Bu yazı bir beyin jimnastiği yazısıdır. Yavaşlık ile ilgili derli toplu bilgiler yazar Özgür Taburoğlu'nun kitabında ve videolarında var. Meraklısına esas adres orası.

Yavaşlık nefes almaktır. Nefes almayı bilmektir. Elbette nefes almanın metodu vardır. Ayrıca bunu bilmek bile rutin yapılabilenin farkına varmaktır.

Bu fani dünyanın hızı insanı öldürmez ama süründürür, hatta paçavraya çevirir. Yaşıyoruz işte, nesneler, sesler, görüntüler ve esas içsel sesler, içsel düşünceler. Bu hız hayatımı çalıyor.

Demek oluyor ki akan bir şeyin objesiyiz, akan ile akıyoruz. Farkında olmadan. Yavaşlık demek farkına varmaktır. Bugünün farkına varmaktır. Sakin anı yaşa, “carpe diem” gibi vasat entel dantel görüntülü mevzudan bahsetmiyorum. Çünkü ayrıca hatırlamıyoruz. Dünü hatırlamadan anı yaşayamazsın. Mesela hukuku unuttuk. Yasaları unuttuk, dünü unuttuk. Aktörleri unuttuk, normları, etik değerleri unuttuk.

Mafya lideri, içişleri bakanı, Türkiye tipi cumhurbaşkanı, eski başbakan, muhalefet partisi lideri bakın nasıl bir dil ile konuşuyor? Tasma takarım sana, şerefsiz, Bay Meral senin iyi günlerin, hedef ben değilim Türkiye, biz olmasak mafya çökerdi, daha neler neler var. Bu hız, bu hızlı değişim süründürmez öldürür. Tüm bunlara haklı mı haksız mı taraftarlığı ile bakan kamuoyu neden meselelere hukuk çerçevesinde bakamıyor ve neden hukuk işletilmiyor? Kefili benim demek yerine kefili neden hukuk olamıyor?

Buraya bu hızdan dolayı vardık. Hızdan dolayı çürüyor, içi boşaltılıyor birçok kavramın. Hız, hırs, iktidar ve güç, yasasızlık zuhur ediyor. Yavaşlık evvela bu işler için gerekir. Çünkü yavaşlamak farkında olmaktır. Ne oluyor sorusuna cevap verebilmemiz için olanların farkında olmamız gerekir.

Bu hız bizi gerçeklikten kopardı. Gerçek... Gerçeklik bağlamı... Derli toplu hal. Bir film yıldızı sanısı gibi yaşıyoruz. Bir gün su sosyal medyada bir şey paylaşmazsak derin bir yoksunluk, geç kalmışlık duygusu yaşıyoruz. Nedir benim gerçekliğim? Bu soruyu sormayalı, soramayalı kaç zaman oldu? Düşmanlarımız var. Yahu herkesin düşmanı, rakibi var. Herkes mühim, herkes kendini birinden sakınıyor. İsim vermeden beni dehşete düşüren örnekler vereceğim; Entelektüel bir çevre var. Gerçekten entelektüel öyle “miş gibi” değil. Çok ciddi ve uzun zamandır okuyor ve yazıyorlar. Bu çevrenin en mühim adamı dedi ki; bizim düşmanlarımız var, rakiplerimiz var, kuyumuzu kazmaya çalışıyorlar, bizi çekemiyorlar.

Aynı günün akşamı başka bir şehirde hayatında bir kitap okumamış yurdum esnafı ile toplandık çay içerken en akıllıları sayılan kişi; bizim düşmanlarımız var, rakiplerimiz var, kuyumuzu kazmaya çalışıyorlar, bizi çekemiyorlar, dedi. İnsan garip oluyor. Garipsiyor. Nasıl aynılaşıyor entelektüeli de enteli de, tenteli de, esnafı da, memuru da... Bizim düşmanlarımız var, rakiplerimiz var, kuyumuzu kazmaya çalışıyorlar, bizi çekemiyorlar. Bu apayrı iki çevreyi aynılaştıran, tek tipleştiren sadece rejimin ideolojik aygıtları değildir, hızdır hız.

Yavaşlık affetmektir. İçsel fırtınaları dindirebilmektir. Affetmek ayrıca bir hesaplaşma gerektirir. Hesaplaşabilirsen affedersin. Hesaplaşma, mahkeme gerektirir. Bunun pratiği bilince çıkarmaktır.

Yavaşlık kişisel bir metot olarak ele alındığında fayda sağlar. Toplumsal meselelerde de durum öyledir.

Esas vurgulamak istediğim yavaşlığın gelecekte bir terapi yöntemi olarak kullanılmaya müsait olmasıdır. Hatta yavaşlık terapisi gelecekte yavaşlık ve gerçeklik terapisi olarak önümüze çıkabilir. Bunu formüle eden kişi ve kişiler ise halk sağlığı adına büyük fayda sağlamış olurlar.