Sağ olsun; Facebook, 29 Ekim 2014'te Radikal Blog'taki eski bir yazımı hatırlattı! Tekerrür cumhuriyetinde yaşayıp, kendimizi tekrar etmezsek ayıp olurdu zaten...

Cumhuriyet tarihimizde nerede ve ne yaşatılıyorsa vaka-i adiyedendir ya tüm olup bitenler! Biz de sıra dışı olmayalım, hatta sıradanlaşalım, kötü örnek, örnek değildir demeden; aynı şeyi defalarca tekrarlayıp farklı bir sonuçlar almayı umalım... Aptala yatalım, tesadüf deyip geçelim!

OHAL'de ne yapalım? Noktasına ve virgülüne dahi dokunmadan biz de yazıyı yeniden paylaşalım! 

Haydi, okuyalım...

Yeni bir 29 Ekim: Kimin Cumhuriyeti!

Toplumların tarihinde derin izler bırakan, genlerine işlemiş sarsıcı tarihsel kırılma noktaları vardır.

Bunlardan bazıları kıvançla anlatılıp türlü ritüellerle kutlanırken, bazıları ise bilinçaltında derin travmalar yaratan ve adı hatırlanmak bile istenmeyen reddiyelerdir.

Yaşanılan travmatik kırılma noktalarında toplumsal dışavurum uluslaşma sürecini de beraberinde getirir.

Zaferler bilinçli şekilde ritüellerle anımsanırlarken, utanç verici olanlarıysa hatırlatıcı her etkende büyük bir toplumsal huzursuzluğa, bireyler arasında dayanışma ve ortak tepki verme eğilimine sebep olabilir. Bu dilemma, ne yazık ki bazen toplumun sinir uçlarıyla oynayıp, dalga boyu giderek kabaran şiddet sarmalı üzerinde sörf yapılarak toplumsal yarılmaya da yol açabilir.

Halbuki, özellikle tarihin olağan seyrinin işlemesine izin verilmediği coğrafyamızda, tarihin olağan halini hiç yaşayamamış bölge halklarının ve özelde Türk etnisitesinin; varoluş gerçeğini anlamak, hangi dengeler üzerinde durduğunu bilmek ve varlığını hangi sosyal, kültürel, psikolojik, ekonomik ve politik koşullarda sürdürdüğünü kavramak, ortak bir yaşam ve gelecek tasarımının ideolojisi üzerinde çalışanlar için ön koşul olmalıdır.

Toplumun sosyolojik dinamiklerini göz önüne almaktan uzak tutan pejoratif akıl üzerinden yürütülen skolastik siyaset, bölgemizin bitmeyen sorunların coğrafyası olarak ilan edilmesine sebebiyet veriyor.

"Evet, aslında Ortadoğu coğrafyasında temelde sorunun kendisi yanlış olandır. Ve sorunun evrenselliği ne kadar gerçekse çözümlerin yerelliği de o derece doğru olacaktır."

(blog.radikal.com.tr)

Coğrafya kaderdir demiştik ya! Bu, aynı coğrafyada ve aynı kaderi paylaşanlar açısından en azından, etik düzeyde bir sorumluluktur.

"Öncelikle bulunduğumuz coğrafyayla ilgili dinsel, mezhepsel, etnik; bölgesel ve giderek küresel ekonomik ve politik stratejik konumlanmalarımız nedense siyasi taktiksel hamlelerden bir adım öteye gidemiyor!

Halbuki, 1000 yıldır bu coğrafyada var olan ve imparatorluk bakiyesinin vasisi konumundaki köklü bir devlet ve politika geleneğine sahip olmakla övünmez miyiz?"

(blog.radikal.com.tr)

Tarihte her zaman egemen bir güç olduğunu düşünen, pek çok devlet kurmakla övünen ve halkının büyük bir kısmının Osmanlı'nın yasını tuttuğu ve Yeni Türkiye'yi Alternatif Osmanlı Paradigması üzerinden Yeni Osmanlıcılık olarak kavramsallaştırmaya çalışan siyasetin doğru ya da yanlış, bu toplumun büyük bir kısmı tarafından benimsenmiş olduğu da gerçektir.

Emperyal Osmanlı'nın yasını tutmakla ardından dayatılan onursuzluğa karşı kazanılan zaferin kıvancını yaşamak arasındaki ikilem Sevr travması üzerinden yaşanmaya devam ediyor.

Bu noktada özellikle, Türkiye'nin yeniden bir Sevr tehlikesi ile karşı karşıya olduğu paranoyası kendini Türk etnisitesi üzerinden tanımlayanların birçoğunda 'gerçeklik' olarak algılanmaktadır.

100 yıllık bu paranoya ne yazık ki "ülkeyi beraber kurtardık" retoriğiyle suçlu geçmişin inkarı ve reddiyesi üzerinden Cumhuriyet'in kendi vatandaşları olan (kötü) Kürtler ve (zaten kötü olan) azınlıklara karşı bir önyargıya da tahvil edilmiştir. 

Yeniden bir Sevr korkusunun özneleri ne Kürtler ne de azınlıklar olmalıdır.

Sevr, 1915 Ermeni Soykırımı, Dersim Katliamı, Ezidi ve Süryanilerin sürgünü, Trakya pogromu, mübadeleler, 6-7 Eylül gibi travmatik reddiyeler, aslında emperyalist modernitenin halklara dayattığı ulus devlet inşa süreçlerinde hep birilerinin kıyıma uğramış ötekileştirilmiş ve düşmanlaştırılmış olduğu gerçeğidir. Bir ulusun egemenliğinin diğer halkların özgürlüklerine pranga vurduğu Ulus Devlet inşa süreçlerinin olmazsa olmazlarıdırlar!

Diğer bir husus ta, Türklerin olduğu gibi diğer halkların da toplumsal bilinçaltlarında bir dizi travmaya sahip olduklarıdır.

Unutulmaması gerekense; Türklerin en büyük müttefiklerinin bölge halkları, bölge halklarının da en büyük müttefiklerinin Türk halkı olduğu gerçeğidir. 

Zamanı ruhuyla okuyalım; Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşının kurtarıcı motifi ve tarihsel imgesi, hiç şüphesiz Mustafa Kemal'dir. Onun tarihsel eylemliliği sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti'i bugün 91.yılında. Ancak en başta tasavvur edilenden bir hayli uzak olduğunu da teslim etmek gerek! Antiemperyalist karakterde başlayıp inkar, imha ve reddiyeler üzerine savrulduğunu da görmezden gelmemiz beklenemez.

Son söz! Zamanın ruhuna eyvallah, ama yine bir 29 Ekim'de kimin cumhuriyeti deme hakkımızı saklı tutuyoruz.   

T.C. Tekerrür Cumhuriyeti'ne çevrildiği için (dün yine yeni bir Soma yaşandı Ermenek'te!) tekrarında bir beis görmüyorum.

Zulmün gönderine çekilip katliamlar üzerinde dalgalanan bayraklar altındaki emperyalist Büyük Ortadoğu Projesi'nin antitezi; ebru'nin güzel ahengini yansıtan coğrafyanın kadim tüm ezilen halklarının birlikte yaşam iradesinin tezahürü olan Radikal Demokrasi ve Yeni Yaşam Projesi üzerinden inşa edilecek Demokratik Cumhuriyet olmalıdır.