“Z Kuşağı” üzerine üçüncü tartışmayı gene bu jenererasyon içinde konumlandırılan Paris 8 Üniversitesi felsefe öğrencisi Robin Yetiş ile konuşacağız.

Popüler bir tartışmadır aldı başını gidiyor. Elbette sosyal bilimde kuşaklar/jererasyonlar üzerine çalışanların daha doyurucu açıklamaları vardır. Ancak benim/bizim yaptığımız biraz da bunun dışında bir şey oldu. Doğrudan bu kuşak içinde olduğu düşünülen bireyler ile bu tartışmaları yürütmeyi daha doğru ve anlamlı buldum. Bir anlamı ile sahadan, yani hayatın içinde duran, üreten, konuşan ve bu konuştuklarının da kavgasını veren kişiler ile bunu konuşmak sanırım kötü olmadı.

İlkinde Elhim Şafak, ikincisinde Tarsuslu S. Paul ile yaptığımız/yürüttüğümüz bu tartışmanın üçüncüsünü de seninle yapıyorum. Öncelikle kendi bu “Z Kuşağı” olarak ifade edilen sosyal grup içinde görüyor musun? Görüyorsan neresinde ve nasıl, görmüyorsan neler söylemek istersin bu konuda?

Açıkçası benim burada problemli gördüğüm bazı noktalar var. Z kuşağı denilerek bizi yani yeni milenyumla ve sonrasında doğan insanları toplumsal bağlamdan kopartıp değerlendirme eğilimi var ve dolayısıyla bu şekilde bir düşünme biçiminin maddi bir zemini olduğunu düşünmüyorum. Bunun yanı sıra vurgulanması gereken bu ‘’kuşak’’, ‘’jenerasyon’’ gibi kavramların homojen olmaması üzerinde durmak lazım. Bugün TC içerisinde yaşayan bir ‘’Z kuşağı’’ bireyi ile Kenya’da, Malezya’da yaşayan bir ‘’Z kuşağı’’ bireyi toplumsal bir sınıflandırmanın içerisine alıp tek potada eritmek doğru değil, hatta aksine bir hayli zararlı bir düşünce biçimi. Bugün dünyada yine bu ‘’Z jenerasayonuna’’ dahil olan 150 milyon çocuk işçi var, bunları bu bağlamdan kopartarak bu şekilde homojen bir sınıflandırma yapılmasına buna çeşitli özellikler yüklenmesine karşıyım. İnsanların davranışlarının da haliyle içerisinde bulundukları toplumsal koşullara göre değiştiğini düşünüyorum.

Şimdi de “Z Kuşağı”na dair klişelerden gidelim istiyorum. Seninle dört değerlendirme paylaşacağım sende bizlere bunlara dair ne düşündüğünü ifade edeceksin.

Birincisi: “Z kuşağı temsilcilerinin analitik ve hızlı düşünme metotlarının oldukça yüksek olduğunu belirtmek mümkündür. Ancak bütün bu özellikler bireysellikten öteye geçmemektedir. Takım çalışmalarına yatkın olmayan bu kuşağın kendilerine olan özgüvenleri yüksektir.”

Aynı zamanda çok sevdiğim bir kitapta olan ‘’Genlerimizden İbaret Değilizin’’ yazarı, biyolog Stephen Jay Gould’un bir lafı var, çok severim. Kendisi Einstein’ın beyni ile ilgili yapılan tartışmalara binaen şöyle bir şey söylemişti : ‘’Ben Einstein’ın beyninin kıvrımları veya kütlesinden ziyade onunla neredeyse eşit yeteneğe sahip kişilerin pamuk tarlalarında ve tershanelerde yaşayıp ölmesiye ilgileniyorum.’’ Einstein kesinlikle bir dehaydı ama Gould’un cümlesi objektif olarak bir hakikate işaret ediyor. Yani bu senin de söylediğin gibi ‘’klişe’’ cümle kimin için geçerli, benim için mi geçerli yoksa demin bahsettiğim 150 milyon çocuk işçi için mi. Özbekistan’da pamuk tarlalarında telef olan çocuklar ‘’hızlı düşünme metotlarını’’, ‘’analitik düşünceyi’’ sorması ayıptır nerede öğreniyorlar? Bana kalırsa Güneydoğu Asya’da ki ter atölyelerinde sömürülen ‘’Z jenerasyonu’’ takım çalışmasına bir hayli yatkın, bunu anlamak için giydiğimiz ayakkabılarımıza bakmamız kanımca yeterli… ‘’Kendimize olan güvenimizin yüksek olduğu’’ söylenmiş, ben yine soruya soruyla cevap verme ihtiyacı hissediyorum? Kimin özgüveninden bahsediyoruz, her yıl Dünya’da yine bu ‘’Z kuşağının’’ içerisinde olan 40 milyon çocuk cinsel istismara maruz kalıyor, bunlar resmi rakamlar. Üstüne üstlük 18 yaşın üstündekiler bu verilere dahil değiller. Bu insanların gerçekten yüksek bir özgüveni olabilir mi? Sistematik bir şekilde tacize uğrayan, cinsel baskılarla mücadele etmeye çalışan bir kuşaktan bahsediyoruz, neyin özgüveninden bahsediyorlar ben anlamıyorum.

