İBRAHİM AÇIKYER / ANF / ANKARA

 

BDP’nin Süryani milletvekili Erol Dora, Süryanilerin cumhuriyet tarihiyle birlikte ciddi bir asimilasyon yaşadığını vurgulayarak, “Süryaniler, bu toprakların köklü sahipleridir. Ancak Lozan’da belirlenmiş olan haklarımızı kullanamıyoruz. Okullarımız 1928’de kapatıldı. Okul açmak istiyoruz ‘asli unsursunuz’ diyerek reddediyorlar" dedi.

 

Kadim Mezopotamya topraklarında filizlenen medeniyetlerin köklü toplumlarından Süryaniler. Bu toprakların en eski halklarından olan Süryaniler ve Ortodoks Hristiyanlar için önemli bir yere sahip Mor Gabriel Manastırı’na ait alandaki gayrimenkulların hazineye aktarılması için 2008’den bu yana süren bir yargı süreci var. Bu süreç şu ana kadar Süryanilerin aleyhine sonuçlandı. Ancak hukuk mücadelesini sürdüren Süryanilerin, parlamentodaki temsilcisi olan BDP Mardin Milletvekili Erol Dora ile M.S. 397 yılından bu yana ayakta kalan Mor Gabriel’i, Süryanilerin tarihsel, kültürel ve sosyal yaşamları ile inançlarına dair gelişmeleri konuştuk.

 

Öncelikle güncel bir konu olması sebebiyle Mor Gabriel Manastırı’nı ele almak gerekirse 2008'den bu yana süren bir hukuk süreci var. Buradan başlayalım.

1935’te gayrimüslimlerin vakıflarından mal beyannamesi isteniyor. Müslüman vakıflardan da isteniyor tabi. Vakfınızın ne kadar gayrimenkulu varsa bize bildirin deniyor. Bu 1936 beyannamesi olarak geçiyor. Vakıf da açılan dava sürecinde o tarihte beyanname vermiştim, dolayısıyla bu gayrimenkuller benimdir diyor ve belgeleri sunuyor. Beyannamede bunlar gözüküyor. O yüzden hem mahkemede hem vakfın savunmasında geçiyor bunlar. O tarihte bile bunların hepsini size beyan ettik diyor vakıf. Bunlar gözüküyor. O tarihten sonra kesintisiz olarak bunların vergileri de ödendi. Dolayısıyla bunlar vakfın gayrimenkulleridir. Yerel mahkeme vakıf lehine karar verince hazinenin avukatları itiraz etti. Yargıtay’a gitti dosya. Yargıtay, sizin iddia ettiğiniz vergi makbuzları ve beyanname bize ibraz edilmedi dosyada yok, diyerek yerel mahkemenin kararını bozdu.

 

Vakıf da nasıl olmaz diyerek, gerekli belgeleri Yargıtay’a iletti. Ve bunların Yargıtay’a nasıl ulaşmadığı ise muamma konusu. Çalındı mı yoksa dosyanın içinden? Olmazsa yerel mahkeme nasıl böyle karar verir? Hazine dava açtı ben de belgelerle ispatladım dedi vakıf.

 

‘KARAR GAYRİHUKUKİ’

Mahkemeye tüm belgeler verildi. Yargıtay karar düzeltme aşamasında vergi ödendiğine ve mülkiyetin vakıfta olduğuna dair belgelere rağmen aleyhte bir karar verdi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hazinenin avukatı Yargıtay’a temyiz etti. Yargıtay kararı bozdu. Siz bu beyanname ve makbuzlardan bahsediyorsunuz ama dosyada göremedim dedi. Vakıf ise nasıl göremezsiniz, kanıtladım dedi. Fakat Yargıtay kararı bozup tekrar yerel mahkemeye gönderdi. Ancak Midyat’taki mahkeme kararını tekrarlayarak, Süryaniler lehine bir kez daha karar verdi. Bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gitti. Kurul bu kez “dediğiniz belgeleri de göz önünde bulundurarak sizin lehinizde değişiklik yapma gereği bulmuyorum. Bozma kararımı onuyorum” dedi.

 

Gerekçe olarak ise “vergi makbuzları ve beyannamenin gayrimenkullara ait olup olmadığını kanıtlayamadınız” dediler. Vakfın avukatları ise “1936 beyannamesi ve gayrimenkullara ait belgeler var” diyerek kararı hukuk dışı bulduklarını söyledi.

 

Bunun üzerine gerekçeli karar yerel mahkemeye gönderildi. Vakıf için karar düzeltme hakkı kapsamında yeni bir savunma durumu vardı. Onu da geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdi. Müracaat etmişler. Dosya şu an yerel mahkemededir. Yargıtay’a yeniden gelecek. Son karar düzeltme yoluna da gidilmiştir. Süreç devam ediyor. Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bakacak. Onun için karar düzeltme yolunu kullandı vakıf. Dilekçeler yerel mahkemeye verildi.

 

Peki bu kez de aleyhte bir karar çıkarsa?

