Son yıllarda Trabzon dendiği zaman suratımız asılıyor. Bir gerginlik çöküyor üstümüze. Yahya Kaptan’ın Mustafa Suphi ve yoldaşlarını katletmesi her ne kadar Trabzon’a mal edilmediyse de Rahip Santaro’nun öldürülmesi, Hrant Dink’in katilinin ve yardımcılarının Trabzonlu olması ve sahiplenilmesi, linç girişimleri Trabzon’un göğünü karartan işlerin başında geliyor. Oysa daha 1900’lü yılların başında ciddi bir gayri müslüm nüfusla, ticaret hacmi ve İran yolunun üstünde olması ile anılırmış.

Osmanlının son zamanı, Cumhuriyetinin ilk yıllarında ülkenin her yerinde yaşananlar Trabzon’da da yaşanmış kaçınılmaz olarak. Ermeniler, Rumlar zorla ya da mübadele yoluyla gitmişler. Lazlar, Gürcüler yok sayılmış. Yeşim Ustaoğlu “Bulutları beklerken” filminde ne de içli anlatır Trabzon’un Rum kimliğini.

Ama bir avuç da olsa, insanın umudunu yaşatan örgütler, insanlar hâlâ var Trabzon’da.

AKP’nin eline ne geçtiyse içine doldurduğu “torba yasa”, aslında kamuoyunda yurttaşın kamuya olan her bir borcunu silmekle biliniyor. İyice incelendiğinde ise özellikle çalışma yaşamında çok ciddi değişiklikler içerdiği anlaşılıyor. Kazanılmış hakların geri alınmasından başlayıp, neo liberal politikalara uygun istihdam politikaları ile sürecek katmerli bir sömürünün habercisi bu “torba”.

İşte ülkemizin yüz akı konfederasyonu KESK bu torbayı geri çektirmek için bir yürüyüş başlattı. Bu yürüyüşün bir ayağı Trabzon.

Sendikam BTS (Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası) adına ben de Trabzon’dan katılacağım.

Pazartesiyi salıya bağlayan gece iniyorum Trabzon’a. Kimseler yok sokaklarda. Bu tenhalık ürkütüyor beni. Kalacağım otele gidiyorum. Güler yüzlü bir genç karşılıyor. Odamı gösteriyor. Ürküntüm azalıyor biraz. Televizyonu açıyorum. Yerel bir kanal’da Eğitim-Sen Başkanı torba yasayı anlatıyor. İçim açılıyor.

Sabah Eğitim-Sen’e gidiyorum. Yürüyüşçüler orada buluşacak. Sora sora Bağdat bulunurmuş. Eğitim-Sen’i sora sora buluyorum. Merhabalar, selamlar havada uçuşuyor. Yönetici arkadaşımız Hacı Salih ilgileniyor benimle. Hacı Salih’te yürüyüşçülerden.

10.30’da Belediyenin önünde toplanıyoruz. İnce bir yağmur başlıyor. Engel mi bereket mi sayalım bilemiyoruz. Trabzon’un yüz akı hangi sendika, dernek varsa basın açıklamasına gelmişler. Başta söylediğim iç aydınlatan, umudumuzu sürdüren gözler mutlu ediyor bizleri de.

KESK’in yeni yöneticilerinden MYK üyesi Hamide Yiğit okuyor basın açıklamasını. Torba yasanın içeriğinden söz ediyor. ”Bu yasa değişikliğine izin vermeyeceğiz” diyor, “Meclisi kuşatacağız” diyor. 12 Eylül öncesi mitinglerinde ettiğimiz bir yeminin bir cümlesi geliyor aklıma: …“sayımızın azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan”…

Otobüs geliyor. Biniyoruz. Alkışlar, el sallamalar, sloganlar. Hareket ediyoruz. Vira Bismillah.

İlk durağımız Giresun.

