Dikkatleri çekmedi, hatırlanmadı, geriye dönüp bakılmadı, ama on yıl önce mezarsız ölülerin köyü olarak duyduk Xerabê Bave’nin adını. On yıl sonra da yargısız infazların, toplu işkencelerin köyü. Tarihsel süreklilik bir kez daha burada karşımıza çıkıyor. Çünkü bu köy, mezarsız ölüler, sürgünler, toplu katliamlar diyarı olan Küçük Asya ve Kuzey Mezopotamya coğrafyasında yer alır. Ve bu topraklar kanla yoğurulmuştur.

Bugün Xerabê Bave (ya da Babe) 11 Şubat 2017’de ilan edilen abluka ve ardından yaşanan dehşetle gündemimizde. Ama bellek vicdanın ve adalet duygusunun temelidir, bu insanlar için olduğu kadar toplumlar için de aynen geçerlidir. O yüzden belleğimizi tazeleyelim ve 10 yıl öncesine gidelim. Xerabê Bave’nin adını ilk kez o zaman duymuştuk aslında. Kaçımız hatırlıyor? Olay 2007’de patlak vermişti, ama ilk ortaya çıkışı Ekim 2006’daydı. Ülkede Özgür Gündem okurları görmüştü o fotoğrafları ve orada bir toplu mezar bulunduğunu.

(Mezar ilk bulunduğunda, jandarmanın girişi kapatmasından önce Ülkede Özgür Gündem habercilerinin çekerek korunması amacıyla İsveç’e David Gaunt ve Jan Bet-Şawoce’ye göndediği fotoğraflardan ikisi. Ekim 2006)

Bellek tazelememiz elzem. Çünkü belleğimizi dinç tutmaz, dikkatimizi ve duyarlılığımızın keskinliğinin üstüne titremezsek, İttihat Terakki’den bu yana devlet aklının sürekliliğini, bugünün acılarının nasıl geçmişin acılarıyla iç içe geçtiğini, aralarında çok önemli bir bağ olduğu gerçeğini es geçeriz.

HELİKOPTERLERLE İNDİRİLEN ASKERLER

Önce Xerabê Bave’nin bugününe, Şubat 2017’de yapılanlara bakalım. Aslında Talatê ve Cibilgirav köyleriyle birlikte abluka altına alınan üç köyden biri olan Xerabê Bave’de neler olduğunu konuyla ilgili herkes biliyor. Vali “operasyon” diyor, ama köylüler için cehennem günleriydi. Köylüler anlatıyor (kaynakların linklerini aşağıda veriyorum):

Askerler helikopterlerle indirildi köye. Köy meydanında toplanan insanlar toplu işkenceden geçirildi. Evler ateşe verildi. İnsanlar dövülerek, işkence edilerek gözaltına alındı, kimilerinden bir süre haber alınamadı. Günlerce köyde elektrik, su, bırakın internet telefon bağlantısı yoktu. İnsanlar yakınlarından haber alamadılar. Kimi kaynaklara göre dört, kimi kaynaklara göre 5 kişi yargısız infaz edildi. İnfaz edilenlerin cenazelerinin başında zafer işareti yapan askerlerin fotoğrafları yine kendileri tarafından sosyal medyaya servis edildi. Ölenlerin teyit edilmiş sayısını bilmiyoruz, çünkü ne özgür basın var, ne de bağımsız inceleme, araştırma olanağı. Haber alınamayan köye girmek isteyen HDP, DBP, DTK heyetine izin verilmedi. Operasyonlar bitmişti, ama yine de ablukadan 9 gün sonra 20 Şubat’ta İnsan Hakları Derneği heyetinin köye girmesine izin verilmedi. Heyet valilikten görüşme için randevu istemesine rağmen, talep geri çevrildi. İHD heyeti ancak sağlık ve diğer nedenlerle bir şekilde köyden çıkabilmiş kişilerle yaptığı görüşmelere 24 Şubat’ta yayınladığı raporda yer verdi.

Yaşatılanlarla ilgili Gazete Sujin’in haberi burada.

Nurcan Baysal’ın T24’te daha birkaç gün önce yayınlanan yazısı burada.

Xerabê Bave ve Talatê köylerinde yasak kalktıktan sonra gözler önüne serilen durum da burada.

