CHP’nin bir zamanlar Cumhurbaşkanlığı için aday göstermiş olduğu Muharrem İnce canlı yayında konuşup bombaladı, 4 Eylül'de yola çıkacağını ilan etti. Şöyle dedi: "Ben bir parti kurmuyorum. Ben yola çıkıyorum. Yüzde 31’le bıraktım. Şimdi onu yüzde 51’e çıkarmak için yola çıkıyorum". Bu siyasi figür ciddi ciddi anket yaptırmış ve şu an %10'un üzerinde oyu bulunduğunu iddia ediyor. Öztürk Yılmaz bile kurduğu Yenilik Partisinin Türk halkının büyük coşkusuyla karşılandığını söylüyor. Özgüvenler tavan… İnsan düşünmeden edemiyor, bu İnce kardeşimiz, Sarıgül'den de mi ders almadı? Hareketin adı "1000 günde memleket" olarak ilan edildi. Çok havalı. Sarıgül’ün Şişli'de %70-80 oyu varken, CHP'den ayrı katıldığı yerel seçimlerde nal toplamadı mı ve mecburen sahalardan çekilip evinde zorunlu emekliliğini yaşamak zorunda kalmadı mı? İnce efendi "%31'de bıraktım, %50'nin üzerine taşımak için geliyorum" derken, bu 31'in en az 25'inin kemikleşmiş ve sadık “CeHaPe” oyları olduğunun farkında değil mi? Doğrudan kendi mümtaz şahsiyetine mi basıldığını sanıyor tüm bu mühürlerin? Kaybettiği seçim gecesi bir otel odasında kafaları bularak ekranlara bile çıkamayacak duruma gelmesini bu halka nasıl unutturacak? O öve öve bitiremediği kadrolardan tek bir birey bile görebildik mi, o gece veya sonrasında? Bu hareketin başlamasının en temel tetikleyicisi bu milleti zilletten kurtarmak mı gerçekten, yoksa kurultayda alfabetik sıralama nedeniyle WC’ye yakın bir yerde oturtulmasının yarattığı hınç, kin ve öfke mi? Yapılacak olan ilk seçimlerde %51 değil, hatta %31 bile değil, belki %1 bile oy alamadığında, aynen Cem Toker gibi, "bu millet bana 'git kumda oyna' mesajı verdi" demek suretiyle ilelebet siyaset arenasından çekilmeyi bilecek mi? Bu aşırı ve doyumsuz özgüven, bu kibir, bu kendini bilmezlik her kademede sadece Türk insanına özgü olmalı. Yüce Yaradan Anadolu toprakları için özel üretim yapmış anlaşılan... Bu arada, dikkat edildiyse, her konuşması ve demeci havuz medyası tarafından anında ve canlı yayınlanan ve servis edilen İnce herkesi ve her şeyi eleştirdi ama bir Başkanlık Sistemine laf söylemedi. Belli ki kendisi de başkanlık hayalleri kuruyor. İsmail Cem başlattığı hareket hakkında yine bir zamanlar şöyle konuşmuştu: “Kamuoyuna açıklamaktan çekiniyoruz ama yüzde 60 oranında oy alıyoruz”. Girdiği seçimlerde önce %1.15 ve sonra %0.32 civarında bir oy alarak siyaset arenasını terk etti. İnce yetmezmiş gibi, Cem Uzan da uzaklardan konuşmaya başladı: “Doğru zamanda döneceğim; Genç Parti mutlaka bir ittifakın içinde yer alacak.”

ABD'de de bir deli gidiyor, bir başka deli geliyor. Malum Biden iki defa beyin ameliyatı geçirmiş biri. Ayrıca, devir fantastik, fanatik, fevri, marjinal ve popüler "liderler" devri. Biri gider, biri gelir. 8 ay önce yapılmış olan ve gündemde bir sarsıntı etkisi oluşturan açıklamalar yalnızca Erdoğan'ın işine gelir. Aynen geçen seçimde İnce-Kılıçdaroğlu ikilisinin videolarını seçim meydanlarında gösterip karikatürize ettiği gibi, Biden'in bu videosunu her meydanda gösterir. Buna bir de Bay Kemal'in "dostlarımız" repliğini ekler ve neticeye ulaşır, alkışı alır. Biden herhalde bu konuşmayı yaparken, Türkiye'de sol ve Kürt muhaliflerin "oh be, yaşadık, Biden bizi desteklediğine göre, artık Erdoğan'dan kurtulduk demektir" demeyeceklerini bilemeyecek kadar Türkiye gerçeğinden bihaberdi. Her ne kadar aynı konuşmada Türkiye'nin Akdeniz'de de engellenmesi gerektiğini ve Türkiye'yi İran'dan bile daha tehlikeli bir tehdit olarak gördüğünü söylemişse de, Biden seçilir seçilmez, bu tür görüşlerini değiştirir, diplomasi yoluyla Türkiye'yi elinde tutmak için elinden geleni yapar.

