Sezar’ın “zarlar atıldı” ifadesi veya “kılıçlar çekildi” ibaresi ile de dile getirilen, her şeyin ve işin alenen başlama noktası, tarafların belli ve amaçların ifşa edilmiş olma hali, Türkiye’de gerçekleşmekte olan bir vaziyete işaret etmektedir. Evet, diplomatların favori benzetmesiyle, artık “Rubicon nehri” geçilmiştir, geri dönüş ve hatta yalpalamak, yön ve istikamet değiştirmek pek mümkün değildir. Nispi seçim yenilgisinin ardından Ak Parti her ne kadar siyasi söylemlerinde yumuşamaya gitmeye gayret etse de, kurduğu tuzağa bile isteye kurban ve av olduğu Bahçeli MHP’si buna izin vermez. Hele ki Ak Parti oylarının az çok MHP’ye kaymakta olduğu bir konjonktürde, asla… Bu Cumhur ittifakının beka meselesini veya safsatasını abartarak gündemde tutmaktan başka yapacakları bir icraat kalmamıştır. İlk döneminde pek çok alanda Türkiye’yi ileriye taşıyabilen Ak Parti hükümetleri, son dönemlerinde bütün kazanımları bir bir kaybetmiş, kaybettirmiş ve en hızlı bir şekilde aldıklarından da beter bir enkaza hükmeder hale gelmişlerdir.

Kuşkusuz bozuk ve pespaye siyasi kültürü temellendiren ve güçlendiren şey, en az aynı niteliksiz, kültürsüz ve eğitimsiz düzeyde seyreden toplumsal kültürdür. Birleşik kaplar teorisinde olduğu gibi, bizim memleketimizde yöneten ile yönetilen artık birbiri içine geçmiş, gelişime ve ilerlemeye kapıları sıkı sıkıya kapatmışlardır. Herhangi bir ortak değerde birleşemediklerinden ve en büyük düşmanları yine kendileri olduğundan dolayı, “millet” tanımının ancak ironik bir düzlemde kullanılabileceği bu heterojen topluluk, halk veya kitle kendi kuyusunu kazmış, Türk tipi bir demokrasi yoluyla ayıla bayıla basbayağı bir tiranlığı ve otokrasiyi arzulamış ve isteklerinin neticesine boyun eğmiştir.

5 Eylül 2018’de Devlet Bahçeli, “3 büyükşehir kaybedilirse başkanlık sistemi tartışmaya açılabilir” diyerek ittifakın büyük ortağına gereken ayarı vermişti. Peki, bu 3 büyükşehir kaybedildiğine göre, şimdi ne olacak? Elbette MHP Ak Partinin boynuna doladığı ipi çekiştirmeye çalışacak, ta ki Ak Parti kendine eşit ölçekte etkili ve güçlü bir başka politik partner (‘kanka’) buluncaya kadar. Erdoğan seçim gecesi yaptığı, yalnız çıktığı ve kalabalığı müjdelemekten çok teskin etmeyi amaçladığı balkon konuşmasında, "Eksiklerimizi tespit ve telafi çalışmalarına başlıyoruz" demişti. Fakat bu söylemin devamı gelemedi. Erdoğan ne zaman sözlerini ve ifadelerini yumuşatmaya ve hafifletmeye çalışsa, Bahçeli ayakkabının ökçesini sertçe yere vuruyor ve ittifakın gereğini Yüce Reis’e hatırlatıyor...

Her ne kadar Damat Bakan Albayrak, “Ekonomide aldığımız aksiyonlar Ekonomik Güven Endeksi'ni artırmaya devam ediyor” diyerek şakalarını sürdürüyor olsa da, İşçi ve Emekçinin Bayramını kutladığımız bugün itibariye, 7 milyon işsizi ile emek sömürüsünün en yoğun yaşandığı ülkelerden biri olan Türkiye sürekli dolanan ve bitmeyen bir sarmalın içerisinde. Ak Parti MHP'nin tuzağına çoktan düştü ve bu nedenle söylemini bir türlü değiştiremiyor. Ak Parti Bir Türkiye partisi olmanın çok uzağında. Örneğin Cumhuriyet gazetesinden Hakan Kara ve Musa Kart'ın suçlandığı maddelerden biri de, bu tatile gidilmemiş olsa da, ETS Turizmden tatil rezervasyonu yapmak. ETS Turizm kısa bir dönem Masak soruşturması geçirmiş, ancak şu an ETS Turizmin kurucusu ve sahibi Türkiye Cumhuriyeti Turizm Bakanı makamında. Veya henüz bylock kullanılmaya başlanmadan bylock kullanan biri tarafından aranarak 13 saniye konuşulmuş olduğu iddiası da delillerden biri olarak sunuluyor. İnsanlar hapse girdikten aylar, bazen yıllar sonra haklarındaki suçlamaları öğrenebiliyorlar. Bu bağlamda, Osman Kavala ‘davası’ en göze çarpan örneklerden biri olarak öne çıkıyor…

İktidar kutuplaşmayı, farklılıkları ve ayrılıkları kaşır ve arttırmaya çabalarken, aslen ve esasen CHP’li köklerden gelmeyen Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu’nun partizan olmayan, ılımlı tavır ve tutumları şimdiden takdir topluyor, tabii ki vicdanlı gönüller ve zihinler nezdinde. Türk toplumunun bu tür insani ve hizmet odaklı yaklaşımları mı benimseyeceği, yoksa kuvvetini her gün ve her fırsatta belli eden, bağıran, çağıran, tehdit eden, kin ve nefret besleyen, bastıran, korkutan ve sindiren klasik Türk tipi siyasetçilerle mi yoluna devam edeceğini kısa bir süre içerisinde görüyor olacağız. Gerçi Yavaş ve İmamoğlu’nu büyükşehir belediye başkanlıklarına taşıyan unsur, Ak Partili olduğu halde ders verme, uyarma veya haddini bildirme amaçları ile belki bu seferlik kendi partisine oy vermeyen bir seçmen tipolojisiydi. Sol yönetimler aynen Ecevit’in başarabildiği gibi, yeniden varoşlar, işçiler ve diğer ezilen kesimlerde sempati toplayabilecekler mi? Bunu en geç 2023’e kadar anlayacağız.

Fakat 4,5 yıl modern, uygar, ileri ve gelişmiş ülkeler için çok kısa, bizim gibi Etyen Mahçupyan’ın ifadesiyle “gelişmekte olan ülkeler sınıfından üçüncü dünya ülkeleri ligine transfer olmakta olan” toplumlar ve memleketler için çok ama çok uzun bir süre. 4,5 sene pek çok şeye gebe. Umarım bu gelişmelerden en azından bir kısmı olumlu yönde gerçekleşir…