikmeli ulaşan röportaj şöyle:
***
Rojava Devrimi’nin Sayın Öcalan tarafından yeni bir Ekim Devrimi olarak ele alındığını biliyoruz. Rojava Devrimi’nin geldiği aşama bağlamında ne söylemek istersiniz?
Çetin Arkaş: İmkânlarımız ölçüsünde Rojava’daki süreci izlemeye çalışıyorduk. Girê Spî, Kizwan Dağı, Hol, Tişrîn, Hesekê ve Şengal Hamleleri’ni yakından takip etmeye çalıştık. Sayın Öcalan tüm bu gelişmeleri olumlu bulmakla birlikte, ciddi biçimde eleştiriyordu da. Stratejik anlamda Rojava’da gelişecek devrimci sürecin tüm Ortadoğu açısından öneminin yeterince kavranamadığını, teorik olarak dile getirilen hedefleşmelere göre de pratikleşmenin yansıtılmadığını belirtip eleştiriyordu.

Hangi açılardan eleştiriyordu?
Arkadaşların dar ve tutuk kaldığını ifade ediyordu: “DAİŞ faşist bir zihniyeti ve halkların köleliğini hâkim kılmaya çalışan bir yapıyı kurmak için hamle üstüne hamle yapıyor. Kendine devrimci diyen özgürlükçü halk güçleri, DAİŞ kadar da mı iddialı, hamleci olamıyorlar. Bu kabul edilebilir mi? Bütün tarih böyle bir fırsat yaratmış ki halklar adına, Demokratik Ulus Perspektifi’yle tüm Ortadoğu’da özgürlük rüzgârı estirmek için şartlar elverişlidir. Rojava’daki devrimci süreç tıpkı Fransız Devrimi, Ekim Devrimi ayarında bir etki yaratacaktır. Kürtlerle birlikte; Arapların, Türkmenlerin, Farsların, Süryani ve Ermenilerin, ezilen ve inanç gruplarından bu ruha sahip binlerin akın akın katılacağı siyasi ve askeri oluşumları yaratmak hem mümkündür, hem heyecan vericidir. Devrimci bir ruhla çalışılırsa 6 aylık bir sürede yenilmez bir Konfederasyon Ordusu yaratmak işten bile değildir. Böyle bir oluşum karşısında hangi gerici ve statükocu merkez tir tir titremez.”

Rojava öncülüğünde demokratik komünal yaşamın oturtulmuş olduğuna dair şüphelerini dile getiriyordu. Sayın Öcalan amansız bir savaş süreci içindeyken bunun yeterince hissedilmediğini ve buna göre örgütlemenin yaratılmadığını belirtiyordu. “Mesela bizimkiler gevşek, tutturmuşlar Kobanê’yi yeniden inşa etmeyi. Bütün uğraşı inşaat faaliyetine verirsen, savaş içinde olduğunu göz ardı edersen daha çok yerinden vurulursun. Savaş içindesiniz, savaş. Gerekirse evli olan kadın ve erkekler bile beş sene birbirimize yanaşmayacağız, yaşamımızı buna göre örgütleyeceğiz, demeli” diyordu.

Efrîn’e yönelik kapsamlı eleştirileri vardı. 4 yıldır Efrîn güçlerinin atıl kaldığını, ciddi bir liberal anlayışın hakim olduğunu, potansiyellerini iyi değerlendiremediklerini, şimdiye kadar çoktan harekete geçmeleri gerektiğini ifade ederek, “Bu halde Efrin’e çakılıp kalırlarsa vurulurlar, zaten adım adım kuşatılmaya çalışıyorlar. Efrin’le ilgili habire tekstil atölyeleri kurulduğu, şu kadar üretim yapıldığı yönünde haberler çıkıyor. Yani, kapitalist inşa işleri öne çıkartılıyor... Neyle karşı karşıya olduğunun farkına varamama hali egemen. Bugünler tekstil atölyeleri değil silah ve mühimmat atölyeleri inşa etme, savaş komünizmini yaratma ve tüm topluma mal etme günleridir” şeklinde uyarıları vardı.