(Xerabê Bave (Koru/Kuru Köy) Şubat 2017, operasyon sonrası)

KASIM 2006: TOPLU MEZARDAN ÇIKAN KEMİKLER

Şimdi geriye gidelim. Yıl 2006. Aylardan Kasım. Ülkede Özgür Gündem gazetesinde bir haber ve kafataslarının, kemiklerin görüldüğü fotoğraflar. Link veremeyişim bugünün Türkiye’nin yakın tarihine geçecek durumu nedeniyle: Özgür Gündem web adresi yasaklı. Daha birçok muhalif yayın gibi. Ama fotoğrafları İsveç Södertälje Üniversitesi’nden tarih profesörü David Gaunt ve asistanı, araştırmacı, yazar Jan Bet-Şawoce arşivlerinden çıkarıp gönderdiler. Özgür Gündem’deki eli öpülesi arkadaşlar, yerinde çekilen fotoğrafları, el konur, yok edilir korkusuyla onlara ulaştırmış. David Gaunt’ın kim olduğunu hatırlayalım: Gaunt, Asuri/Süryani soykırımı üzerine en kapsamlı çalışma olan, Türkçe’ye Belge yayınları tarafından “Katliamlar, Direniş, Koruyucular – Birinci Dünya Savaşında Müslüman-Hıristiyan İlişkileri” başlığıyla aktarılan “Massacres, Resistance, Protectors – Christian-Muslim Relations During the World War 1” kitabının yazarı.

Öykümüze dönelim: Nusaybin’de bir köyde köylüler tesadüfen bir toplu mezar bulurlar, hakikatleri tarihe kayıt düşen gazete, Ülkede Özgür Gündem buradaki kemikleri fotoğraflar ve gazetede yayınlar. Görür görmez temasa geçtiğim David Gaunt verdiğim bilgilere bakarak toplu mezarda bulunan kemiklerin 1915'de katledilen Dara (bugünkü Oğuz) yerleşiminden 150 Ermeni ve 120 Süryani aile reisine ait olabileceğini belirtir ve gerekçelerini açıklar. Verdiği bilgileri özetleyen yazı-haberim 7 Kasım 2006 tarihli Ülkede Özgür Gündem’de yayınlanır. Bugün yasak nedeniyle gazetenin arşivine ulaşılamıyor, ama bu yazım Assyrian, Chaldean, Syriac Association’ın web sitesinde yayınlanmış. Gaunt’un verdiği bilgilerin ilginçliği bakımından meraklı okurlar yazıya buradan ulaşabilirler.

(24 Nisan 2007 David Gaunt (kırmızı kazaklı), Yusuf Halaçoğlu ve TTK görevlileri, koruma altına alınmadığı için, kemikler ve kafataslarının boşaltıldığı toplu mezar yeri)

YUSUF HALAÇOĞLU SAHNEDE

Haber Asuri/Süryanilerin anayurtlarının dışında en örgütlü olduğu İsveç’te duyulur. Gelişmeler üzerine dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı, sonraki MHP milletvekili (TTK’nın nasıl bir başkanı olacağını düşünebilirdiniz ki?) Yusuf Halaçoğlu, konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan David Gaunt’a, mezarı birlikte açmak ve inceleme yapmak üzere açık çağrıda bulunur. Ancak gelişmeleri takip eden Ülkede Özgür Gündem’den öğreniriz ki, Akarsu Jandarma Karakolu mezarın üstünü örttürmüş, oraya erişimi de, bilgi alınmasını da yasaklamıştır bile.

Davet üzerine David Gaunt, Yusuf Halaçoğlu ile yazışır ve 24 Nisan’da Mardin Nusaybin’in “Kuru” köyünde buluşurlar. O zaman, şimdiki karayolları tabelasında yazdığı gibi “Koruköy” denmiyormuş demek ki. Ama Kürtçe adı Xerabê Bave (ya da Bave) olarak geçiyor o zamanki haberlerde de.

Toplu mezarın bulunduğu yere Yusuf Halaçoğlu ve Türk Tarih Kurumu’ndan görevlilerle birlikte gidildiğinde David Gaunt, mezara müdahale edildiğini, Özgür Gündem’de yayınlanan fotoğraflarda görünen kafatası ve kemiklerin yerinde olmadığını, çukura sular dolduğunu, toplu mezarın bulunduğu yerin koruma altına alınmadığını görür. Bu koşullarda bilimsel inceleme için örnek alamayacağını, hiçbir anlamlı sonuç elde edilemeyeceğini söyleyerek geri döner. Yapılan inceleme ve David Gaunt’un yaptığı açıklama için bkz: suryaniler.com/haberler.asp?id=250