Otobüsümüz bir heykelin önünde duruyor. Heykelin önünde Giresunlu arkadaşlar sloganlarla karşılıyor bizi. Eğitim-Sen’li arkadaşım “amatör fotoğrafçı” Ömer Ermiş’i görüyorum. Kucaklaşıyoruz. Heykeli merak ediyorum. Silahlı, pusatlı 4 kişiden oluşan bir anıt. Altındaki yazıyı okuyorum: Kurtuluş Savaşı Kahramanı Osman Ağa ve Uşakları”. Osman Ağa kimdir diyeniniz olabilir. Hemen açıklayayım: Bu anıtı dikilen “kahraman”, ilk Meclisin Topal Osman namlı katili. Giresun’un ünlü çetecisi, Rum düşmanı, hani şu hakkında Mustafa Kemal’in silahşörü iddiası olan, Milletvekili Ali Şükrü’yü Meclis’te öldüren “Topal Osman”.

Gülelim mi, ağlayalım mı bilemiyorum.

Şehir içinde bir tur atıyoruz. İnsanlar bunlar kim acaba gözüyle bakıyorlar bize. Bir başka anıtın önüne geliyoruz. Bu heykel Mustafa Kemal’in heykeli. Bunun da altında yazı var. Okuyorum: “Sakarya’da, Dumlupınar’da uşaklarınız da vardı”. Mustafa Kemal söylemiş bu sözü.

Yürüyüşü başlattığımız heykel ve yürüyüşü bitirdiğimiz heykel. Ve altındaki yazılar.

Giresun şakası olsa gerek diye düşünüyorum.

Bir an önce gitsek diye düşünürken Giresun Belediyesinin bir afişi gözüme çarpıyor: “Kirazın anavatanı, fındığın başkenti Giresun’a hoş geldiniz”. Kentin simgesi olarak 2 meyveyi seçmiş belediye. Oh be diyorum. İçim ışıldıyor.

Yan yana dizilmiş kamu binalarının önünden geçerek giriyoruz Ordu’ya. MİT, Jandarma, Emniyet Müdürlüğü, Polisevi, Halk Kütüphanesi, Tarım İl Müdürlüğü görebildiklerim. Migros binası ile birlikte “sivil alan” başlıyor.

Çarşı içinde yürümeye başlıyoruz. Arabaların arasından, yarım metre, bir metre genişliğinde kaldırımlarda “slalom” yaparak ilerliyoruz. Çarşının her tarafında Orduspor’a başarı dileyen pankartlar asılı. BBP ve Alperen Ocakları imzalı afişler pankartlarla dolu ortalık. Yürüyüşümüzü anlatan bildirileri çok az kişi alıyor. Bize dokunmaya korkuyorlar. Küçük bir alanda basın açıklaması yapıyoruz. Trabzon’da, Giresun’da söylediklerini tekrarlıyor KESK yöneticisi “sevgili Ordu’lulara”.

Dağla deniz arasında ince bir yolda yolculuğumuza devam ediyoruz. Bilinen ismiyle Karadeniz otoyolunda gidiyoruz. Kanlı bir yol bu yol. Arhavi’de öldürülen avukat geliyor aklıma. Otoyolun yapımını durdurmak için hukuk savaşı verirken öldürülmüştü. Ne ilginç bir ülke, ne ilginç bir dönemden geçiyoruz diye düşünüyorum. Bir zamanlar devrimcilerle anılan bir şerit, Sol kimliğin damgasını vurduğu Artvin’den Samsun’a uzanan bir bölge. Ama otoyolun yapılmasını engelleyemedik. Denizimizi, kentlerimizi iğdiş ettiler. Yetmedi şimdi de derelerimize göz koydular.

Neo liberalizmin politikalarını uygulamalarını Karadeniz’de boğabilecek miyiz? Bütün yüreğimizle istiyoruz bunu. Ama ne yazık ki istemek yetmiyor artık.

Fatsa’dan geçiyoruz. Ünye’den. 7 ay sürmüş bir halk iktidarını, “Terzi Fikri’nin diktiği elbise”yi düşünüyorum. 1997’de Fatsa’ya gelişimizi, “Terzi” Fikri’nin mezarını ziyaret etmemiz geliyor aklıma. Mezarlıkta bizi bekleyen polis ve jandarmaları hatırlıyorum. 7 aylık bir deneyimin 32 yıldır söylenmesi, ışık olmasını neye bağlamalı acaba?

