Çalıştığı, ekmek parasını kazandığı işyerinde yükselen son sözleri bu oldu. Zaten bir daha da sesini çıkartmasına izin verilmedi aynı mekanda. Hızla susturuldu. Peki kim mi o? Erkeklerin tacizine uğramış yüzlerce, binlerce, belki de milyonlarca kadından biri sadece.

 

Bu, ne bir Münevver Karabulut hikayesi, ne de Güldünya Tören. Sonunda zengin bir gencin tüyler ürperten kanlı cinayeti de yok, doğunun yüzlerce yıldır aşılamayan töresi de. Bu, şehir hayatında her an yanı başımızda yaşanan, bu yazıyı okurken de benzerlerinin gözümüzün önünde yaşandığı olaylardan biri. Yani çoğu kişi için vaka-i adiye. Belki benim de bu kadar dikkatimi çekmesinin, kurbanın içtenliğine kuşkusuz inanmamın ve hatta gazetecilik ilkelerinden şüpheciliğimi bir kenara bırakmamın nedeni onun eski bir arkadaşım olması. Ateş düştüğü yeri yakıyor işte.

 

Adını “X” olarak kısaltacağım, her ne kadar saklanılacak, utanılacak bir şey yapmamış olsa da… Halbuki bazısına göreyse yaptı. Çalıştığı yere göre.

 

Kendisini karanlık koridorlarda sıkıştırmaya çalışan, tek kişilik mutfağa girmeye yeltenen, asansörde yanına doğru ilişmeye kalkışan adama tepki gösterdi, “Benden uzak dur diyorum sana” diye. İşte bu bile yeterliydi adının kötüye çıkması için. Öyle ya bu topraklarda kadın kuyruk sallamadıkça erkek peşinden gelmezdi.

 

En sık sığınılan numaraya başvurdu taciz eden: Bunu nasıl ispat edeceksin? Haklıydı, “X” bunu ispatlayamazdı. Ne kolunu sıkmıştı morartacak kadar, ne daha ileri gitmişti herhangi bir iz bırakacak.

 

Tabi olay duyuldu kurum içerisinde hızla. Telefon trafikleri sonunda erkek egemen sistemin çarkları dönmeye başladı yine. Ne de olsa kendilerinden biri zarar görebilirdi bu işin sonunda. Hemen taktılar en karanlık maskelerini deri koltuklarında. Annelerinin, eşlerinin, kız kardeşlerinin, kız çocuklarının yüzüne nasıl bakacakları, daha da önemlisi vicdanlarına – inanıyorlarsa Tanrı’ya – nasıl hesap verecekleri bilinmez bir kararı alıverdiler gönül rahatlığıyla: “X” cezalandırılacaktı. Tecavüz edildiği ya da bir genci sevdiği için çocuklarını öldüren bir zihniyetin şehirdeki versiyonundan başka ne beklenirdi ki?

 

Minareyi çalan kılıfını da hazırladı elbet. Resmi açıklama gecikmedi; “Biz böyle durumlarda iki tarafı da işten çıkartıyoruz” denildi. Ama taciz eden işten çıkartılmış mıydı? Hayır. Neden mi? Tacizci devlet memuruydu ve hakkında işlem başlatılması için delil gerekiyordu. Bu kez bir başka erkekten yine aynı cümle geldi çarptı yüzüne: Bunu nasıl ispat edeceksin?

 

Demek ki neymiş? İz bırakması gerekirmiş erkeğin kadın üzerinde, tacizinin ispatlanması için. Ya kadının parçalanması gerekiyor bir çöp tenekesine atılarak ki mahkeme süreci işlesin, ya sırtına bıçak saplanmalı ki manşete çıkabilsin, ya da kurşunların hedefi olması gerek ki arkasından ağlanabilsin, sözüne inanılsın.

 

İşin daha da korkutucu yanı erkek egemen dünyanın dişini geçirdiği bu kadınlardaki ruh hali. Olayın üzerine yapışmasını istemiyor o da çoğu gibi. Bu nedenle ne adını yazıyorum bu yazıya, ne de olayın nerede yaşandığını.

 

“X” umudunu mahkeme sürecine de bağlayamıyor ki. Zira ikimiz de biliyoruz bir hakim dönüp dolaşıp aynı soruyu soracak: Bunu nasıl ispat edeceksin?

 

Halbuki ispat etse neye yarar ki? Öyle ya şiddet gördüğünü ispatlayan, tehdit alan kadınların dahi öldürüldükten 3 ay sonra polis korumasına alındığı bir ülkede yaşıyoruz.

 

Bir elinde kılıç, bir elinde terazi tutan, gözleri bağlanmış, tarafsız kararlar veren bir kadın olarak simgelenen adaleti mi hatırlatıyor birileri bana? Tek bildiğim onun bu topraklara hiç sokulmadığı. Burası gözleri kapalı, kulakları tıkalı, vicdanları kabuk bağlamış erkekler cehennemi sadece…