Dönüşerek, karışarak, ilerler ve tamamlanır yolculuğumuz.

Bu tamamlanma esnasında birbirinin içinde eriyip yok olan ve yeni bir şeye dönüşen ruhlar vardır.

Bu hemhal olma durumu kadın ve erkek arasında söz konusu olduğunda, farzımuhal bir erkek kadının içinde eriyip yok olduğunda bazen korkar. O şekilsizlikten, yok olmaktan korkar.

Erkek “hiçlikte” eriyip yok olduğu o anda korkuya kapılır.

Kadınlardan korkarlar, onları öldüreceklerinden korkarlar.

Ölmemek için şiddet uygularlar.

İşte o haberlerdeki 26 yaşında iki çocuk babası adamın, 10 aylık çocuğunun kakasını annesine yedirme arzusunun altında yatan korku belki burada yatıyor.

Yaşadığımız dünya öfkeli kadınlar, kızgın erkeklerin dünyası.

Kadın enerjileriyle erkeklerin duygularına ket vururken, erkekler kadınların kalplerini birkaç kelimeyle çok kolay kırabiliyorlar.

Bu yüzden kadın eril yanlarını erkekler dişil yanlarını uykuya yatırmışlar.

Bunun elbette spiritüel tarihi süreci var ama ben bunlara girmek istemiyorum.

Benim amacım sezonun seyrettiğim son tiyatro oyunu “Aynı Şeylerin Oyunu” ile okuduğum kitabın ilahi rastlantısal bağını gösterip, yazıma giriş yapmak.

Yönetmen ve oyun yazarı Barış Yücedağ mütevazı olduğu için mi, yoksa kendi gibi zeki olanlar nasıl olsa farkı anlar diye mi “Aynı Şeylerin Oyunu“ demiş, yeni sahneye koyduğu oyununa, bilemedim.

Seyredince adında bir ironi olduğunu anlayacaksınız.

Çünkü “Aynı Şeyler” dediğimiz o şeyler, her birimize değdiğinde farklı bir renk yansıtıyor.

Barış Yücedağ ve oyuncular Talha Kaya, Çağla Buldak ile geçen ay yaptığım röportaj yayınlandı Demokrat Haber’de, okudunuz mu bilmiyorum. Oyunu ikinci kez seyredince kendi gözlemlerimi sohbetin üzerine katmak bana yeni deneyimler kazandırdı.

Bilgi manasında yani.

Hani şu üst üste koyup inşa ettiğimiz türden.

O röportajda Barış’ın yazdığı oyunların kendine has bir yönü olduğundan bahsetmişti Talha ve Çağla, ne demek istediklerini oyunu seyrederken anladım.

“Bay Jeryy’nin Yeri” oyununda kafamda bazı şüpheler vardı.

Bu oyunu da seyredince hepsi yerine oturdu.

Yeni neslin kendini anlatabilen hızlı düşünen zeki insanı, nokta atışları yaparak bir bütünü kendi akışında vermeyi başarabiliyor.

En azından Barış (Yücedağ) öyle yapıyor, tarzı buymuş, onu anladım.

Bunun için normal alıştığımız süregelen hikaye akışını görmemiz gerekmiyor. Ancak anlatımda kopukluk olmaması için doğru yerden duyguyu seçip, konuya bağlamak, yetenek ve anlatım kabiliyetiyle ilintili olmalı.

Talha Kaya ve Çağla Buldak, “Aynı Şeylerin Oyunu”nda Anna ve Frank karakterlerini canlandırıyorlar.

Talha Kaya’nın iki rolü var. Anna’nın kocası olmanın dışında bir de patronu Ferruh’u canlandırıyor.

Röportajda Barış’ın yönetmenlik yanını anlatırken “bize ne istediğini söylüyor, biz de kolayca anlıyoruz” demişlerdi. Bunun sebebi onun ne istediğini net olarak bilmesinden kaynaklanıyor çünkü can bulmuş, hayata geçmiş, sahici karakterleri var yazdığı oyunun.

Böylece oyun; zaten birbirinin duygusunu tanıyan, ekip insanlarının birlikte yoğuruluşunun başka bir hali, dışarıya yansıması oluyor.

O yüzden klasik diye düşündüğümüz kadın erkek ilişkisi; her durumda aynı gibi görünse de, aslında aynılığı olaya dahil olan temel unsurun insan olmasından kaynaklı, yanıltıcı bir yanılsama belki de.

