Bir uzman çavuşun istismarından sonra intihar girişiminde bulunan genç kadın tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.

Gencecik bir insanın hayatının mahvedilmesine insanlar Twitter’dan ses yükseltti, şüphelinin tutuklanması için açılan etiket ile dün konu ilk sıraya çıktı ama akşam televizyonların ana haberleri hiçbir şey yaşanmamış gibiydi.

Genç kadın adım adım ölüme sürüklendi oysa. Devletin kurumlarından yardım istedi ama ne devlet ne de medya duydu sesini. Trajik ölümü bile haber değeri taşımadı. 

Hadi somut verilerden gidelim…

18 yaşındaki İ.E, Siirt’te görev yapan Musa O. adlı uzman çavuşun kendisine tecavüz ettiği şikâyetiyle ailesiyle birlikte savcılığa suç duyurusunda bulundu. Aile defalarca şikâyette bulunduğu karakoldan ise yanıt alamadı.

Bir süre sonra gözaltına alınan Musa O.nun ifadesi adlî tıp raporu ile çelişkiliydi. Kendini ancak “alkollüydüm” diye savunabilmişti.

“Nitelikli cinsel istismar” suçundan tutuklama talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilen Musa O. adlî kontrol tedbiriyle serbest bırakıldı. Dosya hakkında gizlilik kararı alındı.

Genç kadın ise olayın ağırlığıyla intihara teşebbüs etti.

İ.E. yazdığı mektupta şikâyet edeceğini söylemesine karşılık Musa O.nun “Bana kimse bir şey yapamaz” diye kendisini tehdit ettiğini belirtmişti.

İnternet medyasında “M.O.’nun kadını tecavüze maruz bıraktığı, bunun üzerine şikâyetçi olmak isteyen kadını 20 gün boyunca alıkoyduğu ve İzmir’e götürdüğü” yazılıyor.

Genç kadının babasının söyledikleri ise biraz farklı. Musa O. genç kadını bir arkadaşının evine getirip burada birkaç gün boyunca hap ve alkol vermiş… Ardından Musa O. kızı İzmir’e göndermiş, orada çaresiz bırakılan kız sonra Batman’a dönmüş…

Gizlilik getirildiği için soruşturma dosyası hakkında bilgi edinme olanağımız yok. Ama kızın cinsel saldırıya uğradığı savcılıkta adlî tıp raporuyla tespit edilmiş.

Herhâlde genç bir kadının yaşadıkları nedeniyle hayatını sonlandırmak istemesinden daha açık bir durum olamaz.

Bunun için sosyal medyadan yükselen ses, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen şahsın cezasızlığı üzerineydi.

Başta dosyaya neden gizlilik getirildiğini sorgulamalı. Cinsel istismarla anılan kişi bir kamu görevlisi, yani asker olduğu için mi? Necip Türkiye medyasının televizyonları da bir insanın trajik ölümünü bu yüzden mi görmezden gelmişti?..

Cezasızlık geleneği eskidir Türkiye’nin…

Kadın cinayetleri, çocuk istismarı, iş cinayetleri, “faili meçhul” cinayetler, işkenceler… insanın ve çocuğun yaşam hakkına varıncaya kadar ihlalleri ortaya çıkaran düzenin taşları en çok da cezasızlık kültürüyle döşenir.    

Parti, siyaset, sermaye, ordu, emniyet, vakıf, şirket; kamu veya özelde çeşitli iktidar odaklarının “itibarı”, menfaati için dosyaların gizlilik zırhıyla, yayın yasaklarıyla örtüldüğü bir sır değil. Meselâ kamuda sorumluların yargılanmaları dahi siyaset kurumunun, bakanlıkların iznine bağlanarak yargılamanın önü kapatılır. Çorlu’daki tren kazasına, Soma’daki toplu iş cinayetine, Ankara, Suruç, Roboski katliamlarına ilişkin yürütülen dava dosyalarında olduğu gibi. Rabia Naz’ın şüpheli ölümünde savcılığın takipsizlik vermesi gibi.

Bir baba, Murat Oğraş dokuz yıldır, oğlunun Antalya’da staj yaptığı otelde ölüm olayının aydınlatılmasını bekliyor. Rixos Hotel zincirinin sahibi Fettah Tamince ile dönemin il emniyet müdürü ve şube müdürleri arasındaki ilişkiye uzanan, neticede Gülen cemaati ile AKP iktidarında ortaklaşan bir hikâye…  

Ama bir de şöyle şeyler var: Bir bakan, “din ve ahlak eğitimi” veren vakıfta (Ensar Vakfı) ortaya çıkan çocuklara cinsel saldırı olayına ilişkin “Bir kereden bir şey olmaz” diyerek açıktan korumacılık yapar.

Devleti yöneten parti, cinsel istismar suçu işleyenlerin, istismar ettiği kişiyle evlenmesi durumunda ceza almamasını öngören kanun teklifleri sunar Meclis’e. Yasalarıyla kurumlarıyla insanı koruması gereken devlet insanları suçluların katillerin önüne atar.

Sonunda ölümlerin sıradanlaştığı, insan haklarının, çocuk haklarının teferruat sayıldığı o düzende kendini devletin sahibi sayan, anayasanın kanunların üstünde gören, kendine dokunulmayacağını bilen ya da korunan kollanan kişiler çıkar ortaya.

Anayasada yazdığına göre hukuk önünde herkes eşittir. Devlet insan haklarına saygılıdır; insan haklarını güvence altına alan evrensel hukuka uyacağını taahhüt etmiştir. Ama mesela -resmen değilse de- anayasa çoktan askıya alınmıştır.

Adaleti devletin temelinden aldığınızda Augustinos’un deyişiyle, çeteden başka bir şey kalmaz geriye.

Hiçbir yaşam sıradan olmadığı gibi hiçbir şey de tesadüf değil!..

Daha kaç kadın, kaç çocuk ölecek? Kaç anne-baba kızlarını çocuklarını, kaç insan sevdiklerini yitirecek? Onları sessizce toprağa bırakacak? Sokakta, meydanda, mahkeme önlerinde daha kaç insan devletten şiddet görmek pahasına adalet aramak zorunda kalacak?

__________________

* Başlık İran şiirinin önde gelen isimlerinden Furuğ Ferruhzad’ın (1935-1967) “İçim Acıyor Bahçeye” şiirinden mülhem.