Evet, hepimizin kafası karışık, olup biteni soğukkanlılıkla analiz etmeye engel bir ruh hali içindeyiz. Ama biraz tepeden bakarak, ‘kalkışmanın’ öne çıkan özelliklerini sıralamak önemli bir rehber olabilir; durumu netleştirmekte.
 
  1. ‘Darbe’nin en tepesindeki iki hedef; Cumhurbaşkanı tatilde, Başbakan kanal kanal canlı yayında. İlk etapta hedef olması gerekenlere dokunulmuyor. Erdoğan’ın kaldığı yer, ancak Erdoğan güvenli şekilde ayrıldıktan sonra saldırıya uğruyor. 
     
  2. Herkesin sokakta olduğu bir saatte, önce adeta reklam yapılarak İstanbul’daki köprülere asker gönderiliyor ve sanki muhatapların önlem alması için kamuya açık duyuru yapılıyor.
     
  3. Her nedense havuzun yayınlarına hiç engel olunmuyor ama muhalif 2-3 kanalın yayını kesiliyor.
     
  4. Niyeyse meclis, yani parlamenter sistemin en önemli simgesi bombalanıyor. Kimin nereyi, niye bombaladığı belki hiç öğrenilemeyecek.
     
  5. 500-600 kişilik gruplar, tankların içinden askerleri alabiliyor, hatta don-gömlek soyabiliyor. Sıradan insanlar TRT’den falan askerleri yaka paça çıkarabiliyor. Yani o kadar hazırlıksız ve re-organize asker tablosu.
     
  6. Verilen rakamlara göre en fazla 2 bin askerin karıştığı bir kalkışmayı, TSK gibi dünyanın en güçlü ordusu engelleyemiyor da, Genelkurmayı kuşatma ve silahsız askerlerce ‘rehin alındığı’ söylenen Genelkurmay Başkanını kurtarma işi polise bırakılıyor. Polisin genelkurmayı kuşatma görüntüleri acayip sükse yapıyor, polis cephesinde.
     
  7. Ve demokrasiye sahip çıkma şovu imamların ülkenin her santimetre karesindeki camilerden aynı anda, aynı sözlerle, “dine-kitaba sahip çıkma” anonslarıyla yapılıyor.
Maşallah, askerin gösteremediği organize çalışmayı imamlar başarıyla gerçekleştiriyor.

Bu arada camilerin çokluğunun cemaat sayısıyla değil, işlevi nedeniyle önemli olduğunu anlamış olduk.

Psikolojik harbin tüm unsurlarının devrede olduğu tablo “Fethullahçı subayların kalkışması” olarak açıklanmaya çalışılıyor. Askeri Şura’da tasfiye edilecekleri için bu maceraya girişmişler. Tasfiye olmaktansa ölürüz ya da müebbet yatarız, demişler herhal! Darbeye kalkışacak kadar güçlülerse nasıl tasfiye edileceklerdi, o da soru işareti. Hem de yıllardır yapılan cemaat operasyonlarına rağmen.

Hem de jandarma istihbarat, polis istihbarat ve ‘El Muhaberat’ gibi bir MİT teşkilatının topu birden iktidarın elindeyken!

Canlı bomba mı ki bunlar patlamadan yakalayamadınız?

Onca çatışma ve ölüm çakma bir darbede olur mu, diye sorulabilir de, bu kadar irrasyonel bir darbe girişimi, defalarca darbe görmüş ne bu ülkede ne darbelerle yönetilen başka ülkelerde görüldü mü, sorusu da tabii ki sorulabilir.

Şunu diyorum; devlet ve iktidardaki çekirdek bir kadronun organize ettiği, gerçekleşeceğine samimiyetle inanan askerlerin provoke edilerek işe dahil edildiği; hatta cumhurbaşkanının güvenli bir yere gönderilerek olası ‘kazaların’ da hesaba katıldığı ‘kontrollü bir darbe’ olabilir mi?

Daha sayısız sorunun yanıt beklediği ve ne yazık ki o yanıtları yıllar sonra belki bulabileceğimiz bir türlü bitmeyen/bitemeyen olağanüstü hallerde yaşıyoruz.

Peki hedef ne?

Bu soruya, hiçbir derin istihbarat kaynağı olmayan zavallı bir gazeteci olarak ancak iki olasılıkla yanıt verebiliyorum.
 
  1. ‘Mağduriyet’ üzerinden bir kez daha oy devşirilecek, 5 puan düştüğü açıklanan oy oranları tırmanacak, hızla seçim ve referanduma gidilerek, istendiği gibi bir tek adam rejimi tahkim edilecek. Başka bir deyişle; kalan son demokrasi kırıntıları da salâ sesleri arasında betona gömülecek.
     
  2. Daha iyimser bir olasılık da var. Başbakan Binali Yıldırım’ın “İçeridekilerle de barışacağız. İçerideki dostlarımızı da artıracağız” sözlerini ciddiye alırsak; Erdoğan ve çekirdek kadrosu ile ‘bir kısım devlet’ gidişatın yönetilemez hale geldiğini görerek, eski karanlık odaklarla, ‘Ergenekoncu’ yapılarla ittifakı sona erdirmeye karar verdi. Kontrollü bir darbe aracılığı ile bu kesimi tasfiye ederek, sözüm ona demokrasiye sahip çıkma gerekçesiyle yeniden liberallerin, demokratların, kaybettiği muhafazakar kesimlerin, Kürtlerin etrafında toplanmasını sağlayacak.
    İçeride ve dışarıda yitirdiği itibarını ve meşruiyetini geri kazanmaya çalışarak, uzlaşmacı bir zeminde demokratik bir anayasa yapmanın yollarını arayacak.
Umarım ikinci seçenek gerçekleşir. Bunun dışındaki tüm seçenekler iktidar için de hepimiz için de kaos, çatışma, bomba ve silah sesleri arasında hayatta kalmaya çalışmak demektir.

Erdoğan ve dar kadrolarının üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi yolu, ABD’deki 3 önemli davanın ve BM’nin Cizre’deki sivil katliamlarına ilişkin açıklamaları… Bunların siyasi sonuçlarını tahmin etmek zor değil de gayrı resmi sonuçlarını düşünmek bile istemem.

Bakalım Türkiye’nin erk sahipleri “ezip geçebilecekleri” bir çatışmayı mı, “huzur adası” yaratacak uzlaşmayı mı seçecekler?