ABD’nin müstakbel Başkanı Biden Amerikan halkının gözünde "Yaşarsa oy ver, ölürse üzülme” şeklinde özetleniyor. Verdiği mülakatın Türkiye ile ilgili bölümünde zaten F-35 yerine bir ara F-15 diyor. Eğer seçilecek olursa, ABD’nin en yaşlı başkanı olacak. Belki de Trump’ı gaf yapma noktasında geçecek ve selefini bile aratacak. “Bana oy vermeyen siyahlar, siyah değildir” sözleri buna bir örnek. Oysa bir ara ikonik bir siyah kadın olan Michelle Obama’yı Başkan Yardımcılığına getireceği dillendirilmişti. Sonrasında ise Hint-Jamaika melezi olan ve daha önce parti içinde rekabet ettiği Kamala Harris’i aynı göreve getirdi. Harris Biden’a göre daha da şahin bir isim. Öte yandan, eskiden İsrail ve Amerikan emperyalizmine karşı birlik olan Arap ülkeleri, şimdi Türkiye'ye karşı birleşmiş durumdalar. Tek ortak düşmanları Türkiye. Biz ise Osmanlı bu ülkeleri kılıç zoruyla kendi hâkimiyeti altında tutmasına karşın, Orta Doğuda bir Osmanlı özlemi duyulduğu sanrısı içerisinde yaşıyoruz. Bu sanrının yarattığı sancı da tüm coğrafya halklarını daha çok karanlığa sürüklüyor. Biden biraz da ABD’deki Türkiye karşıtı Arap, Rum, Ermeni ve Yahudi lobilerini beslemek ve oylarını kapmak için bu yönde konuşuyor.

Koronavirüs krizi yönetiminde aldığı kararlar ve yaptığı açıklamalar nedeniyle eleştirilerin odağında bulunan ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'da düzenlediği basın toplantısında "Kimse beni sevmiyor" dedi. ABD Başkanı Trump, rakibi Biden’ın yaklaşan seçimde "oy çalabileceği" ve "sonuçları kabullenmeyebileceği" yönündeki ifadelerine cevaben, seçimi kaybetmesi halinde "başka işler yapacağını" söyledi. Büyük Patron ABD’nin gündemi bambaşka...

Erdoğan ise ülkemiz gündemini şu minvalde değerlendiriyor: “Türkiye, suni rüzgârlarla eğilip bükülebilecek bir ülke değildir.” Erdoğan tam bundan 2 sene önce de şöyle demişti: “15 Temmuz'dan bir gün önce 2,8 olan dolar kuru dün itibarı ile 6 lira üzerinde olamaz.” Artık 7 liranın altını bile arar olduk. Aslında Erdoğan bu pandemi krizini fırsata çevirme şansını yitirdi. Dünyada borsalar, altın, Euro deli gibi yükselirken ve küresel finans piyasalarına büyük bir iyimserlik egemenken, bizim milli borsamız adeta çakıldı, CDS primimiz ve dolar kurumuz bütün zamanların rekorunu kırdı. Sosyal medya da olmasa, gerçekten ülke sathı koskocaman bir mezarlığı andırıyor. Düşünün ki bir ülkede en genel unsurdan en ufak bir konuya kadar her şey liderin (Reis) inisiyatif ve bakış açısıyla şekilleniyor. Futbolda bile 3 büyükler kavramı ortadan kalktı. Reis'in gönül ve destek verdiği iki takımın (Trabzonspor ile Başakşehirspor) mücadelesine döndü şampiyonluk yarışı. Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi, hilafet ve Lozan tartışmaları vs artık memleketin hayati ve mühim gündemini değiştirmeye yetmiyor. Ama halkta ve hatta muhalif kesimlerde bile belirgin bir bıkkınlık söz konusu. Artık herkes bu olan bitene bir kader gözüyle bakıyor, boyun büküyor ve görmezlikten geliyor. Şimdi son olarak iktidarın elinde kalan tek seçenek, tabii eğer başka bir mucize ortaya çıkmazsa, erken ve baskın seçim taleplerini baskıyla susturmak ve 2023'e kadar beklemek veya yeniden bir "Türkiye İttifakı" çağrısı yapmak olabilir. Bundan sonra bu çağrıya kim kulak verir, onu da düşünmek lazım. Erdoğan sadece kendi kitlesine seslenebiliyor. Geriye kalan %50 onun dilinden anlamıyor. Kendi kitlesinin alt ve orta kesimi de artık bıkmış ve bunalmış vaziyette...

Düşünün ki bu ülkenin ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sahip çıkıyor ve “Gül’den neden bu kadar korkuyorlar?” diyor 2014 senesinde ise: “Partime döneceğim, doğal olan budur.” Şeklinde göz kırpıyordu. Davutoğlu ise, “Ben kendimi sağcı olarak görmedim hiçbir zaman” demecini patlatarak gündemde parlama amacı taşıyor. Ne olarak görmüş acaba kendisini? Hocamız utanmasa "ben aslında hep liberal soldum" falan diyecek.

Ali Babacan: “Kimse suçluyu başka yerde aramasın, Türkiye şu an kötü yönetiliyor. Hükümet değişikliği olmadan Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi mümkün değil” şeklinde daha yumuşak ve Menderesvari bir muhalefet yönelimine evriliyor. Diğer cepheden ise, örnekse Mahmut Övür’den, "Birileri dolar yükseliyor diye zil takıp oynayacak. Hiç sevinmesinler, bir dolara muhtaç olmadık ama velev ki olsak da vatanı bir dolara satanlardan olmayacağız" türünden yorum ve değerlendirmeler gelmeye devam ediyor.

Ak Parti Sözcüsü Çelik de: “Türkiye yükselmeye devam eden güçtür, ekonomide, dış politikada, terörle mücadelede, iç politikada, sosyal politikalarda hedeflerimize yürümeye devam edeceğiz.” diyerek bu söylemi perçinledi yakın zamanda. Sanki Orhan Pamuk Kar romanında Ka’nın dilinden Türk milletini veya herhangi bir ferdini konuşturmuş; "Bütün hayatım yoğun bir kayıp ve eksiklik duygusuyla yaralı bir hayvan gibi acı çekerek geçti…"