İkincisi: “Bununla beraber ailelerinin onlara değişik baktıkları gerçeği üzerinde fikir sahibi olmaları çok yüksektir. Özgürlerdir, bağımsızdırlar ve onlar adına mümkün olmayan herhangi bir şey yoktur.”

Bu da Orhan Veli’nin bir şiirinden bir bölümü aklıma getirdi ‘’Hava bedava, bulut bedava, dere/tepe bedava’’ diyordu. Valla Orhan Veli yine şanslıymış, kendisi Beykozludur, şimdi Beykozun köylerinde dere, tepede oturmak istese hepsi tesis oldu, kafa parası yirmi lira alıyorlar en azından. Bizde bu bağlamda özgür olabiliriz belki, hangi ayakkabıyı alacağımız konusunda özgürüzdür, hangi AVM’ye gidebileceğimiz konusunda özgürüzdür vesaire. Kısacası yersen. Bağımsızlıkta aynı mesele neyden bağımsız kimden bağımsız… Bunun ısrarla altını çiziyorum içerisinde bulunduğumuz maddi zeminden bağımsız düşünülemeyiz, özgürce seyahat etme hakkı? Üniversite kabulüyle bile vize yenilerken 70-80 euro aracı kurum parası alıyorlar. Euro kaç lira olmuştu? Bunları geçmek lazım. Aile meselesine gelirsek ben tam aksini düşünüyorum. Bu süreçte ailelerimiz bizimle beraber öğreniyor diye düşünüyorum. Tanımadıkları, karşılaşmadıkları sorunlarla, gerçeklerle yüz yüze kalabiliyorlar. Tabi bu toplum nezdinde kimi zaman çok ağır problemlere de neden oluyor, şüphesiz. Ama öte yandan ben en azından bizim şu sözde ‘’Z kuşağı’’ ile birlikte toleransın, en azından şehirleşmiş bölgelerde, orta sınıf içerisinde bir hayli geliştiği kanaatindeyim. Tabi burada yine meselenin kendisi gözardı edilmek isteniyor. Bizim internette de şöyle bir geyik döner mesela, ‘’OK Boomer!’’, tamam anladık boomer gibisinden. Bir taraf birini çok bireyci olmakla suçluyor, öbürü de siz anlamıyorsunuz, kalın kafalısınız, dünyanın şu an böyle olmasından siz sorumlusunuz diyor. Bunları geçmek lazım, içerisinde yaşadığımız bir sistem var ve bu sistemin kendisinin çelişkileri var, yarın tüm iktidarlara benim yaş grubum gelse neyi ne kadar değiştirebilir. Geçen yıl olması lazım, Davos’ta Amerikalı bir bakan, Greta Thunberg’e hitaben gidip ekonomi okusun biraz demişti. Şimdi bu adam bariz bir gerici evet doğru ama söylediğinde de acı bir hakikat var. Ben Greta’yı her koşulda destekliyorum, mücadele ettiği şey çok kıymetli ama yarın kendisini çevre bakanı yapalım, çok farklı politikalar izleyemez. Aynısı Obama’ya oy verilmesiyle de paralel bana kalırsa. Trump ,George Floyd’un ölümünü protesto edenlere ‘’yağmacı’’ dedi, yani bunun aynısını Baltimore olayları olduğunda Obama’da söylemişti. Dediğim gibi içerisinde yaşadığımız bir sistem var ve onun kendi çelişkileri, dinamikleri var. Biz, kendimizi bunun dışında Robinson gibi bir adada tahayyül edemeyiz, ederiz etmesine ama en fazla bir hayal olur bu.

….

Üçüncüsü: 2000 yılından günümüze kadar olan zamanda doğmuş kişiler Z kuşağına dahil ediliyor. Teknolojinin kucağına doğan bu nesil, 'internet kuşağı' olarak da adlandırılıyor. Son derece iyimser olmalarının yanı sıra pek hırslı değiller. 21. yüzyılın ilk nesli olan Z kuşağının, teknolojinin ilerlemesi sebebiyle diğer kuşaklara göre daha uzun yaşamaları bekleniyor.”

