Günümüzün en popüler konularından “Z kuşağı” üzerine hemen herkes bir şeyler konuşuyor, yazıyor, çiziyor. Arama motorlarına ‘Z’ devamında da ‘K’ yazdığınız andan itibaren; “Z kuşağı nedir?”, “Z kuşağının özellikleri nelerdir?”, “Z kuşağı neler yer, neler giyer?”, “Z kuşağı ne dinler?” diye devam eder. Aklı sıra konuya biraz çalıştıklarını düşünenler ise şöyle şeyler söyler:

“Z kuşağı temsilcilerinin analitik ve hızlı düşünme metotlarının oldukça yüksek olduğunu belirtmek mümkündür. Ancak bütün bu özellikler bireysellikten öteye geçmemektedir. Takım çalışmalarına yatkın olmayan bu kuşağın kendilerine olan özgüvenleri yüksektir.”

“Bununla beraber ailelerinin onlara değişik baktıkları gerçeği üzerinde fikir sahibi olmaları çok yüksektir. Özgürlerdir, bağımsızdırlar ve onlar adına mümkün olmayan herhangi bir şey yoktur.”

“2000 yılından günümüze kadar olan zamanda doğmuş kişiler Z kuşağına dahil ediliyor. Teknolojinin kucağına doğan bu nesil, 'internet kuşağı' olarak da adlandırılıyor. Son derece iyimser olmalarının yanı sıra pek hırslı değiller. 21. yüzyılın ilk nesli olan Z kuşağının, teknolojinin ilerlemesi sebebiyle diğer kuşaklara göre daha uzun yaşamaları bekleniyor.”

“Z kuşağı; 2000’li yılların gençliği. Sadece kendi özel hayatlarıyla, gittikleri partilerle, giydikleri kıyafetlerle ilgilendikleri için içe dönük oldukları kabul edilir.“

***

Z Kuşağı’na dair bütün bu yazılanlardan ciddi derecede rahatsız oldum. Bir ayağı sokaklarda/eylemlerde, bir ayağı akademi/sosyal bilim çalışmalarında, bir ayağı da basında olan biriyim. Toplum içinde gelişen, dönüşen her şey dikkatimi çeker ve bu gelişmelere dair okumak ve konuşmak severek yaptığım şeylerdendir.

“Z Kuşağı” üzerine bu kadar tartışma yürürken ben hayatımın önceki yıllarına, yani şöyle bir 3-5 yıl geriye gittiğimde bana emek katan Ceyhun ve Alper’in, “Ercan siz solcular var ya, kafanızı kese kağıtlarına sokmuş dünyaya öyle bakıyorsunuz”, “biraz kendinden çık Ercan, dünyaya bir açıl”, “hayatın bütün doğrularının solculara ait olduğunu düşünüyorsun değil mi Ercan?” sözleri aklımın bir köşesinde. Buradan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; birilerinin “Z Kuşağı” dediklerini ben biliyor, hayatı zaten onlar ile yaşıyordum. Büyük kavgaları ile bana kattıkları çok şey oldu.

İşte Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin kafalarındaki Türkiye’nin bu nedenle hiçbir zaman hayata oturmayacağını düşündüm. Daha doğrusu Türkiye’de yaşanan onca karamsar ve kötü şeylere rağmen ben umudumu hiç yitirmedim. Zira o devlet aklının ermediği, anlayamadığı, daha doğrusu kendisinin ırkçı/militer politikaları ile zehirleyemediği milyonlarca genç insan Türkiye’de hayatın her alanında konuşuyor, tartışıyor ve kendisi için özgür bir hayat talep ederken kendi imkanları ile bunu inşa ediyorlar. Ben bu konuda şu an daha uzun konuşmak istemiyorum. Sözü kuşağın kendisine bırakacağım.

İlk söz Elhim Şafak’ta:

“Yükselen döviz ve gıda fiyatlarından o kadar memnunuz ki, döviz yükseldikçe kalkıp göbek atasımız geliyor. O denli huzur verici bir tablo oluşuyor ki gözümüzde... Hele ki dolar yükseldikçe sevinçten hop oturup hop kalkıyoruz....

