Daha öncesini bilmem ama Kürt Siyasal Hareketine ilgi duymaya başladığımdan ya da başka bir deyişle, genel olarak, Türkiye ve Kürdistan siyasetini takip ettiğimden bu yana hiç değişmeyen bir gerçeklik var. O da Türkiye'deki düzen partileri, birbiriyle ne kadar didişirlerse didişsinler, birbirlerine ne kadar hakaret ederlerse etsinler, istedikleri kadar kavga etsinler, mesele "Kürt Sorununa" geldiğinde hepsi ağız birliği eder, yek vücut olurlar. Söz dönüp dolaşıp, Kürtlere ya da mücadelelerine geldiğinde, o kavgalar, hakaretler, gün yüzü görmemiş küfürler sanki hiç edilmemiş ülkenin birlik ve beraberliği için kuzu sarması oluverirlerdi hemen... Dedim ya daha öncesini bilmem ama Özal-Demirel, Mesut Yılmaz- Tansu Çiller kavgasının hafızalarımızdaki yeri çok taze... Erdal İnönü dönemini saymazsak CHP'nin de çok pürü-pak olduğunu söyleyemeyiz. Zira 90'lı yılların başından bu yana kısa süreli farklı başkanlar görmesine rağmen, CHP'nin başında bulunan Deniz Baykal'ın özünde agresif bir siyasetçi olduğunu söyleyebiliriz.

Konu ne olursa olsun, haklı haksız aranmaksızın Kürtlere karşı "milli mutabakat" için bir araya gelinir. "Vatanın bölünmez bütünlüğü" için "kutsal ittifak" sağlanırdı. Öyle ya; Kürtler "bölücüydü, teröristti, imha edilmesi gereken ortak düşmandı." Televizyon ekranlarında söylenmedik söz bırakmayan, hiçbir nezaket ve etik değer taşımayan parti liderleri statükonun korunması adına tek bir "Kürt" sözcüğüne tahammül etmez, "ortak düşman" karşısında siperden sipere savaşırlardı.

Gel zaman git zaman, hem Kürt Siyasal Hareketinin mücadele zemini gelişim gösterdi, milyonlara varan halk kitlesine ulaştı. Hem de legal siyasette önemli başarılar elde etti. Lakin statüko, yeni partiler ve liderler devşirse de mücadele yöntemlerinde çok fazla değişiklik olmadı... Deniz Baykal'ın sansasyonel gidişini mevzuun dışında tutarsak, parti liderleri, cumhurbaşkanlığına terfi ettiler ve yenileri "atandı" yerlerine... Deniz Baykal'ın gidişinin ardından Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte, CHP'de "değişim" adına bir rüzgarın estiği söylenebilir. Özellikle de keskin ulusalcı çizginin parti yönetimi dışında kalması, hem parti içi hem de Türkiye demokrasi dinamikleri açısından umut vericiydi. Kürt sorunu konusunda CHP'nin ezberini bozan söylemleri, statükodan uzaklaşıp strateji değişikliği sinyalleri veriyor, sol ve sosyal demokrasi adına ilerici bir hamle görüntüsü veriyordu. Ancak beklenen ve umut edilen olmadı. Belki bu değişim süreci tam olarak sonuçlanmamıştır ama an itibariyle lider değişimi, bir kaç ilerici hamle veya ezber bozucu bir kaç söz maalesef statükonun çözüldüğü sonucunu yaratmıyor. Nitekim Kılıçdaroğlu'nun HDP'nin barajı geçmesi gerektiği konusunda yarım ağızla sarf ettiği cümleyi sonradan geveleyerek geçiştirme yolunu seçmiştir. Bunun elbette iktidar için AKP ile ortaklaşmak istemesinin etkisi vardır. Ama asıl neden, sırtındaki statüko kamburundan bir türlü sıyrılamaması ya da sıyrılmak istememesidir. 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrası Kürt Siyasal Hareketinin muazzam yükselişine karşılık, "PKK'nin tehdit yoluyla HDP oy topladığı" safsatası, düzen partilerini bir kez daha "kutsal ittifak"la bir araya getirmiştir. HDP'nin almış olduğu başarıyı "PKK tehdidiyle" gölgelemek isteyenler aynı zamanda statükoda birleşmişlerdir. Oysa ki, Kürdistan ve Türkiye'de, PKK'nin tehdidiyle oyların alındığı varsayılırsa, bunun aynı zamanda devlet otoritesinin iflası anlamına geldiğini de unutmamak gerekiyor.

Değişim rüzgarını arkasına alarak seçime giren ve "Yeni CHP" sloganıyla meydanlarda boy gösteren Kılıçdaroğlu ve ekibi, diğer düzen partilerinin "PKK tehdidi" korosuna dahil olarak, Kürtlere karşı aynı dili ve üslubu kullanmakta ortaklaşmaktan geri durmamıştır. Tıpkı eskisi gibi... Yaşadıkları topraklara barış ve özgürlük getirme mücadelesi veren Kürtler de neredeyse inanacaklardı CHP'nin bu kısa süren "demokrasi macerasına". Bir nebze olsun omuz vereceğini sandı bu tutkusuna... HDP'nin bin bir eziyetle elde ettiği kazanımlara karınca kararınca kol kanat gerilecek sandı aklınca... HDP ve CHP Saray Diktasına karşı "sol blok" kuracağı beklentisiyle umut yeşerttiler... Böylesi bir umudu Kürtlerde yeşerten "Yeni CHP", bu umudu kurutmakta da gecikmedi. Tekrar statükoya sığındı. "Değişime" liderlik edecek Kemal Kılıçdaroğlu bir süreden beridir PKK'nin tehditle HDP'ye oy topladığı tezini kökten çürütecek bir iddiayı ortaya attı. Meğerse "PKK, HDP'nin barajı geçmesine engel olmak istiyor"muş. Bu iddia ile şimdiye kadar yaygarasını kopardıkları "tehdit" tezi ile direk çelişik olduğu gibi, bazı soruları da beraberinde getiriyor. Şimdi sormazlar mı? Madem PKK, HDP'nin barajı geçmesini istemiyorsa, neden tüm Türkiye'yi tehdit ederek oy topladı? Madem durum buydu siz, şimdiye kadar bu tehdit safsatasıyla halka neden yalan söylediniz?

Bu çelişkili durum CHP'nin statükoyla derin bağlarını ortaya koyduğu gibi, Kürtler arasına nifak sokma, çelişkileri derinleştirme gibi bir amacı da taşıyor. PKK ile HDP'yi kutuplaştırmak, dolayısıyla mücadelesini marjinalize etmek. Yani klasik bir "böl, parçala, yönet" siyaseti... Dedik ya tıpkı eskisi gibi...