1990'lı yıllarda Türkiye'de, önemli bir bölümü Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde olmak üzere birçok zorla kaybetme ve yasa dışı alıkoyma vakası yaşandı.

O dönemde bazı olaylarda kullanılan beyaz renkteki, Renault marka Toros model araçlar, bu tarz olayların simgesi oldu.

Bu tür haberler, 2000'lerin başlarında büyük oranda ülke gündeminden çıktı.

Ancak son yıllarda, benzer tarzdaki vakalara dair iddialar yeniden gündeme geliyor.

BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin haberine göre, kamuoyunda 1990'lar karşılaştırmalarına neden olan bu iddiaları araştırmak için yargıya yapılan başvuruları, verilen savcılık ifadelerini, dava dosyalarını ve insan hakları örgütlerinin raporlarını inceledi.

Bunun yanında örgütlerin temsilcileriyle, bu tür vakalar yaşadığı iddia edilen bazı kişilerin yakınları ve avukatlarıyla görüştü.

Yetkililerden konuyla ilgili görüş alma talebine ise henüz olumlu bir yanıt alamadı.

İDDİALAR 2016'DAN İTİBAREN ARTTI

Konuyla ilgili şimdiye kadar Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi, İnsan Hakları Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği ve Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) raporlar hazırladı.

Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) ise konuyu açıklamalarla gündemine aldı.

İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, "Bu tip uygulamalar 1990'larda Türkiye'de çok yaygındı ama AK Parti iktidarıyla beraber en alt seviyeye indi. O dönemde Başbakan Erdoğan net bir tutum ortaya koymuştu ve Türkiye, AB'ye uyum süreci yaşıyordu" diyor ve 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini izleyen Olağanüstü Hal Dönemi'nde bu iddiaların yeniden artışa geçtiğini söylüyor.

İKİ ANA KATEGORİDEKİ OLAYLAR

Bu alandaki iddialara konu olan olaylar temel olarak iki ana kategoride yer alıyor.

Birinci kategoridekiler, uzun süreye yayılan vakalar.

Bu kapsamdaki olaylarda, kişilerin kaçırıldıkları ve aylar boyunca alıkonuldukları öne sürülüyor.

Raporlara göre, 2016'dan bu yana bu tür iddiaları içeren ve kamuoyuna yansıyan 30'a yakın vaka yaşandı.

HRW Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb, "Ortadaki durum 1990'lar gibi değil. 1990'larda giden birçok kişi dönmedi. Ayrıca daha az sayıda vaka var. Burada bu olaylar başka bir amaç için yapılıyor. O amaçla ilgili spekülasyon yapmak istemiyorum ama son beş senedir bu tarz olayların tekrar ortaya çıkması herkes için çok kaygı verici olmalı" diyor.

İkinci kategori ise kişilerin zorla alıkonulup saatler ya da günler sonra belli bir yere bırakılması iddialarını içeriyor.

İHD Başkanı Türkdoğan, bu ve benzer tür olaylarda 2016'dan bu yana, kendilerine her yıl onlarca başvuru yapıldığını söylüyor.

Öztürk, bu sayının sadece kendilerine başvuruyu kapsadığını dolayısıyla gerçek sayıların daha da fazla olabileceğini belirtiyor.

Uzun süreli olaylarda bazı ortak yanlar: Gülen yapılanması şüphelileri, siyah Transporter'lar, Ankara

Uzun süreli zorla kaybetme olaylarında, bazı benzerlikler dikkat çekiyor.

Bu olaylardaki kişilerin birkaçı hariç tüm isimlerin "FETÖ davalarında" yargılandığı anlaşılıyor.

Bu kişilerin arasında eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Rekabet Kurumu, Emniyet Müdürlüğü, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu çalışanları da yer alıyor.

Kendilerinin ya da yakınlarının önemli bir kısmının ifadelerinde, iddia edilen zorla kaybetme olaylarında, siyah Volkswagen Transporter marka araçların kullanıldığı belirtiliyor.

Yine bu kişilerle ilgili olayların önemli bir bölümü başkent Ankara'da yaşanmış.

Bu tarz olayları yaşadığı öne sürülen kişilerin önemli bir bölümünün sonradan emniyet birimlerinde gözaltında ortaya çıktığı ve tutuklandığı belirtiliyor.

Resmi kayıtlarda, "bazılarının emniyete giderken GBT kontrolüne yakalandıkları ya da aylarca ailelerine haber vermeyip sonra emniyet birimlerine teslim oldukları" aktarılıyor.