Nihayet geceleyeceğimiz Samsun’a geliyoruz. Samsunlu arkadaşlarımız bizi Samsun Garının önünde bekliyorlar. Buraya kadar sendikamızın örgütlenebileceği bir yer olmadığı için biraz boynum bükük kalıyordu. Otobüsün penceresinden demiryolcu arkadaşlarımı görüyorum. Erdoğan, Ali, Musa ile kucaklaşıyoruz. Yürüyüşe başlayalı ilk defa kendi sendikamın üyeleri ile görüşüyorum. Kostak yürümeye başlıyorum.

Öğretmenevinde geceliyoruz. Koyu bir sohbet, ilerleyen saatlere eşlik ediyor. Zor bela ayrılıyoruz. Sabah Amasya, Çorum, Kırıkkale’ye doğru yolumuza revan olacağız.

Bir aksaklık yüzünden Trabzon’da elimize ulaşmayan önlüklere Samsun’da kavuşuyoruz. Çocuklar gibi sevinerek giyiyoruz önlükleri.

Yola revan oluyoruz. Bu gün ilk durağımız Amasya.

“Şehzadeler şehrine”, Yeşilırmak kıyısını takip ederek giriyoruz. Bir gün evvelki seramoni tekrarlanıyor: şehir içi yürüyüş, bir alanda “sevgili Amasyalılara” torba yasa ile yapılacak değişiklikleri anlatma, alkışlarla sloganlarla tekrar otobüse binme.

Polis nerdeyse gözükmüyor. Sivil giyimli komiserler olabildiğince nazik davranmaya çalışıyorlar. Şaşırtıcı bir durum.

Otobüste İçişleri Bakanının ve Ankara Valiliğinin eylemin “yasa dışı” olduğuna ilişkin açıklama yaptıkları haberi geliyor. Kimse umursamıyor. Her eylem zamanı hükümetin tutumu böyle oluyor.

Çorumdayız. Spor salonundan, ünlü saat kulesine yürüyeceğiz. 1980 yılındaki katliamın izlerini arıyorum. Faşistlerin alevi ve solcu, devrimcileri katlettiği katliamın izleri kaldı mı acaba? Beyinlerimizden, yüreklerimizden nerdeyse sildikleri katliamın şehirde bir izi kalmış mıdır acaba?

Kaldırımdan yürürken birden yola geçiyoruz. Sivil bir polis şefi telaşlı telaşlı koşarak geliyor yanımıza: “lütfen kaldırıma çıkın”, diyor. Lütfen denmesine alışık değiliz. Çünkü bu dilek daha çok cop ve biber gazı ile iletilirdi. Keyfini çıkarıyoruz, “lütfenin”. Yoldan ayrılmıyoruz. Saat kulesinin önünde basın açıklamasını yapıyoruz. Yola çıktığımızdan bu yana bir ilk oluyor. İşçi Partisi katılıyor eylemimize. 3-4 kişi olsa da partilerinin bayrakları ve Türk Bayrakları ilk kez kortejimizde yer alıyor.

Bundan sonraki durağımız, Kırıkkale.

Karanlık basmak üzereyken, giriyoruz şehre. Kısa bir yürüyüş sonrası Cumhuriyet alanında basın açıklamasını yapıyoruz. Katılımcılarda bir şaşırtıcılıkta burada yaşıyorum. Basın açıklamasına katılanlar arasında DSP, CHP, Türkiye Gençlik Birliği’de var. “Eşitlik ve Dayanışma Partisi” anons ediliyor. EDP mi yoksa ÖDP’mi kasdediliyor diye düşünürken EDP’li arkadaşlar geliyor yanımıza. EDP’nin anons edildiğini anlıyoruz. Bizi akşam misafir edecekler. Cengiz Karagöllü’nün evine gidiyoruz. Eşi ve çocukları karşılıyor. Demli çay, demli sohbet, olanlar bitenler, yarın ki eylem nasıl olacak?

Bu satırlar yazılırken sohbet devam ediyor.

Bakalım yarın neyle karşılaşacağız?

Meclisi kuşatabilecek miyiz? Torba yasayı geri çektirebilecek miyiz?

Sabah ola hayrola…