Son birkaç aydır Şêx Meqsûd ve Efrîn çevresinde yaşanan saldırılar tam da Sayın Öcalan’ın aylar öncesinden dikkat çektiği hususları doğruluyor. Ada’daki sohbetlerimizden yola çıkarak belirtebilirim ki Cerablûs-Ezaz hamlesi aslında çok önceden yapılmalıydı. Kimi dengelerin bir yere kadar gözetilmesinin anlaşılır olduğunu, ancak öz güce dayalı devrimci yapılanmalarının zamanında geliştirilmesi sahada çok daha inisiyatifli olacağını önemle belirtiyordu.

Rusya’nın sahaya müdahalesi ve ABD ile ilişkiler konusu...
Çetin Arkaş: Muhtemelen Rusya ve ABD’nin kendi aralarında bir anlaşma yapmış olabileceğini söylüyordu. Türkiye’nin Suriye politikasının baştan beri yanlış olduğunu ve bunda ısrar etmenin Türkiye’ye hiçbir yarar getirmeyeceğini belirtiyordu. Çeteci gruplarla Suriye’yi dizayn etme politikası çökünce, Rusya uçağının düşürülme hamlesiyle NATO’yu arkasına almaya çalıştı ama bu hesabı da ters tepti, daha baştan çuvalladı. (...) Kürt Hareketi’nin yalnızca Rusya ile değil, sahadaki güçlerle özgücünü esas almak kaydıyla ilişki geliştirmesinin doğal olduğunu, bunu yaparken de tarihsel ve güncel bilinci oldukça yaratıcı bir şekilde buluşturmak gerektiğinin altını çiziyordu.

“Keşke Türkiye Kürt fobisinden ve Ortadoğu’da egemenlik kurma hayallerinden vazgeçseydi de uzattığımız eli tutabilseydi. Ama görüyorsunuz ben milyonların şahitliğinde ‘Eşme Ruhu’ dedim, onlar aynı yeri ziyaret edip ‘terörist başı’ dediler. Ne yapıp ederiz de Kürt koridoruna müsaade etmeyiz diyorlar. Hâl böyle iken herhalde tüm bunları izleyen Kürtler de kurbanlık koyun gibi başlarını bıçağın altına yatırmayacaktır” şeklinde çok net uyarılarda bulunuyordu.

Öcalan’ın sık sık devlet heyetiyle görüştüğüne dönük haberler çıktı medyada, hatta kurumlara, bireylere ilişkin eleştirileri olduğu...
Nasrullah Kuran: Bu yönlü haberleri bizler de Ada’da bazen hayretle, bazen de öfke ve tebessümle izliyorduk. Haklarını vermek lazım, AKP bu konuda oldukça sistematik olmuş bir özel savaş propaganda aracı oluşturmuş durumda. Örneğin en son bizim Ada’dan kaçırılışımıza ilişkin Abdulkadir Selvi’nin geliştirdiği bir yazı vardı ki, çok sonradan haberdar olduk, gerçekten de tam bir şarlatanlık örneğiydi. Güya Sayın Öcalan ile aramızda Alevilik üzerine bir tartışma çıkmış. Yazının özneleri olarak bizler öne çıkarılmış gibi gösterilsek de aslında orada yine Sayın Öcalan hedeflenmişti.

Heyetle yapılan en son görüşme (devlet heyetiyle) 25 Haziran (2015) tarihlidir. O görüşmede Sayın Öcalan’dan harekete ortamı yumuşatan bir mektup yazılması talepleri olmuştu. Sayın Öcalan değerlendireceğini belirtmişti. Sayın Öcalan’ın cevabı “Kandil’e mektup yaz yaz nereye kadar? Heyete söyleyin eğer çözüme dönük bir projeleri varsa gelsinler görüşelim, yok yine mektup vs. oyalamalara başvuracaklarsa gelmelerine gerek yok, görüşmeyeceğim” tarzında oldu.