HRW'dan Sinclair-Webb, "Normal bir şekilde gözaltına alınabilir ve tutuklanabilirler ama neden bu taktik kullanılıyor, gerçekten bilmiyoruz" yorumunu yapıyor.

UZUN SÜRELİ VAKALARDAKİ İFADELERDE NELER VAR?

Mart 2018'de Lübnan'da gözaltına alındığı öne sürülen, DHKP-C örgütü yöneticisi olmak suçlamasıyla yargılanan Ayten Öztürk, Haziran 2019'da Türkiye'deki mahkemedeki savunmasında altı ay boyunca yasadışı alıkonulduğunu ve işkence gördüğünü öne sürdü.

Öztürk, Ankara Terörle Mücadele Şubesi'nde resmi gözaltı tarihinin 28 Ağustos 2018 olduğunu ancak bunun gerçeği yansıtmadığını belirterek, "13 Mart 2018'de yasadışı biçimde gözaltına alındım. Yaklaşık 6 ay boyunca işkenceye maruz kaldıktan sonra bir mizansenle gece yarısı açık arazide polise teslim edildim" dedi.

Hâlâ "FETÖ davalarında" tutuklu yargılandıkları belirtilen Gökhan Türkmen ve Yasin Ugan adlı kişiler, 2020'deki ifadelerinde kaçırıldıklarını ve işkenceye maruz kaldıklarını öne sürdü.

7 Şubat 2019'da Antalya'da ortada kaybolan, 6 Kasım'da emniyette, gözaltında ortaya çıkan Türkmen'in tutuklanmasına karar verildi.

Türkmen 10 Şubat 2020'deki duruşmasında, "kaçırıldığını ve bilinmeyen bir yerde aylarca alıkonduğunu, bu sürede işkence gördüğünü, hapishanede de ziyaret eden bazı kişiler tarafından iddialarını geri çekmesi için baskı gördüğünü" söyledi.

13 Şubat 2019'da Ankara'da kaybolan Ugan ise aynı yıl 28 Temmuz'da emniyette ortaya çıktı.

Ugan, bir beyanında, "kendisini kaçıran ve yedi ay boyunca işkenceyle sorgulayan kişilerin cezaevine gelmeye devam ettiğini ve kendisini gözaltındaki ifadesini değiştirmesi yönünde tehdit ettiklerini" söyledi.

Yine "FETÖ davalarında" yargılanıp benzer şekilde ortadan kaybolup sonradan ortaya çıkan diğer kişilerden çoğu ise yaşadıklarıyla ilgili konuşmadı.

Sosyal medyada ve bazı basın organlarında, bu kişilerden birinin itirafçı olduğu öne sürüldü. Bu kişinin daha önceki ifadelerinde işkence gördüğünü söylediği ancak bunu daha sonradan değiştirdiği iddia ediliyor.

İHD Genel Başkanı Türkdoğan, "Fethullah Gülen örgütü soruşturmaları kapsamında bu tip mağduriyetlere uğrayanlarla ilgili durum biraz problemli. Şikâyet etmiyorlar, konuşmuyorlar. Aileler o kişinin akıbeti ortaya çıktıktan sonra geri çekiliyor" diyor.

ANKARA BAROSU'NUN RAPORUNDA 'ULUSLARARASI İNSAN HAKLARINA UYGUNSUZLUK TESPİTİ'

Temmuz 2019'da, Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi, aynı yıl içinde kaybolduğu öne sürülen, aralarında Gökhan Türkmen ve Yasin Ugan'ın da bulunduğu yedi kişinin yakınlarının başvurusu üzerine bir rapor hazırladı.

Başvurunun ardından ilerleyen dönemlerde bu kişilerden altısı ortaya çıktı.

Rapora göre bu süreçte başvurucular, bu kişiler ortaya çıktıktan sonra, "cezaevindeki yakınlarının, ailenin getirdiği avukatı istemediğini, tüm başvuruların geri alınmasını talep ettikleri, işkence ve kötü muamele iddialarının olmadığını" söyledi.

Bununla birlikte raporda, "bu kişilerin aylar sonra karakolda ortaya çıktıkları ve kendilerine karakolda gösterilen avukatlar dışında avukat istemediklerini beyan etmelerinin baskı altında ifade verdikleri yönünde şüpheleri güçlendirdiği" belirtiliyor.

Ayrıca raporda, "başvurucuların yakınlarıyla, yanlarında biri olmadan ve görüşme kayıt altına alınmadan iletişime geçmediği için de beyanlarının doğruluğunun şüpheyle değerlendirilmesi gerektiği" aktarılıyor.

