Bugün konuşulması gereken yeni anayasadır. Lakin dillendirilmese de herkes yeni anayasayla değil de, yeni yargı paketleriyle bazı işlerin sonlandırılacağı yönünde bir beklentiye sahip. Toplumun ve ihtiyaç içinde olanların gazını almak, İmralı ile başlayan müzakere sürecini hızlandırmak için yapılmış jest olmaktan öte değildir bunlar.

En olası senaryo, hep olduğu gibi AK Parti’nin kendi yasa taslağını hazırlayıp referanduma gitmesi.

Yeni anayasayla ilgili tek ana konunun Başbakan Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemi olduğunu, geri kalanların onun etrafında dönen kelebekler olduğunu söylemek için bence erken değil.

Başbakan’ın ve öbür partilerin liderlerinin son grup konuşmalarını izleyip Demokrat Haber’e değerlendiren Cafer Solgun’un ifade ettiği gibi, Başbakan yeni anayasaya hiç değinmedi, en çok değinen BDP idi, zira yeni anayasaya en çok ihtiyaç duyan onun partisi ve tabanı.

Bu arada ‘Türkiye Üzerine Farklı Bakışlar' konulu 28. Abant Platformu, 3 gün süren toplantının ardından dün 27 maddelik bir sonuç bildirgesi yayımladı. Bildirgede, kimlik tartışmaları, AB müzakere süreci ile yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili "önemli" tespit ve çözüm önerilerine yer verildi.

Asıl vurgulanan konu yeni anayasa ve içeriği idi. Bu ülkede yaşayan herkesi içine alan bir, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramı üzerine odaklanılmalıdır” sözüne vurgu yapıldı. Zira “Türkiye'nin; farklı mezhep, din ve etnisiteleri içeren fakat bunlarla sınırlı olmayan çok kültürlü yapısı, devlet ve toplum tarafından tanınmalıdır.”

Türkiye’de yer isimlerinin orijinal haline döndürülmesi gerektiği belirtildi.

‘Yeni anayasa genel seçimlerden önce yapılmalıdır’ dendi.

Lakin, bu zor görünüyor, çünkü anayasa komisyonunun anlaştığı epey madde olmasına karşın anlaşamadığı birçok madde var.

“Yeni anayasa, Türkiye'nin demokratikleşme, insan hakları, eşit yurttaşlık, hukukun üstünlüğü, devletin hesap verebilirliği, ordunun sivil denetimi ve merkeziyetçiliğin azaltılması gibi konularda imzaladığı uluslararası anlaşmaların gereklerini de yansıtmalıdır” çağrısı yapıldı.

Bildirgenin ‘Kimlikler Talepler ve Yeni Yurttaşlık' konulu bölümünde devletin inançlara ve inançsızlığa eşit mesafede olması, hiçbir resmî belgede Türk vatandaşlığının sosyolojik tanımının bulunmaması, bunun yerine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramı üzerine odaklanılması gerektiği bildirildi. Devletin herhangi bir üst kimlik tasarlama girişiminde bulunmaması gerektiği ifade edildi.

Bildirgenin ‘AB Müzakere Süreci-Gelinen Noktalar' bölümünde de AB'ye tam üyelik sürecinin her iki taraftaki ciddi güven kaybından dolayı sekteye uğradığına işaret edildi. Haziran 2010'dan bu yana hiçbir müzakere başlığı açılmadığı hatırlatılarak, “Mevcut durum bu haliyle sürdürülemez. Bazı başlıkların açılması sürece hız kazandıracaktır. Türkiye hükümeti, müzakere başlıklarının açılması ve üyelik sürecinin hızlanması için Kopenhag Kriterleri'ni sağlama yönünde çaba göstermelidir” çağrısında bulunuldu.

“Yüzde 10 seçim barajı demokrasinin kapsayıcı karakterini yansıtacak şekilde belirgin olarak düşürülmelidir. Türkiye'de daha fazla sosyal adaletin temini ve demokrasinin güçlendirilmesi için çalışanların hakları güçlendirilmelidir. Adil olmayan gelir dağılımının demokrasi için önemli bir tehdit olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır” denildi.

Son dönemde unuttuğumuz AB’ye de vurgu yapıldı Abant Platformunda;

“AB, ortak değerler ve demokratik standartlar üzerine kurulu bir barış projesidir. Bu nedenle Türkiye’nin geleceği için sahip olduğu önemi korumaktadır. Türkiye’nin, farklı uluslararası işbirliği seçenekleri araması normal olmakla birlikte, AB, süreçteki tüm sorunlara rağmen Türkiye için hâlâ vazgeçilmezdir.

Haziran 2010’dan bu yana hiçbir müzakere başlığı açılmamıştır ve mevcut durum bu haliyle sürdürülemez. Bazı başlıkların açılması, sürece hız kazandıracaktır. Türkiye hükümeti, müzakere başlıklarının açılması ve üyelik sürecinin hızlanması için Kopenhag Kriterleri’ni sağlama yönünde çaba göstermelidir”.

"Başkanlık sistemi konusu yeni anayasada siyasi mutabakatı tehlikeye atmasın, geciktirmesin" denirken şöyle devam edildi:

“Devlet, tüm din ve mezheplere eşit mesafede olmalıdır. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalı veya statüsü tarafsızlık ilkesi ışığında yeniden tanımlanmalıdır”.

Bu daha önceki sonuç bildirgelerinde de yayımlanmıştı. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kaldırılması olanaksızdır. Bu çok ütopik bir beklentidir, evet bence de doğrusu da budur, ancak bırakın Diyanet’i kaldırmayı yeri daha da sağlamlaştırılarak protokolde ilk ona girmiştir.

“Kadınların kamusal hayata ve siyasete katılımı teşvik edilmelidir. Bu, pozitif ayrımcılık yönünde stratejiler içerebilir” dendi.

Sivil toplum, muhalefet ve eleştiriye açıklık, örgütlenme ve ifade hürriyetiyle, basın özgürlüğüne dem vurmak iyidir, ancak günümüz koşullarında sanırım en büyük tahammülsüzlük şu yaşadığımız yıllarda görülmektedir.

Seçimlerde yüzde on barajının kaldırılması balığın kavağa çıkması kadar zor.

Söylenecek çok şey var, ama söz tükendi, zaten ister Abant Platformu, ister başka çalışmalar olsun, sözler sanki tükenmek için söyleniyor, ama güneş altında değişen bir şey yok.

Varsa yoksa, varlığını her şekilde belli eden boğucu eski düzen, ama bize başka bir şey lazım, yepyeni bir şey.

Bu arada bu kadar “güzel kararlar”ın, “süslü sözlerin” alt alta yazıldığı bu toplantıları değerlendiren Gazeteciler.com yazarı Levent Gültekin’in “Abant toplantılarını kim düzenliyor?” yazısı ve sorusu da yanıt bekliyor…