“Yolladık askere, düşünmedik böyle bir terslik olacak, 23 Nisan’da böyle bir korku geçmedi aklımızdan. Ama herhalde o 24 Nisan bir gözdağıydı. Sevag veya bir Ermeni çocuk, o gün öldürülmeliydi! Yeri ve zamanı Sevag için uygundu. Hiç Ermeni çocuk yok, şahitlik yapacak insan yok, dağın başında, gerekli elemanlar da oradaydı”. Esra Açıkgöz ve Hakan Alp’in “Biz insanız yavrum ya!” kitabında Sevag Şahin Balıkçı’nın annesi Ani Balıkçı bunları söyler.

Tarih 24 Nisan 2011. Bir 24 Nisan tarihinde kışlada bir Ermeni ölüyorsa kimse bizi buna “şaka”, ya da “kaza kurşunu” olduğuna inandıramaz.

Türkiye Cumhuriyeti daha önceki onbinlerce Kürt, Alevi, Sosyalist gencin kışlada ölümünü ailelerine “kaza”, “eğitim zayiatı” olarak bildirmiş. Ermeni askerin ailesine de “arkadaşı ile şakalaşırken kaza kurşunu ile öldü” demeye geldiğinde Sevag Şahin Balıkçı’nın babası Garbis Balıkçı; ”bir gavur öldü, mutlu musunuz?” diye karşılar durumu.

Kürdü, Alevisi, Sosyalisti, Ermenisi faili belli şekilde ölen çocuklarının arkasında “unutmayacağız!” derler. Biz unutmadık, aslında bizim unutmamıza izin vermediler. Unutmak bir yerde yüzleşmek demektir, yaraların iyileşmesi demektir, bütün farklılıkları ile bir arada barış içinde yaşamak demek. Oysa Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman toplumsal barış politikalarına gelmeyerek militer politikalar ile “tek”likler üzerinden kurduğu “kutsal” devleti için kurbanlar almaya devam ediyor.

Ermeniler’de Paskalya bayramı 21 Mart’tan sonraki dolunaydan sonraki ilk Pazar günü. Sevag’ın öldürüldüğü gün olan 2011 yılının 24 Nisan’ı Ermeniler’in Paskalya bayramına denk gelmişti. 24 Nisan aynı zamanda Ermeni Soykırımı anma günüydü.

Sevag ile 23 Nisan’da son telefon konuşmasını yapan ailesi; ”oğlum çöreklerini gönderdik” der, bunlar Sevag’ın yediği son Paskalya çörekleri olacaktır, bunu ne kendisi ne de ailesi aklından bile geçirmemiştir.

Bir haber alır Garbis Balıkçı; “bir bakın bilgisayardan, bir isim var, benzerlik mi?” Kimsenin aklına kötü bir şey gelmez. “Ben sandım ödül filan aldı.” Elbette Türkiye’de bir Ermeni olarak yaşamanın ne demek olduğunu biliyorlardı, ancak gene de bu ihtimali düşünmüyorlardı. “Evet, Hrant biriydi, bir gazeteciydi, herkese göre çok konuşuyordu, şimdi doğru konuştukları ortaya çıktı, ama günaydın! Sevag hiç kimseydi ya, normal bir aile çocuğuydu. Ama birilerine gözdağı verilmek istendi, açıkça belli bu…”

Sevag bir Ermeniydi!

1915 Ermeni soykırımından tam 96 yıl sonra ilk kez Türkiye’de kamuya açık bir alanda Ermeni soykırım anması olacaktı. Açık bir şekilde ilk kez halklar Türkiye’de yas tutacaklardı. Buna devletin cevabı aramızdan bir Ermeniyi daha almak şeklinde oldu. “Çocuktan katil yaratan sistem” bir kez daha ben bir yere gitmedim, ben buradayım diyecekti.

Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki korkunç yıkımlar, katliamlar devam ediyor. 1915 tarihi hiç geride kalmadı. 19 Ocak 2007 tarihinde Agos Gazetesindeki son yazısında Hrant Dink; “… Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.

Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?

Rahat bana batardı!

“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.

Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.

Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.

Kalacaktık ve direnecektik” diyecekti. Hrant kaldı ve hayatının son anına kadar halkların bir arada özgür ve de eşit yaşamasının mücadelesini verdi.

Adalet, eşitlik, özgürlük birilerine göre, birileri için olmaz. Bir Ermeni asker kışlada 24 Nisan tarihinde bir kurşun ile, bir Ermeni gazeteci 19 Ocak tarihinde gazetesinin önünde sırtından kurşunlanarak öldürüyorsa o ülkede kimsenin hayatı güvende değildir. Bunu en çok da bu ülkenin diğer “öteki”leri; Kürtler, Aleviler ve de Sosyalistler bilirler. Bilmek yetmiyor, “unutmayacağız!”,unutturmayacağız!” demekte yetmiyor, tam tersine unutmak gerekiyor, ama bu da elbette yüzleşmek ile bir arada birlikte özgür hayatı bütün farklılıklarımız ile inşa ederek mümkün olacaktır.

Birlikte eşit ve özgür hayatları inşa edemeden geçmişin acılarını unutamayız, unutamadığımız için de bu ülkede kimse özgür değildir, dünyanın neresinde yaşıyor olursak olalım durum değişmez.