Bu raporda, "yedi kişinin zorla kaybedilmesi iddialarına ilişkin soruşturmanın ve izleyen dönemdeki gözaltı sürecinin uluslararası insan hakları standartlarına uygun bir şekilde yürütülmediğinin saptandığı" tespiti de yer alıyor. İki kişinin yakınlarından kayıp başvuruları

Bu arada halihazırda, yakınlarının uzun süredir kendilerinden haber alamadıklarını belirttiği iki kişi bulunuyor.

Bu kişilerden biri eski Sanayi Bakanlığı uzmanı Yusuf Bilge Tunç, diğeri ise eski Başbakanlık raportörü Hüseyin Galip Küçüközyiğit.

Tunç'tan en son Ankara'da göründüğü 6 Ağustos 2019'dan bu yana haber alınamıyor.

Ankara'da yaşayan Küçüközyiğit'ten de 29 Aralık 2020'den bu yana haber yok.

Ailesinin ve insan hakları örgütlerinin BBC Türkçe'ye verdiği bilgiye göre, geçtiğimiz yıllarda bir "FETÖ davası" kapsamında yargılanan Küçüközyiğit, "terör örgütü üyeliği' suçundan hapis cezasına mahkum edildi, sonraki dönemde ise altı ay tutuklu yargılandığı cezaevinden adli kontrol şartıyla tahliye edildi.

Küçüközyiğit, son dönemde Ankara'da çevirmenlik yapıyordu ve Kocaeli'nde yaşayan iki çocuğuyla her gün iletişim halindeydi.

Bugünlerde farklı insan hakları örgütleri bu iki kişinin durumunun ortaya çıkması çağrıları yaparken Uluslararası Af Örgütü, Küçüközyiğit'in durumunun belirlenmesi için Ankara Başsavcısı'na hitaben bir imza kampanyası düzenliyor.

Örgütün Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Milena Büyüm, "Küçüközyiğit'in kaybedildiğine dair kuvvetli şüpheler olduğunu" söylüyor.

KISA SÜRELİ OLAYLARDA DAHA ÇOK HDP'LİLER VE SOSYALİST EYLEMCİLER VAR

İkinci kategorideki kısa süreli olaylar, saatler ya da günler süren vakaları kapsıyor.

Bunlarla ilgili iddialar; Ankara'dan İstanbul'a, Diyarbakır'dan Tunceli'ye çok farklı kentlerde ortaya atılmış durumda.

İfadelerde Ford Tourneo, Fiat Egea, Toyota Corolla, Wolkswagen Passat, Mercedes Vito gibi çok farklı araç türlerine dair bilgiler geçiyor.

Bazı ifadelerde araçların camlarının filmli olduğu belirtiliyor.

Kısa süreli olaylarla ilgili iddiaları aktaran en ayrıntılı raporlar, İnsan Hakları Derneği tarafından hazırlandı.

BBC Türkçe'nin incelediği raporlar, kısa süreli zorla alıkoyma iddialarının büyük oranda Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyeleri ya da sosyalist gruplarla ilişkisi olan aktivistlerden (eylemciler) geldiğini gösteriyor.

TEHDİT VE MUHBİRLİK TEKLİFİ İDDİALARI

Bu raporlara bakıldığında, bu tür olaylarla ilgili derneğe başvuranların, kendilerini ağırlıklı olarak polis olarak tanıtan sivil giyimli kişilerin bunları gerçekleştirdiğini ancak yasal gözaltı kaydı yapılmadığını söyledikleri görülüyor.

Beyanlarda, genellikle bu kişilerin iletişimin en başında kendilerine bilgi sorduğu belirtiliyor.

Bilginin dışında siyasi aktivitelere katılmama konusunda uyarıldıkları ya da tehdit edildikleri aktarılıyor.

Bazı vakalarda aktarımlarda bulunanlar, kendilerine muhbirlik tehdidinde bulunulduğunu da öne sürüyor.

Yine bazı kişiler, bu süreçlerde kendilerine fiziki ve sözlü taciz ile şiddet ile karşılaştıklarını da iddia ediyor. En yeni olaylar: Gökhan Güneş ve Ankara'da sol görüşlü üç gencin anlattıkları

Zorla kaybetme ve yasadışı alıkoyma iddiaları kapsamında son dönemde kamuoyunun gündemine iki olay geldi.

Biri, kendisini "sosyalist" olarak tanımlayan elektrik işçisi Gökhan Güneş'in İstanbul'da yaşadıkları.