İyimser olmamız gerekiyor ama bunu da realist bir şekilde yapmak lazım. 68’in meşhur sloganlarından, ‘’Gerçekçi ol, imkansızı iste!’’ gibi. Biz de tam anlamıyla bunu yapmalıyız zaten. Hırs meselesi karışık, bir yandan ilkokuldan başlayarak içerisine sürüklendiğimiz bir rekabet sistemi var, üniversiteye, iş hayatına kadar devam ediyor. İnsan kendisini herkesin potansiyel rakip olduğu bir konumda bulunca kendisini bütün bunlardan soyutlaması zor oluyor. İnsanlar üniversite, lise sınavlarında panik atak geçiriyorlar. Bizim kuşakta bir şekilde antidepresan, odaklanma ilacı, sakinleştirici ilaçlara hiç bulaşmamış yani hiç kullanmamış kaç kişi vardır acaba. Yok yani. İşin trajikomik bir yanı, sen kullanıyor musun değilde soru sen ne kullanıyorsun ya da kaç milligram alıyorsuna dönüşüyor. Bu bir hayli üzücü bir durum. Olduğu gibi patolojik bir kuşaktan bahsediyoruz. Böyle düşününce distopik geliyor ama bu maalesef böyle. İçerisinde yaşadığımız bu dönemi gerçekten Z kuşağı açısından, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’da ki distopyasından ayıran şey ne peki? Orada da insanlara ‘’mutluluk’’ ilaçları veriliyordu. Bizim jenerasyonun serotonin inhibitörleri de cıvıl cıvıl, maşaallah! Teknoloji meselesine gelirsek, evet objektif bir şekilde bir yandan inanılmaz bir teknolojik gelişme var, muazzam, ‘’çığır açan’’ deneylerden bahsediyoruz vesaire. Ama bunun birde öteki tarafı var, buzdağının pek medyada olmayan kısmı. Bunun yanında inanılmaz gelişen bir köktendincilik var, dünyanın her yerinde gericiler iktidara geliyor. Bu iki fenomenin beraber gerçekleşmesi çok garip gözükürken, örgütlü toplumsal bir cehaletle karşı karşıyayız. Ve bu ikisi bariz bir şekilde birbirlerini besliyorlar, system overload oluyor sonra! Çelişkiler patlama noktasına geliyor, ben de Amerika’ya vize alamaz duruma düşüyorum Türkiye’deyken. Biz lisedeyken Fransa’da seçimler olmuştu. Tabi bir iki yıla üniversiteye gideceğiz, bir yandan Macron seçilsin istemiyoruz ama bir yandan da Le Pen seçilecek diye ödümüz kopuyordu mesela. Daha uzun yaşar mıyız bilmiyorum, biz şu an ‘’boomer’’ jenerasyonunun gördüklerini bile göremeyebiliriz. İnanılmaz bir ekolojik yıkım var, tahribat var. Bir taraftan da işte insanın doğayla bu çelişkili birlikteliği COVID gibi pandemilere neden oluyor. Endüstriyel hayvancılık misal. Bu şekilde gelişmeye devam ederse biz belki de en çok pandemi gören- ya da göremeyen!- kuşak olabiliriz.

Dördüncüsü: ““Z kuşağı; 2000’li yılların gençliği. Sadece kendi özel hayatlarıyla, gittikleri partilerle, giydikleri kıyafetlerle ilgilendikleri için içe dönük oldukları kabul edilir.“

