İstanbul’a biraz uzaktan bakan birinin, çıplak gözle bile görebileceği en önemli gerçek şehrin yukarıya doğru tırmanıyor oluşu. Yığınla bina şehrin ortalama bina yüksekliğini delicesine aşan bir biçimde gökyüzüne doğru tırmanıyor. Üstelik bu durum yalnızca Avrupa değil Anadolu tarafında da böyle. İnsanın, bu kadar kısa bir süre içinde yükselen bu gökdelenlere bakıp da “Anlaşılan bunlar bütün nüfusu eninde sonunda bu yüksek binalarda oturtacaklar” dememesi mümkün değil. Anlayacağınız gidişat öyle...


Gökdelenleri, bir toplumdaki insanların kazanç hırslarının maddeleşmiş hâlleri olarak hiç düşündünüz mü? Yatay olarak sınırlı mekânlarda dikey olarak neredeyse sınırsız yükselebilmenin aynı metrekarede dünya kadar daire yapmayı mümkün kılması kazanmanın (rant elde etmenin) dışavurumu değilse nedir ki? Bu çerçeveden baktığımızda İstanbul’un da diğer kapitalist metropollerden bir farkı olmadığını anlıyor insan. Oysa bir farkı olmalıydı İstanbul’un. Ne de olsa Batı’dan farklı bir insan ve kültür ikliminin şehri değil miydi?


Başbakan Erdoğan sık sık İslam’ı kastederek “Bizim kültürümüzde” diye başlayan cümleler kurarak topluma önemli mesajlar vermekten hoşlanır. Bunlardan aklımda kalan ve benim de önemsediğim iki tanesi, hırs ve ölümle ilgili. Kapitalizmin “hırsa” dayandığını oysa İslam kültüründe “hırs” yerine“tevazu”un daha önemli olduğuna vurgu yapması bana önemli gelir.


İkinci olarak “hepimizin ölümlü” olduğuna ilişkin vurgusu da bence önemlidir. Hepimiz ölümlü olduğumuza ve bu dünyada hırs yapıp da elde ettiğimiz zenginlikleri öteki dünyaya götüremeyeceğimize göre “makul olandan” fazlasını elde etmemizin de bir anlamı yoktur.


Doğrusu “hırs” yerine “tevazu”un, “herşeye sahip olmak” yerine “makul olan kadarına” razı olmanın geçerli olduğu bir toplumu bugün pür hâliyle bulmak mümkün değil. Ama yine de yaşam ilkesi olarak kapitalizmin “biriktir!” emrine aykırı bir ilke olması, hakkına razı olmayı, yetinmeyi ve diğeriyle dengeli bir ilişki içinde yaşamayı önermesi Erdoğan’ın İslam’a işaret ederek söylediği bizim kültürümüzün önemli ögeleri.


Peki ama İstanbul’a uzaktan bakarken ve üstelik de on yıldan fazla Başbakan Erdoğan’ın yönetiminde yönetilen Türkiye’nin bu büyük şehrinde bu göklere doğru uzanmış “hırs kulelerini” nasıl açıklamak gerekir dersiniz? “Hırs yapmayan”, “mütevazı” bir insanlığın işareti midir bu gördüklerimiz, yoksa tam aksine Batı’dan da daha hırslı “2023’te dünyanın 10. ekonomisi olacağız!” diye yeri göğü inleten bir insanlığın mı?


Doksan yıldır “Batılılaşma” ekseninde yürümeye zorlanmış Türkiye insanlığının sonunda geldiği yer kapitalizmin kötü bir kopyasından başka bir yer değil. Mustafa Kemal’in “Batı” diye işaret ettiği yer Avrupa, Avrupa’nın da kapitalizmin anavatanı olduğunu düşünürseniz bunda şaşılacak bir durumun olmadığı da açık.



Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
 vesayet rejiminin devletçi ve merkezci ideolojisini geriletirken ortaya çıkan da her ne kadar İslami renkler taşısa da bildiğimiz kapitalizmden başka bir şey değil.


Marx kapitalizmin dinle ilişkisini değerlendirirken, onun “biriktirme” hırsı üzerinde yükselen yeni bir din olduğuna vurgu yaparak kapitalizmin mottosunun “Biriktir! Biriktir! Biriktir! İsa da bu Musa da bu!” olduğunu söylemişti. Bugünün Türkiye’sindeki kapitalizm ise “Tüket! Tüket! Tüket! Hayat bundan ibaret!” diyor. Üstelik de Başbakan’ın çok tuttuğu “bizim İslami kültürümüz” içinden bunu söylüyor.


Ne demeli bilmem ki?