Çocuk ve kadın cinayetleri, ülkemizin eli öpülesi, yüzü sevilesi ender sıkıntılardan biri.

Hele ki bir çocuk mu öldürüldü!!

Aman!!!

Ne olacak ki?

Her gün zaten yenileri doğuyor. Bir eksik bir fazla...

Ne olmuş ki?

Bir adam cinnet geçirip karısını mı öldürmüş, N’apalım yani?

Adamın bilinci yerinde değilmiş zaten!

He bir de hiç sordunuz mu adam niye cinnet geçirmiş diye? Belli ki kadının dırdırı zırzırı hır gürü bitmiyormuş. Cinnet geçirmesin de ne yapsın?

Yani bir de cumhurbaşkanımız bunu mu gündem yapsın?

Hem kadın zaten, ne öne mi var ki?

Bir de bu aralar yokluktan, çocuğunun okul masraflarını karşılayamadığı için intihar eden babalar türedi. Maddem intihar ediyorsunuz ne diye arkanızda mektup bırakıyorsunuz ki?

Geride kalanları (Cumhurbaşkanımız ve hizmetkarları) zor duruma düşürmek hoşunuza mı gidiyor?

Vatan haini misiniz siz? He!!

Aklıma birden şu İşkur’un önünde sıra bekleyen uzun kuyruk namzetleri geldi. Size de iki çift lafım var!

Ne çok seviyorsunuz sırada beklemeyi, bir bıkmadınız!

İşsizlik mi var ülkede?

İş beğenmiyorsunuz. Ne yani öğretmen olduysanız illaki öğretmenlik mi yapacaksınız?

Restoran, kafe, barlar ne güne duruyor?

Kalem mi tutacaksınız illaki?

Kendinize gelin!

Arsız eşşeğe ne kadar değnek de vursan akıllanmayınca akıllanmıyor işte.

Ensar Vakfı’nda bir amca vardı çocuklara porno izletip taciz, tecavüz eden.

Ne abarttık ama!

Neyse ki iki cihan perveri, halife-i ruy-i zeminin tayfası olayın ehemmiyetsizliğini anlayıp üzerini örtbas etmeye çalıştı.

Allah razı olsun!

Umarım amcamızın son hali iyidir. Kaldığı yerden memnundur.

Bu aralar dikkatimi çok çekiyor. Sokaklardan çöp toplayan insan sayısı arttı. Ne zaman dış mihraklar ekonomimize saldırıp çökertmeye çalışsa bu insanların sayısı akıl almaz oranda artıyor. Bir de çoğu Türkçe konuşmayı bilmiyor.

Acaba bu insanlar ajan mı?

Muhtemelen evet!!

Sürekli aralarında Arapça konuşup duruyorlar. Amaçları etraftan bilgi toplayıp arştaki ekonomimizi yere çalmak!! Bunların başka bir amacı olamaz.

Yeter!

Tüm dünyanın derdi biz olmuşuz resmen. Şu Amerika'nın, İngiltere'nin, İsrail'in başka bir işi yok mu?

Şimdi,

İşsizliği,

Kadın, çocuk cinayetlerini,

Rüşveti,

Yolsuzluğu,

Adam kayırmayı,

İntiharları bir kenara bırakalım.

Asıl şimdi en önemli mevzuyu konuşma vakti. Analarımızın, babalarımızın, bacılarımızın, kardeşlerimizin, evlatlarımızın ahlakı söz konusu.

Sosyal medya!

O YouTube yok mu o YouTube!

Ülkemizin "ahlak seviyesini" yerle yeksan ediyor.

Netflix’e diyecek bir şeyim kalmadı. Erotik sahneler bu kadar açık bir şekilde çekilir mi?

Nasıl insanlarsınız siz?

Devletime ve erbain melekle korunan, Cumhurbaşkanımıza sesleniyorum. Lütfen bir an önce müdahale edilsin!

Namusum söz konusu... “

***

Onlardan dinlemeye devam edeceğiz!