Yani yıllardır pompalanan bir bireysellik mefhumu var bence bu doğru. Ama sanki bu bizim kuşak ontolojik olarak böyle, anne karnından böyle çıktık gibi düşünmek absürt olur. Herkes kendi işine baksın, hayatını yaşa vesaire, bizim kuşak devamlı bunlara maruz kalıyor bu çok doğru. ‘’Bu gece hangi kulübe akalım?’’, ‘’Abi orası baymadı mı?’’, ‘’Yazın Bodrumdayız’’ falan filan. Bunlar var evet, bunlar benim yaşıtlarım evet, doğru. Ama burada ele almak istediğim iki mesele var. Bir kere buradan olduğu gibi belirli bir sosyoekonomik gücü olan yaş grubumdan bahsediyoruz. Benim büyüdüğüm, yetiştiğim ortam böyleydi, birinci elden gördüm, doğrudur. Mezuniyet ‘’balomuz’’ Çırağan Sarayın’da yapılmıştı mesela, saçmalıktı benim için gitmedim, gitmeyen arkadaşlarım da oldu. Ama tabi sanki bütün Z kuşağı böyle bir hayat yaşıyor algısı yüklersek bu da içerisinde yaşadığımız dünyayı objektif bir şekilde okuyamamıza neden olur. Aynı şekilde yaşıtlarımızın, Z kuşağından bireylerin günde bir dolara çalıştığı, önlenebilir hastalıklardan öldüğü, çocuk gelin oldukları, tecavüze uğradıkları, sistematik olarak sömürüldükleri de gayet objektif bir olgu. Ama bir taraftan bu birey mefhumu inanılmaz yüceltilirken tepelere koyulurken, öbür taraftan ‘’dünyayı kurtarmak sana mı kaldıyla’’ da karşılaşıyoruz tabi. Çelişkili bir şekilde, bir yandan dünya kendi etrafımızda dönüyor hissi yaratılıyor sonrasındaysa ‘’zaten seninle olacak iş değil’’, ‘’bırak hayatını yaşa’’, ‘’geçti bu işler’’ gibisinden laf salatalarıyla karşılaşıyoruz. Toplumsal bir bakış oluşuyor tabi böylelikle. Toplumsal meselelerle uğraşmak marjinalleşme sebebi, ötekileşme sebebi oluyor. ‘’İlginç’’, ‘’enteresan’’, ‘’değişik’’ olunuyor böylelikle. Sömürünün olmadığı, gereksiz acıların yaşanmadığı bir dünya tahayyül edince ‘’bir sorun mu var acaba bunda?’’ oluyor. Var abi var çok sorun var. Ikınsalar da tıkınsalarda bizde çok sorun olacak. Tabi iş toplumsal meselelere ilgili olmakla da yetmiyor maalesef, yine aynı yaş grubum, ya da hadi Z kuşağı diyelim, hem toplumsal meselelere ilgili olabilirken, iş ciddi anlamda değişiklik yapmaya gelince tüm heveslerini Kadıköy’de veya Mis Sokak’ta iki tane ellilik ile gömmesini de çok iyi biliyor. Bu onların kendi seçimleri değil bana kalırsa, insanların düşünüş biçimlerini biçimlendiren bir sistem var, dolayısıyla insanlar bulundukları maddi zemine bağlı olarak ve onun ekseninde varolan bir ‘’üstyapı’’ içerisinde düşünüyorlar. İdeolojik hapishane. Bu Z kuşağı muhhabetleri yanlış değilsem şu ‘’Oy moy yok’’ ile gündem oldu. Bence bu bile demin bahsettiğim ideolojik hapishanenin iyi bir örneği. Düşünsenize bütün bir kuşak olduğu gibi değişikliği, çözümü sandıkta görüyor! Bunun ötesine geçemiyorlar. Dört yılda bir ‘’vatandaşlık görevi’’. Sandığa git mümkünse sosyal medyadan gittiğini bildir, ne de olsa ‘’her seçim çok önemli’’.

Böyle bir durum da var mesela. Apolitikle suçlanıyor bizim kuşak. Bir yandan baya bir yüzdeyle sandığa giden bir kuşağız diye biliyorum, öbür taraftan bir kuşağın politik vizyonunun sadece sandıktan ibaret olması, bu çok korkutucu gelmiyor mu? Yani evet bir yandan katılıyorum bu kendi halinde olma durumuna, bence bu objektif olarak doğru. Kendi kuşağımın görece daha ‘’entelektüel’’ olan tarafında da var bu durum. Arkadaşlarımla konuşuyoruz bazen. Akademiysen olacağım, çeviri yapacağım vesaire. Ya abi yap, yapma diyen yok. Ama sonra? Bir yandan bunlar toplumun değişmesini isteyen bir Z kuşağı ama bir yandan kendi hayatları var, kariyerleri var,kendileriyle ilgili idealleri var. Milton Friedmann’da akademisyendi, adam çocuk işçiliğini savunuyordu. Yani toparlamak gerekirse bir işe başlarken, bir şeyi sadece hayal bile ederken; ister Z kuşağı olsun, ister X, ister Y sorulması gereken temel sorunun : ‘’Ne için ve kimin için?’’ olduğunu düşünüyorum, dolayısıyla ister kendi kuşağım olsun ister başka kuşak olsun, bence bu soru üzerine düşünmeye değer.

Abe sustum...sen her şeyi söyledin. İyi ki de söyledin. Teşekkür ederim.