Biz Ada’dayken Kamu Güvenliği Müsteşarlığı (KGM) yardımcısının Sayın Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşme de oldukça ilginç geçmişti. Bu da sürgün edilmemizden 2 ay önceydi. Rojava üzerine açılan tartışmada KGM yardımcısı “Rojava’yı çok abartıyorsunuz. İstesek bir ordu 300 uçak kaldırır orayı dümdüz ederiz” diyor. Bu cümle bile tek başına T.C sömürgeciliğinin gerçek zihniyetini aslında yeterince ele veriyor. (Sansürlü)

Sayın Öcalan’ın AKP iktidarına zerre kadar bir güveni yok. Gelen heyet ile de “Devlet Heyeti” olma sıfatı itibariyle görüşmeyi kabul ediyordu. AKP heyeti olarak gelmesi planlanan bazı isimler zikredildiğinde Sayın Öcalan’ın buna tepkisi çok sert olmuş ve reddetmiştir. AKP’nin iktidarı uğruna İslamiyet’i ve milliyetçiliği araçsallaştıran her türlü değeri öğüten, ilke ve ahlak tanımayan faşizminin hareketimizin “Yüzyılın Faşizmi” olarak adlandırmasını yerinde bulmuş ve “Madem ki ‘Yüzyılın Faşizmi’ diyorsunuz o zaman buna karşı yüzyılın devrimci demokratik direnişini geliştirmek de boynumuzun borcudur” demiştir.

‘Seni başkan yaptırmayacağız’ sözünün yankısı, süreci bu sözün bitirdiği iddiası...
Nasrullah Kuran: İktidar ve kimi çevrelerin bu iddialarının doğruluğunu tespit etmek çok güç değildir. Sürecin başından günümüze kadar yaşanan gelişmelerin ve ilgili kişilerin açıklamalarını kronolojik bir sıralamaya tabi tuttuğumuzda şunu çok somut görürüz. Bu durumda “Seni Başkan yaptırmayacağız” kampanyasının süreci bitirdiğini iddia etmek Sayın Öcalan’ın deyimiyle şarlatanlıktan başka bir şey değildir. Daha yaratıcı, gündeme ve vizyona uygun slogan üretilemez miydi? Bu da üzerinde düşünme ihtiyacı duyulan bir soru olarak gündemimizde yer buldu.

HDP, 7 Haziran seçimlerinde önemli bir başarı elde etti. Ardından çok sert yönelimler oldu. HDP’nin 7 Haziran sonrası durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nasrullah Kuran: Her şeyden önce HDP’yi tek başına HDK’den bağımsız ele almamak lazım. Amaç-araç ilişkisi bağlamında değerlendirdiğinizde de bu böyledir. HDK amacı, HDP ise aracı tanımlar. 7 Haziran seçimlerinde elde edilen başarı sınırlı bir başarıdır. Sayın Öcalan’ın beklentisi yüzde 25’lik oy potansiyelinin en az yüzde 15 düzeyinde yansımasını bulacağı yönündeydi. Sahada bu inancın öncelikle çalışan kadrolarda yeterince yaratılmamış olması önemli bir dezavantaj oluşturdu. Yüzde 13’lük oy aslında HDK bileşenleri açısından bir başarı olarak değerlendirilirse de bunun sınırlı bir başarı olduğunu belirtmek lazım.

“DAİŞ ONLAR GİBİ YAPIYOR”

İmralı’da kaldığınız zaman dilimi içerisinde en çarpıcı anı veya gözlemlerinizden birini anlatacak olursanız...
Nasrullah Kuran: Sayın Öcalan ile buluşmak bir anlamda tarih ve şimdinin diyalektiği ile buluşmaktır. Bu nedenle her an kendi içerisinde bir çarpıcılığı, bir farkındalığı barındırır. Sayın Öcalan esir alınıp İmralı’ya hapsedildiğinde birçok yoldaşımızın kendini yakma eylemleri gerçekleşmişti. Sayın Öcalan bir subayla tartışıp “Yazıktır, bunca insanın kendini yakması kabul edilemez, bir yol açın engelleyelim” diyor. Subay ise “Ooo... kebap oluyorlar, kebap!” yanıtını veriyor. Bugün Sur’un, Cizre’nin bodrumlarında, ülkemizin birçok alanında iş başında olan işte bu zihniyettir. Bu nedenle “DAİŞ gibi yapıyorlar” demek yanlıştır, “DAİŞ onlar gibi yapıyor” demek daha doğrudur.