Güneş, 20 Ocak'ta işe gitmek üzere evinden çıktı ancak akabinde altı gün boyunca kendisinden haber alınamadı.

Ailesi ve avukatları, Güneş'in zorla alıkonduğunu gösterdiğini öne sürdükleri işyeri ve otobüs görüntülerine ulaşıp bunları kamuoyuyla paylaştı.

Güneş altı gün sonra eve döndü ve "bu süre içinde kaçırıldığını, yoğun işkence gördüğünü, kendisine ajanlık teklif edildiğini ve bir sabah Bahçeşehir'de bir yol kenarına, gözleri bağlı bir şekilde bırakıldığını" açıkladı.

Güneş, bu kişilerin kendilerini "Biz görünmeyenleriz" diye tanıttığını söyledi.

Güneş'in avukatı Sezin Uçar, konuyu yargıya taşıdıklarını, takip ettiklerini, olayla ilgili savcılık soruşturmasının sürdüğünü söyledi.

Uçar, müvekkilinin Türkiye İnsan Hakları Vakfı'ndan fiziki ve psikolojik tedavisinin sürdüğünü belirtti.

Bu olaydan kısa süre sonra, 18 Şubat'ta ise biri Türkiye İşçi Partisi, diğer ikisi Üniversiteli Öğrenci Kolektifleri üyesi üç gençle ilgili olaylar yaşandı.

Bu üç kişi, "Ankara'nın farklı yerlerinde, evlerine yakın noktalarda, kendilerini polis olarak tanıtan sivil kişilerce zorla araçlara bindirildiklerini ve seyir halindeki araç içinde saatlerce alıkonduklarını" öne sürdü.

Bu gençlerden ikisinin avukatı Tonguç Cankurt, "bu kişilere gözaltı kaydı yapılmadığını, araç içinde tehdit ve hakarete maruz kaldıklarını, Boğaziçi eylemlerine katılmamalarının istendiğini ve aynı günün ilerleyen saatlerinde Gölbaşı, Pursaklar ve Sincan'da serbest bırakıldıklarını" söyledi.

ANKARA'DA DA SAVCILIK, OLAYLA İLGİLİ SORUŞTURMA BAŞLATTI. YETKİLİLER NE DİYOR?

TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonu, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı'yla temasa geçti ve görüş alma talebinde bulundu.

TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonu Başkanı, Adalet ve Kalkınma Partisi Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu röportaj talebini kabul etmedi.

İçişleri ve Adalet Bakanlığı'ndan da yaptığımız görüş alma başvurularımıza henüz olumlu yanıt gelmedi. İçişleri Bakanlığı'nın 2017 yılında, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün "Türkiye'de Polis İşkencesi ve İnsan Kaçırma" isimli raporuna karşı bir basın açıklaması yayımladığı görülüyor.

Bu açıklama, bakanlığın konuya bakışına dair bilgi veriyor.

Bakanlığın açıklamasının başında, "raporun delil ve dayanaktan yoksun, tek taraflı ve somut gerçeklere uygun olmayan bir şekilde hazırlanmış olduğu" belirtiliyor.

Açıklamada, "Raporun, hukukun üstünlüğü esas alınarak yürütülen terörle mücadeleye gölge düşürmek amacıyla, başta FETÖ/PDY üyeleri olmak üzere diğer terör örgütleriyle iltisaklı ve irtibatlı kişilerin etkisi altında kalınarak hazırlandığı izlenimi edinildiği" ifadesi de yer alıyor.

Bakanlık, "terörle mücadelesini insan haklarına ilişkin uluslararası standartları esas alarak yürüttüğünü" vurguluyor.

Ağırlıklı olarak işkence iddialarına karşı cevaplara yer verilen açıklamanın son bölümünde ise kaçırma iddiaları ele alınıyor ve bu kapsamda ilgililerin yakınları tarafından Ankara ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılan ihbarlar üzerine derhal soruşturma başlatıldığı aktarılıyor.

"Yürütülen soruşturmalar kapsamında kaçırıldığı belirtilen kişilerden Ö.A. 16 Mayıs 2017 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğinden yakalanarak tutuklanmıştır" cümlesinin ardından şu ifadeye yer veriliyor:

"Her bir kaçırılma iddialarıyla ilgili olarak, olayların gerçekleştiği belirtilen yerlerdeki kamera görüntüleri, olaya karıştığı ileri sürülen araç bilgileri, görgü tanıkları, bahsi geçen kişilerin yakınlarının beyanları, telefon görüşmeleri ve HTS kayıtları incelenmekte, iddialar titizlikle araştırılmaktadır."

