Tarih aktarımlarında hep bir sakatlık olduğunu düşünmüşümdür. İster devlet tarafından olan aktarımda, isterse muhalifler, devrimciler tarafından yapılan aktarımlarda. Devlet kendi hakimiyetinin tarihini aktarır, muhalif-devrimci fraksiyonlar da kendi öz tarihlerini ballandıra ballandıra şanlı flamalarını savura savura aktarır. Bazen bu aktarmalar öylece iç içe de geçebilir. Mesela 'Türk Solu' diye başlarız, işte ne bileyim Osmanlı'dan 'Amele Eylemleri' fotoğraflarını paylaşırız. Sol tarihimizi Türkiye Komünist Partisi ile başlatırız genelde, yani Nazım hepimizin ortak değeridir, efendime söyleyeyim, sonra bir Ulusal Kurtuluş Savaşımız vardır emperyalist Batı'ya karşı. Nedense Osmanlı'nın son dönemlerinde padişaha suikast düzenleyen, Osmanlı Bankası'nı işgal ederek kent gerillalığının ilk örneklerini veren Taşnak Sütyan'ı tarih aktarımında devlet bakış açısıyla neredeyse aynı yere yerleştiririz. Anma kısmına gelince 'kötünün iyisi' olanlarını yani Ermeni Sosyal Demokratları'nı 'Hınçakları' anabiliriz - o da ağız ucuyla. Çünkü onlar yani Ermeniler devrimci olamaz, olsa olsa milliyetçidirler. Peki bizimkisi neydi o devirde? Bizim sosyalistlerin tarihsel kökeni nereye dayanıyor? Neden aynı topraklarda yaşayan halkların direniş geleneklerini sahiplenemiyoruz? Çünkü o tarihlerde Lenin'in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı tezini okumamışızdır. Onun için sorumluluğumuz yoktur o döneme dair. Bu sorular çoğaltılır çoğaltılır durur. Çünkü en doğru bizizdir? Peki biz kimizdir? Hep bu ülkenin öz sahibi olan 'Türk' olarak doğmuş ya da büyümüş olanlarızdır. Bu memlekete Komünizm gelecekse onu da biz 'Türkler' getirebiliriz.

 

Tarih aktarımları konusunda şöyle bir girizgah yaptıktan sonra asıl konumuza dönelim. Komplo teorilerinin çok satanlar listesinde başı çektiği şu günlerde gerçekten de destanlaşan tarih anlatımlarına kimse itibar etmiyor. Komplolar daha çok satıyor destanlardan. Destanlar zaman içerisinde masala dönüşüyor. Komplo teorileri de bir noktada destanların masala dönüşmesi gibi anında fıkra tadına bürünüyor. Pekala komplo teorilerini güzel kuramayanlar da 'fıkrasına gülünmeyen adam' gibi öylece ortada kalakalmıyor mu?

 

1 Mayıs 1977 Taksim olayları üzerine 1 Mayıs 2012'de evde götünü devirmiş pijamalarıyla LCD TV'den haberlerde pek muhtemel 1 Mayıs alanını izleyen Halil Bey'in de aklına eser, telefonla gazeteci arkadaşlarına röportaj vermeye başlar. Bütün o sakat tarih aktarımına kafa tutacak cengaverdir, öyle saydıracaktır ki kelimeleri, dağlar taşlar inleyecektir. 1 Mayıs 1977 devlet katliamı değil sol içi çatışmaydı. İlk kurşunu biz attık, o hengamede panzer şoförü polisler de refleksif olarak gaz pedalına bastı.

 

Belki gazını alamasa şunları da iddia edebilirdi, "O panzerler aslında bizi korumak için ezdi, çünkü soldan soldan kurşun yağıyordu, Çanakkale Harbi misali kurşunlar havada çarpışıyordu". Pekala bunları da diyebilirdi. Belki ben kaçırmışım, bunları da ifade etmiş olabilir.

 

Şimdi malum Nasreddin Hoca fıkrasına dönersek 'hırsız' olan hangisi? O dönemin devrimcileri mi, devlet mi? Peki ölen taraf kim? Hırsız kendi malını çalamayacağına göre.

 

Demek ki gerçekten burada mantıksız tutarsız yerler mevcut. Bir de anlamadığım derin devletle, ihtilalci subaylarla kol kola olmuş kendi geleneğini neden bütün devrimci yapılarla bir arada anar. Eski Aydınlıkçıların, bu ortak çabasına anlam veremiyorum. Ya kendi geçmişinle hesaplaşma yapacağına neden tüm sol geçmişle bir arada yapmak zorunda hissediyorsun ki kendini.

 

Bir de herkesi kendi yanına çekip yapmaya çalışınca komik oluyor. İki üç tane de 'sol tarihe' nereden çaksam diye hazırda bulunan Kütahya Rasim Ozansporlu Genç Sivil liberolar da başlıyor Sözcü Gazetesi manşetleri yaratıcılığına.

 

Zihin açıcı olması adına ben de başlıyorum tarihi gerçekleri aydınlatmaya. Ve yüzleşmeye çağırıyorum. Hem ben 1977'den öncesine götürüyorum. Türkiye solunda kırılma olan, aslında bugünkü sosyalist yapıların çoğunun çıkış noktası olan 30 Mart 1972 tarihiyle hesaplaşmaya çağırıyorum.

 

KIZILDERE KATLİAM DEĞİL, SOL İÇİ ÇATIŞMAYDI

Kızıldere bir katliam değil sol içi çatışmaydı, ihtilalci subaylar Maocuların yanında saf tutmuştu, Kızıldere'deki baskını yapanlar da 'Şafak Subaylar Grubu'ndan olan Maocu subaylardı.

 

İhbarcı köy muhtarı da eski Dev-Yolcuydu. (Civcivleri ezen de kesinlikle Ozzy Ozborne değil Frank Sinatra'ydı).

 

Zor zamanlardan geçtik, 1 Mayıs 1977'de yurt dışına Sartre'ı huzurevinde ziyarete gitmem münasebetiyle neler olduğunu göremedim. Olaylarda CIA'in içindeki KGB ajanı James Bond'un parmağının olması kuvvetle muhtemel.

 

Halil'i (Berktay) yalnız iyi tanırım, Yale Üniversitesi'nin kantininde her karşılaştığımızda bana Aydınlık satmaya çalıyordu. Israrla Türkçe dilinde okuma yapmadığımı, burasının Amarika olduğunu, sosyalist tartışmaları Monthly Review'den takip ettiğimi anlatmama rağmen bu davranışından bir türlü vazgeçmedi. Neyse sonra kopyayla mopyayla mezun oldu da kurtuldum ondan.

 

Haydi Halil açıkla bu gerçeği, ordu içinde kaç tane Maocu Subayınız vardı? Kızıldere çatışmasında ilk kurşunu kim attı?

 

Tarihçi Şafak ŞENTEŞ


Zuhurat Haber