“ORTADOĞU DEMOKRATİK ULUSLAR BİRLİĞİ”

Diğer bir konu Ortadoğu’nun yeniden inşasında Kürtlerin tam olarak nerede durduğu sorusu...
Nasrullah Kuran: Ortadoğu’nun yeniden inşası derken her şeyden önce iki temel olguyla karşı karşıya olduğumuzu bilmek zorundayız. Birincisi; kapitalist modernitenin ulus-devlet klasiği temelinde gerçekleştirmek istediği inşa; diğeri ise demokratik modernite kuram ve kavramlarına uygun olarak geliştirmek istenen Demokratik Konfederal Kürdistan ve Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’dir. Sayın Öcalan bu açıdan Ortadoğu’daki mevcut koşulların Demokratik Konfederal Kürdistan ve Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’ni iç içe geliştirmek açısından yeterince elverişli olduğunu düşünmektedir. (Sansürlü).

KDP’nin katılmama tutumunu sürdürmesi durumunda kongre KDP olmadan da gerçekleştirilebilmelidir.

1-KDP, TC ile tam bir kader birliği yapmış görünmektedir. TC’nin Kürt varlığına yönelttiği planlı saldırıların bir parçası ve uzantısı olma rolünü benimsemiş bir duruş sergilemektedir. Tüm Kürdistani örgütler ve Demokratik Ulus Kongresi buna karşı bir tutum almalı ve bir karar oluşturmalıdır.

2-Demokratik Ulus Kongresi’nin yeri Süleymaniye olarak belirlenebilir. Askeri güçler “Demokratik Konfederal Kürdistan Ordusu” adı altında ortak savunma örgütü olarak bir merkezde birleştirilebilir.

3-Demokratik Modernite çizgisinin bugüne kadar Güney Kürdistan’da kendi partisini ve askeri yapılmasını geliştirmemiş olması önemli bir eksikliktir. Nasıl ki kuzeyin PKK ve HPG’si, Rojava’nın PYD ve YPG’si, Rojhilat’ın KODAR ve HRK’si varsa Güney’in de olmalıdır.

4-Afrin’den Kandil’e kadar olan hattı denetimimize almadığımız müddetçe asla güvenlikte olmayacaksınız. Musul, Şengal, Zaxo hattı bu çerçevede stratejik bir konuma sahiptir. Tüm bu alanlarda etkinlik kurmalısınız. Şengal özerk bir alan olmalı. TC’nin KDP ile birlikte gerçekleştirdiği Başika hamlesi tamamen değerlendirmelerimizin sonucunda gerçekleşen bir karşı hamledir. Bu nedenle KDP kötü oynuyor diyorum, bir yerden sonra TC’den ayrıştıramıyorsun.

5-Rojava’nın Kuzey Suriye Federasyonu adı altında örgütlenmesi daha doğrudur. Tüm kesimleri temsil eden 300 kişilik bir meclis oluşturur ve eş başkanlarını seçerler. Her üç kanton, kuzey sınırı tümden birleştirilir. Buna bağlı olarak Kuzey Suriye Federasyon Ordusu kurulur. Ve bütün askeri yapılanmalar bu çatı altında birleştirilip büyütülür.

6-Efrîn güçlerinin bugüne kadar Cerablus’a yönelmemesi ve Kobani ile birleşmemesi ciddi eleştiri konusudur.

7-Rojava ve Başûr(Güney-Irak Kürdistan Federe Bölgesi) için ön görülenler Rojhilat(Doğu-İran Kürtdistanı) için de geçerlidir. İran’a dikkat edilmeli, gerçekleştirdiği idamlara kapsamlı ve yerinde yanıtlar geliştirilmeli.

8- Ortadoğu Demokratik Ulus Birliği için Demokratik Ortadoğu Konfederasyon Ordusu kurulmalı. Ordunun merkezi Hesekê’de olur. Bu ordu her parçada temsilini bulur. DAİŞ vb. halkların varlığına kasteden faşizmler neredeyse oranın üzerine yürür. Ortadoğu halklarının ortak savunma gücü olarak örgütlenir.

Detayları olmakla birlikte vurgular düzeyinde özetle bunlar belirtilebilir. Bu tanımlamalar sanırım Ortadoğu’nun yeniden inşa sürecine Kürtler’in nerede bulunduğu sorusuna gerekli yanıtı oluşturmuştur. (Kaynak: Özgür Gündem)