Eski Türkiye’den başlayalım. Eski Türkiye, İttihatçı gelenekten beslenen Kemalist kadronun, Fransız Jakobenizmi’nin “halka rağmen halk için” ve Prusya militarizminin ordu ve milleti bütünleştiren öğelerine merkeziyetçiliği güçlendiren devletçiliği de katarak modernleşme/çağdaşlaştırma adı altında toplumun yeniden tasarımına girişen askeri ve bürokrat elitin iktidarıydı.

Dolayısı ile eski Türkiye sözlüğü bu zihin dünyasının ürünüydü. Onuncu Yıl Marşı; coşkunun motoru, Kuvay-i Milliye; müdahalenin işareti, cumhuriyet; demokrasinin kılıcı, ilericilik; geçmişe küfrün ayeti, çağdaşlaşma; inancın örtüsü, zinde güçler; ordunun ayak sesleri, üniter devlet farklı kimliklerin inkarıydı.

Gayrı müslimler düşman, Ermeniler katil, Kürtler bölücü, Aleviler abdestsiz, dindarlar gericiydi.

“Tek adam” Mustafa Kemal, “Milli Şef, “ İsmet İnönü, menopoza girmiş emekli öğretmenler cumhuriyet kadını, anaokul çocukları küçük asker, kahveye düşmüş emekli askerler cumhuriyet muhafızıydı.

Balolar Batılılaşmanın, bayrak sallama milliyetçiliğin, “Çılgın Türkler” darbe heveslilerinin sığınağı oldu. Yeşil sermaye tehlikenin, ezan irticanın, hak-hukuk-özgürlük başını kuma gömmenin işareti oldu.

Yeni Türkiye ile devam edelim. Yeni Türkiye, 28 Şubat’tan dersini almış Anadolu sermayesi, Refah geleneğinin dikenlerinden kendini soyutlamış siyasal kadrolar ve imamlıktan entelektüelliğe terfi etmiş muhafazakâr aydınlarla liberal demokratların ittifakıyla AKP’de cisimleşti.

Dolayısı ile Yeni Türkiye sözlüğü de AKP’nin mazlumdan mağrura dönüşünün hikayesi ile şekillendi. AKP’nin gücü kurumsallaştıkça demokrasiye yapılan vurgu millet iradesine, uzlaşmaya verilen kıymet “taraf olmayan bertaraf” olura dönüştü.

AKP’nin ilk dönemlerinde Ergenekon, Balyoz davalarına paralel olarak derin devlet her şeyin sorumlusu ilan edildi. En küçük bir olayı bile derin devletin parmağıyla açıklamak “yeni Türkiye” sevdalılarının temel argümanı oldu. Öyle ki bir zamanların Sevr sendromunun yerini derin devlet sendromu aldı.

Bir olay ya da olguyu sebep ve sonuçlarıyla birlikte anlamak yerine derin devlet komplosuyla etiketlemek ucuz komplo teorisyenlerinin sarıldıkları yegane şey oldu. Her muhalif seste darbe hevesi, her olayda derin devlet parmağını aramak; gazetelerde köşe, televizyon programlarında koltuk kapmanın aracı oldu.

Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarındaki çoğu haklı gerekçeler derin devlet, darbe sendromu yüzünden meşruluğunu yitirmeye başladı. Tıpkı Gezi olaylarında ağaç duyarlılığıyla başlayan toplumsal hareketliliğin yanlış değerlendirilmelerle farklı siyasal hedefi olanların değirmenine taşınması gibi.

Tam da bu nedenle Yeni Türkiye, yeni dinamikleri ve yeni toplumsal talepleri okuyamamak açısından eski Türkiye’nin tekrarına dönüşmeye başladı. Toplumsal muhalefet, darbeciliğe, hükümete komplo kurmaya mahkum edilerek farklı talepler görmezden gelindi. Eski Türkiye’nin cumhuriyeti koruma refleksi yeni Türkiye’nin hükümeti koruma telaşına dönüştü.

Böyle olunca Gezi olaylarındaki haklı talepler, yolsuzluk dosyalarındaki açık hırsızlıklar, haklı ve meşru demokratik-özgürlükçü talepler ”eyyyy” diye diye “makara” edildi.

Faiz lobisi, Geziciler, Haşhaşiler, vandallar, çapulcular, Batı’nın oyunu, İsrail ajanı, güçlü Türkiye istemeyenler, çözüm süreci karşıtları, parallel yapı, örgüt üyeleri, dış mihraklar gibi yanlış okumalarla yeni Türkiye’nin inşasında eski Türkiye’nin farklı bir harcı kullanıldı.