İşte bu hallerin, duygusal haritasını çıkarıp masaya sürmek de farklı bir göz ve söz gerektiriyor.

Ekip işi olan her şeyde kesintisiz bir iletişim, ahenk ve uyum gerekiyor.

Zaten bir yerde tıkanıklık olmadığında, enerji akışı sağlandığında ahenk kendiliğinden geliyor.

Sahnede Çağla Buldak işte tüm bu ahenk ve uyumun dişil yanını o kadar güzel yansıtıyor ki.

Puanlı elbisesi, kırmızı ayakkabıları, uçuşan sarı saçları, pofuduk sevgi dolu patlamaları, depresyondayken tıslayarak sigaranın dumanını içine çekmesi, klozetin içine kafasını gömüp kusması, “bir siktir lan!” diyen eril yanı ile patronu Ferruh’u başından ötelemesi, kocasına kızıp işe gidiyorum diye gece yarısı evden çıkması.

Erkekler ev hallerinden kaçmak için işlerine sığınırlar.

Köşeye sıkıştıklarında “işe giderler”.

Anna da (Çağla Buldak) efelenip arada işe gidiyor.

Gittiği yerde çılgınlar gibi dans ediyor.

-Erkekler çılgınlar gibi konuşurlar herhalde-

Bir de fıtıfıtı yürüyüşü var. Depresyon hırkası sırtında, kamburu çıkmış, çat diye beze koyduğu eti sarıp bir bıçakla birlikte yastığının altına koymasını söylüyor arkadaşına, her derde deva misali.

Talha Kaya “benim sorunum büyük oynamak”, demişti sohbetimizde. Onun da ne demek istediğini anladım.

Küçük sahnede ilk seyrettiğimde bana varlığı ve sözleri sivri, çok sesli gelmişti.

İkinci defa oyunu seyrettiğimde aynı sözler bana o duyguyu vermedi. Küçük oynamanın ne demek olduğunu anladım.

Yeteneğin hakkını vermek güzel bir şey.

Aydınlık bir şey.

Şahit olanı da aydınlatıyor.

O yüzden seviyorum tiyatroda olmayı, çünkü yakın şahitlik insana daha hızlı etki ediyor.

Talha Kaya (Frank/Ferruh) tipik erkek rollerini üstlenmiş. Karısını aldatıyor.

Patron Ferruh, kadın çalışanına cinsel tacizde bulunuyor.

Aslında garibim tıpkı gerçek hayatın içinde olduğu gibi toplumun ona biçtiği tüm rolleri üstlenmek zorunda kalıyor.

Okul radyosunda çalışıyor Frank Sinatra hayranı Anna’nın kocası Mahmut, yani kendine taktığı isimle Frank, bir meme resmine tav olup telefondaki sesin çağırdığı yerde karısını aldatıyor o memelerle. Anna bunu hissediyor. Çünkü hayatın içinde kadınlar enerjileriyle erkekler kelimeleri ve eylemleriyle varlar. “Neden” diyor “beni aldattın?”, “Toplum baskısı” diyor, Frank.

Anna da aldatıyor, hem de bunaltıcı bir tip olan manyak patronu Ferruh’la, kocasına verdiği kredinin bittiğini düşündüğü bir anda yapıyor bunu.

Bugün gelmezsen diyor, sen bittin.

Sahiden de gelmiyor o gece Frank.

İşi var, çalışıyor. Bir parkta.

Neyse benim manyaklığım da beğendiğim şeyi sonuna kadar anlatmak.

Sonunu bilmek benim için başlamaya bir etken değil.

Ama herkes benim gibi düşünmek zorunda değil.

Oyunun hikayesini anlatmayacağım.

Burada önemli olan zaten hikayenin nasıl anlatıldığı.

Ben anlatılma şekline ve oyuncuların performansına hayran kaldım.

Sezon bitmesine rağmen özel oyunlar hala sergilenmeye devam ediyor. “Aynı Şeylerin Oyunu” da 12 Temmuz’da Beşiktaş’ta yeniden seyirciyle buluşacakmış.

“Aynı Şeylerin Oyunu”, Kabile Sahne’nin “Bay Jerry’nin Yeri” adlı oyunu ile birlikte gelecek sezon da sahnelenmeye devam edecekmiş.

Güzel günlerde görüşelim, görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.