11 Şubat’ta ablukaya alınan köyle ilgili olarak yıllar sonra David Gaunt ile tekrar yazıştığımda, akıl edemediğim için beni utandıran bir şekilde, “Xerabê”nin bildiğimiz “harabe” anlamına geldiğine dikkatimi çekti. İHD’nin Xerabê Bave raporunda bir köylünün “köyde kilise yıkıntısı var” şeklinde ifadesi hakkında ne düşündüğünü sorduğumda, David Gaunt, toplu mezar için oraya gittiğinde köyün o zaman aşağı yukarı 10 haneli küçük bir yerleşim olduğunu, orada cami, ya da kilise, herhangi bir dinsel yapı kalıntısı görmediğini, ancak köylüler kilise kalıntılarından bahsettiğine ve köyün adı için de “harabe” sözü geçtiğine göre buranın eskiden daha büyük bir Asuri/Süryani köyü olması gerektiğini söyledi.

İHD İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu’muza yıllardır Süryaniler konusunda fotoğraf ve bilgi sağlayarak çok büyük katkılarda bulunan, Södertälje Üniversitesinde David Gaunt’la birlikte çalışan, Sayfo yazarı, araştırmacı, Gaunt’un “Katliamlar, Direniş, Koruyucular” kitabını birlikte yazdığı Jan Bet-Şawoce ile de yazıştık. O da, Xarabe Bave’nin 10 yıl önceki toplu mezarın bulunduğu köy olduğundan emin olduğunu belirtti ve Xerabê Bave ya da Bave’nin Kürtçe “Babanın Harabesi” anlamına geldiğini ve David Gaunt’ın dediği gibi köyün, adından da anlaşıldığı üzere, eski ve daha büyük bir Asuri/Süryani köyü üzerine kurulmuş bir yerleşim olduğuna inandığını söyledi.

Xerabê Bave bize ne anlatıyor?

Tek bir köy üzerinden 10 yıl arayla tanık olunan dehşet, geçmişin “geçmiş”te kalmadığını, soykırım ve inkârın bir sürekliliğinin olduğunu, yeni yeni yıkımların yolunu açtığını gösteriyor. Bu toprakların acısı hiç bitmedi. O kemikler her yerden çıkmaya devam edecek ve yaşayanlara “unutmayın,” diyecekler, “bizi unutmayın, biz sürüldük, öldürüldük, izlerimizi bile yok ettiler, yetmedi, unutulmamızı, varlığımızdan bile haberdar olunmamasını istiyorlar, ama biz buradayız, azap çeken ruhlarımız sizi görüyor, istedikleri olursa, bizi hatırlamazsanız, bizi unutursanız, azap çekilmeye devam edilecek.”

Xerabê Bave, Küçük Asya ve Kuzey Mezopotamya topraklarında tek bir örnek değil. Altında toplu mezarların bulunduğu, üstünde de dehşetin egemenliğini sürdürdüğü daha nice köyler var.

1915’te başlayıp 1923’e kadar süren Küçük Asya ve Kuzey Mezopotamya’nın Hıristiyan halklarının soykırımı ve bugüne kadar devam eden inkârı ile bu topraklar lanetlendi, bir daha da iflah olmadı.

İHD’nin raporunda Xerabê Bave köylülerinden birinin 1995’te köylerinin korucu olmayı reddettiği için yerle bir edildiğini anlatıyor. 2017’de yine yıkım. Yakılan evler, öldürülen hayvanlar, köy meydanında toplu işkence. İşkence görmüş bir köylünün fotoğrafının meclise gelmesi üzerine, “O yaşlı dediğiniz, teröristleri evinde misafir etmiştir,” diyen, işkenceyi hem itiraf eden, hem de yerinde gören bir bakan.

Yani Xerabê Bave bize diyor ki, bugünün, geçmişin bir ürünü olduğu dikkatimizden kaçar. Geçmişte bizden öncekilerin, diğerlerinin yaşadığı zulmün acısını duymazsak, bugünün acısı salt güncel politik öfkeyi besler; acının nedenlerini, kaynağını, derinliğini, yani tek sözcükle meselenin tarihselliğini, dolayısıyla bugünün içinde yer aldığı bağlamı da gözden kaçırırız. Yalnızca yaşananları yerli yerine oturtmayı becerememekle kalmaz, geçmişin kurbanlarının anısına saygı duymamak gibi ahlâki bir eksiklikle de malûl oluruz.