Yaşar Kemal, kırk yıl boyunca çekmecesinde tuttuğu bir romanını okuyucu karşısına çıkardı: "Tek Kanatlı Bir Kuş".

Usta yazar romanında, içine kimsenin girmeye cesaret edemediği, gerçek ile düş arasında yaşayan küçük bir kara parçası olan Yokuşlu’ya oturtmuş hikâyesini. Yokuşlu ise korkunun bir başka türlüsünün yaşandığı yerin adı olacaktır roman boyunca.

'KORKUYU YAZDIM'

1969’da kaleme almış henüz yayımlanan romanı Tek Kanatlı Bir Kuş’u Yaşar Kemal. Romanda genel çerçevede yapmak istediklerini ise şöyle anlatıyor: “Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerilerine düşeceğinden korkuyor, düşmesin diye taşı demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim.”

TEK KANATLI BİR KUŞ...

Tek Kanatlı Bir Kuş, halkı tarafından terk edilmiş Yokuşlu kasabasına tayini çıkan, bunun üzerine eşi Melek Tavdemir Hanım’ı da yanına alıp yola koyulan posta müdürü Remzi Tavdemir Bey’in hikâyesi aslında. Romanda her şey bir tren yolculuğu ile başlıyor. Üç günlük zorlu bir yolculuk ve ardından tayin olunan Yokuşlu’nun garı karşılarındadır. Ancak gariplik daha bu garda başlamıştır. Ortalık ıssız, sessiz ve yaşam belirtisi göstermemektedir. Gözle görülen tek canlı istasyon şefi Laz Sadrettin’dir. O da garip davranışları ve söyledikleriyle Remzi Bey ve Melek Hanım’ı daha da tedirgin etmekten başka bir yapmaz: “ (…) sen Yokuşlu’ya gitme. Gidemezsin. Gidemeyeceksin. (…) doğru buradan Ankara’ya git.” Tek güzelliği Yokuşlu’ya “gidemeyen” otobüslerin nereden geçtiğini göstermek ve güzel, kaçak çay ikram etmek olur istasyon şefi Sadrettin’in. Ancak o otobüsler de Yokuşlu’ya hâkim bir tepede oraya gidecek yolcuları bırakmaktan fazlasını yapmazlar. Yani, Yokuşlu’nun yolları gerçekten yokuştur. Kimse giremez.

Yaşar Kemal’in kelimelere döktüğü bu korku ve tedirginlik hali, posta müdürü Remzi Bey ve eşi Melek Hanım’ın daha trenden inişlerinden itibaren çevre tarafından maruz bırakıldıkları söylenti ağı ile yaratılıyor. Üstelik Remzi Bey’in memur olarak tayin oldukları her yeni yerde yaşadığı o tarif edilemez tedirginlik de romanın daha ilk sayfalarından, yazarın yaratmak istediği korku tüneli halkalarının oluşmaya başladığını görüyoruz. Yokuşlu’nun neden terk edildiği, neden hiçbir arabanın, otobüsün ya da yayanın oraya çıkamadığı, en korkusuz görünen şoförlerin bile neden Yokuşlu’ya gitmekten çekindiği ise romanın sonuna kadar, her satırda akla gelececk en önemli soru. Romanın gizemini, gerçekle düş arasında gezinen düzlemini de bu belirsiz hal meydana getiriyor zaten.

Hikâyenin gidişi boyunca da bununla ilgili söylentiler etraftan, zaman zaman uğrayan misafirlerden sürekli duyuluyor. Bu söylenti ağı ise tam da Anadolu coğrafyasının kalbinden akan sesleri dillendiriyor sanki. Batıl ve safça inanışların gölgesinde kalır Remzi Bey, Melek Hanım ve Yokuşlu kasabası. Melek Hanım ve Remzi Bey’in bu Yokuşlu’ya girme çabalarına, “Alamancı” Zeliha ve kocası Hüsam ile bir sıkıntısı olduğu belli olan ama bir türlü dile getiremeyen Yanıkoğlu Hüseyin de katılıyor hikâyenin ilerleyen bölümlerinde. Romanın içinde yaşayan tüm bu karakterler ise romanın da her aşamasında ortak nokta olan “korku” atmosferinde birleşiyorlar.

Cumhuriyet'ten Eray Ak'ın kitap üzerine yazdığı tanıtım yazısının tamamını okumak için tıklayınız.