Bu arada son yıllarda TBMM'de Ömer Faruk Gergerlioğlu, Sezgin Tanrıkulu, Cihangir İslam gibi milletvekilleri, bu tür iddialarla ilgili çeşitli soru önergeleri verdi.

Bu soru önergelerine yanıt verilmedi.

Son dönemde bu iddiaları en çok gündeme getiren isim Gergerlioğlu oldu.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin, Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun sosyal medyadan yaptığı bir haber paylaşımı nedeniyle "terör örgütü propagandası" suçlamasıyla 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmasını öngören yerel mahkeme kararının 19 Şubat'ta onaylaması ve kararın Meclis'te okunmasıyla Gergerlioğlu'nun milletvekilliği 17 Mart'ta düşürüldü. İHD konuyu İçişleri Bakanlığı'yla görüştü

İHD Başkanı Türkdoğan, kaçırılma iddialarıyla ilgili 2020 ve 2021'de yetkililerle görüşmeler yaptıklarını söyledi.

Türkdoğan, 2020'de o dönem TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Başkanı olan AKP Erzurum Milletvekili Selami Altınok ile görüştüklerini ve kendisine bir rapor sunduklarını belirtiyor.

İHD Başkanı, Şubat ayında ise İçişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Ersoy'la görüştüğünü söylüyor.

Görüşmeyle ilgili Türkdoğan, "Konuyu aktardım, raporları verdim. Onlar da inceleyeceklerini, araştıracaklarını, eğer yetkili oldukları alanlarda bu tip şeyler yaşanıyorsa müsaade etmeyeceklerini söylediler" diyor.

"Bakanlığın harekete geçeceğini düşündüğünü" belirten Türkdoğan, "Bakanlık bu konuda mutlaka harekete geçecektir diye düşünüyorum. Biraz beklememiz gerekir çünkü görüşmenin üzerinden daha bir ay geçti. Bu arada Ankara'da yaşanan o üç genç olayı biraz kafamızı karıştırdı açıkçası. Ama yine de ben Bakanlığın harekete geçeceğini düşünüyorum. Görüşmede edindiğim izlenim oydu" diye konuşuyor.

İDDİALARA KARŞI ETKİN SORUŞTURMA VE HÜKÜMETİN EL KOYMASI ÇAĞRILARI

Söz konusu iddialarla ilgili olarak resmi yetkililerden çok az açıklama gelmesi, yaşayanların bir bölümünün konuyu ne kamuoyunun gündemine ne de yargıya taşıması, yargıya taşınan olaylarda etkin soruşturma yapılmadığı iddiaları ve sosyal medyada, bazı siyasi grupların dezenformasyon çabaları gibi nedenler, yaşananları net ve detaylı olarak ortaya koymayı zorlaştırıyor.

İnsan hakları kuruluşlarına göre ise iddialar çok ciddi zira bunlar Türk Ceza Kanunu'nda tehdit, tanımlı hakaret, işkence, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, görevi kötüye kullanma gibi birden fazla suçun alanına giriyor.

Bu kuruluşlar, her ne kadar Türkiye'de darbe girişimi sonrası emniyet ve istihbaratın yetkilerini artıran yasal değişiklikler yapılmış olsa da iddia edilen eylemlerin Türkiye'deki yasalar açısından hiçbir dayanağı olmadığı görüşünde.

Bu örgütlerin raporlarında, "işledikleri iddia edilen suçlardan bağımsız olarak herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının mevcut olduğuna" vurgu yapılıyor.

Örgütler ayrıca, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Sözleşme'yi imzalamamış olmasının da herhangi bir şeyi değiştirmediği kanısında.

PEKİ BUNLARI DİLE GETİRENLERİN EN ÖNEMLİ TALEPLERİ NELER?

Bu konuda öncelikle etkin soruşturma talebi öne çıkıyor.

Ankara Barosu'nun raporunda, "suç ile itham edilen herkesin kendi avukatı ile gizli görüşme hakkında faydalandırılmaları gerektiği ve soruşturmaların kamu denetimine açık olması gerektiği de" belirtiliyor.

Bunun yanında siyasi otoritelere de çağrı yapılıyor.

Uluslararası Af Örgütü'den Milena Büyüm, "Bu korkunç insan hakları ihlallerinin yaşanmaması için devletin ve hükümetin, kararlılık ve iradesi gerekir" diyor.

Emma Sinclair Webb de, "Siyasi irade olmazsa devam eder" diye konuşuyor.

Bu konuda önümüzdeki dönemde yetkililerden gelecek açıklamalar merak ediliyor.