MHP’nin ‘yarı genel başkanı’ Devlet Bahçeli’nin durup dururken ortaya attığı başkanlık meselesi sonrası tartışmalar alevlenince, Burhan Kuzu şu tweet’i attı:

“Ya Başkanlık ya düşmanlık”

7 Haziran seçimleri sonrası “Ya istikrar ya kaos” tehdidi ile ikna ettikleri kitle, kaosun zaten içine düştüğünden, bu kez eli yükseltmek zorunda kaldılar.

‘Hukukçu’ ve ‘prof.’ ünvanı taşıyan şahsiyet, o tweet’le bugün yaşananları tek cümleyle özetleyivermişti. Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonu da, HDP’lilere yapılanları da… Hatta eski koalisyon ortakları FETÖ’yle ilişkilerini de.

Bırakın gelişmiş demokrasileri, sıradan bir demokraside bile cumhurbaşkanı danışmanının veya başka bir üst düzey devlet yetkilisinin o tek cümlesi yargıyı harekete geçirmeye yeterdi.

Arkadan ‘yarı’ başbakan Binali Yıldırım “Başkanlık gelmezse bölünürüz” dedi.

Bir ülkenin ‘milli’ iradesinin, kendi seçtiği yöneticileri tarafından tehdit ve şantajla rehin alınmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.

Apaçık tehdit ediliyoruz!

Başkana itaat etmeyen herkese ve her kuruma düşman hukuku uygulayacaklarını, ellerindeki bütün propaganda araçları, memurlar, savcılar, hakimler, velhasıl tüm silahlarıyla yok etmeye girişeceklerini ilan ettiler.

Ne zaman?

Yenikapı anlaşmasının hemen ardından.

“Yenikapı Ruhu” dedikleri, Erdoğan iktidarına verilen son şanstı. Belli ki devlet, CHP’nin de içinde olduğu bir konsensüsle Kürtleri harcamanın karşılığında parlamenter rejime dönüş ve başkanlığı rafa kaldırmada bir mutabakata varmıştı.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasında CHP’nin katkısını da, Saray’a gitmesini de buradan okumak gerekir.

Ama söz konusu Erdoğan olduğunda, evdeki pazarlığın çarşıya uyması sürpriz olurdu. Erdoğan ve Erdoğan etrafında kümelenen erk odakları, Yenikapı anlaşmasını yırtıp atmış, “Ya herro ya merro” demişti. ‘Bir kısım’ devlet aklına göre Erdoğan’ın başkan oluşuyla değişecek rejim, güçlerini tahkim edecek, Ortadoğu’da girişilecek maceralarda ellerini rahatlatacak, o gazla Musul-Kerkük’ü bile fethedeceklerdi.

O bir kısım akıldanelerin içinde Perinçekgillerden, bildik derin devlet artıklarına miadını tüketmiş grupların olduğu biliniyor.

CHP ve hatta temsil ettiği ‘konum’ nedeniyle başka bir devlet sesi diyebileceğimiz Deniz Baykal’ın muhalif konuma geçmesi gösteriyor ki; devlet içindeki uzlaşma bozuldu. Hele ki Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonla, anlam itibarıyla gazeteyi de aşan bir şekilde rest çekildi. Cumhuriyet kavramına bugüne dek yüklenen bütün değerlerin hedefe konduğu ilan edildi.

HDP’li siyasetçilerin tutuklanmasını da aynı kapsamda görmek gerekir. İktidardaki akıl 90’ları aratmıyorsa da, toplumun o yıllardan çok farklı tepkiler verdiğini görmek gerekir. Batı’daki demokratlar, solcular ve liberaller, 90’lardan farklı olarak -yeterliliği tartışmalı da olsa- Kürt halkının yanında yer almaya çalıştı. En azından uluslararası kamuoyunun gündemine taşımada etkili oldu.

Kısacası artık kavga; ülkeyi bir Ortadoğu usulü totaliter rejimle büyüteceklerine inanan zalim hayalperestlerle, tüm farklılıkların eşitlik içinde yaşayabileceği, tam bir demokratik hukuk devleti olması uğruna bedel ödemekten çekinmeyecekler arasında!

Erdoğan iktidarının bu denli saldırganlaşması, bu kavganın son aşamasına gelindiğinin de göstergesi. Ayrıntıya girmeye gerek yok; Ortadoğu’da yalnız, Batı’da yalnız, Dünya’da yalnız! Üstelik IŞİD mücadelesinden 17/25 Aralık’a ve 15 Temmuz darbe girişiminde olup-bitenlere kadar teşhir olmuş durumda. Yapabilecekleri son hamleyi yapıyorlar.

‘Yenikapı Ruhu’ denen şey, bu iktidarın son şansıydı.

Ülke ya kanlı bir savaşla bölünecek ya da bu köhne akıl siyaseten tasfiye edilerek, Kürtler başta olmak üzere bütün farklılıkların eşit ve özgür olduğu bir demokrasi kurulacak. Ama her iki durumda da Erdoğan ve adamlarına yer olmayacak.

Şimdiye kadar kitlesini pasifize etmekle uğraşan CHP’nin alacağı tutum ise, Türkiye’nin kaderinde ve de tarihinde çok önemli bir başlık olacak. CHP üzerine düşen sorumluluğun farkında mı, bunu henüz açıklanmayan MYK ve PM kararlarından anlayacağız.

“Kandırılma” siyasetinin aslında tek kurbanı olan CHP, istikşafi görüşmelerde ilk, dokunulmazlıkların kaldırılmasında ikinci, Yenikapı’daki üçüncü ‘ihanetten’ sonra umuyoruz ki kararını vermiştir.

Görünen köy kılavuz istemez, CHP’nin vereceği karar “sözde değil özde” vatanseverliklerinin ve bu uğurda göze alabileceklerinin en açık deklarasyonu olacak.

Başka bir deyişle ya şimdi konuşacaklar, ya bir daha konuşacak halleri kalmayacak. Yeni Dünya düzeninde yalnız halifelere değil, tek tipçi siyaset anlayışına da yer yok.

Kimse suyu tersine akıtamaz.

O nedenle sevgili meslektaşlarım, bazıları eski çalışma arkadaşlarım, iradesini rehin alamadıkları için kendileri rehin alınan Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarına gönül dolusu sevgilerimi yolluyorum.

Dünyanın en kısa ama en ünlü konuşmasını yaparak siyaset tarihine geçen, “Seni başkan yaptırmayacağız” derken, aslında olanları ve olacakları ne denli iyi okuduğunu da bugün daha iyi gördüğümüz Sayın Selahattin Demirtaş’ın nezdinde bütün HDP’lilere, ama en çok da darp edilerek gözaltına alınan Sebahat Tuncel başta olmak üzere tüm HDP’li kadın siyasetçilere en derin saygılarımı iletiyorum.