Yargıtay kararını onarsa iç hukuk yolları tüketiliyor. Ancak geçtiğimiz yıllarda çıkan bir kanun var. O da Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı. Bu kanun da 23 Eylül’de yürürlüğe giriyor. Kanun çoktan çıktı ama yürürlük tarihi budur. Artık iç hukuk yolları tükendiğinde Anayasa Mahkemesi’ne gidilecek. Oraya gidilmeden AİHM’e gidilmeyecek. Elensin diye birçok dava bu uygulamaya gidildi. Türkiye’nin genel prestiji anlamında, hem de vatandaşın kendi ülkesinde hakkını alabilmesi anlamında kabul edilmiştir. Şimdi Mor Gabriel davası 6 ay sonra sonuçlanırsa, Yargıtay kararını yinelerse Anayasa Mahkemesi’ne gidecek vakıf.

 

Temmuz’dan itibaren imza kampanyası başlatıldı. Siz bir siyasetçi olarak politik alanda nasıl mücadele yürütüyorsunuz?

Aydınlar bir kampanya başlattı. Ben de Süryaniyim ve o kampanyaya katılarak imza attım. Parlamentoda da siyasi anlamda yanlış bir karar olduğunu söylüyoruz. Meclis’te de yaptığımız görüşmelerde de dile getireceğiz. İç hukuk yolları da tükenirse AİHM’e gidilecektir. Tabi o zamana kadar farklı bir çözüm olur mu olmaz mı bilinmez. Süreçleri beklememiz gerekiyor. Kesinleşmiş kararı bekliyoruz.

 

‘TÜRKİYE VE OSMANLI YOKKEN MOR GABRİEL VARDI’

Yargı sürecinde lehte kanıtlar belgeleriyle sunulmasına rağmen aleyhte karar çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz? Sizce bu durum rutin bir gelişme mi yoksa siyasi olarak mı ele almak lazım?

Manastır 397’de kurulmuştur. Gayrimüslimlere aittir. O zaman ne Osmanlı vardı ne Türkiye Cumhuriyeti. Zaten bölgeyi incelediğinizde de Süryanilere aittir. Buradaki birçok yapı, miras atalarımız Asurilerden kalan yapılardır. Süryaniler başka yerden mal almamıştır. Kendi mülküdür. Dava haklı bir davadır. Vakıf mağdur olmuştur. Aydınlar da buna reaksiyon göstermektedir. Ayrıca BDP’de takip ediyor. Manastıra gidip orada Hasip Kaplan ile basın toplantısı yaptık. Her yıl yaptığımız toplantıyı bu yıl Mardin’de gerçekleştirdik ve vekil arkadaşlarımızla yine ziyaret ederek konunun takipçisi olacağımızın mesajını verdik.

 

‘LOZAN’DA BELİRLENEN AZINLIK HAKLARIMIZI KULLANAMIYORUZ’

Süryanilerin daha geriye gidecek olursak yaşadığı sıkıntılar yine mevcut. 1928’e kadar Süryani okulları vardı. Onlar kapatıldı. 1950’lerden sonra göç ettirildi. Bugün Mor Gabriel sorunu var. Bu durum Süryanilerin inanç özgürlüğüne nasıl bir etki yaratır, siz bu yaşananları nasıl ele alıyorsunuz?

 

Şimdi bu soru doğrultusunda Lozan Antlaşması’ndan bahsetmek zorundayız. Çünkü gayrimüslimlerin statüsünü düzenleyen uluslararası anlaşmadır. 1923’de imzalandı, Türkiye ve ilgili devletler arasında. Gayrimüslimlerin statüsünü belirleyen bir bölüm vardır. Tüm gayrimüslimler azınlıktır. Şu andaki fiili uygulamaya baktığımız da Yahudiler, Ermeniler, Rumların okulları var ve anadillerinde eğitim görüyorlar. Süryaniler de aynı haklara sahiptir. Ancak Süryaniler azınlık değilmiş gibi uygulama var. Bu Lozan’a da aykırı bir uygulamadır. Azınlık olma kriteri TC vatandaşı olmak ve Müslüman olmamaktır. Ki Süryaniler dünyanın ilk Hıristiyan halkıdır.

 

Biraz önce siz de ifade ettiniz. Mardin’de 1928’e kadar pozitif bilimlere yönelik eğitim veren okulumuz vardı. Ve verdiği diplomalardan bir tanesi de örnek olarak halen Kırklar Kilisesi’nde duruyor. Lozan 1923’te imzalanıyor ama ancak 5 yıl varlığını sürdürüyor. “Cemaat kendi müracaat etmiş ve okulu kendisi kapatmış” deniyor. Önemli olan o zamanda orada Elazığ’da, Diyarbakır’da okulları var. En son kapatılan 1928’de kapatıldı. Elazığ’daki vakfımız da kapatıldı ama yürütülen mücadele sonrası yine açıldı. Kilise var. Malatya, Elazığ, Hakkari, Şırnak, Diyarbakır, Urfa, Mardin, buralar Süryanilerin yoğun yaşadığı yerlerdi.

 

1915 ve sonraki tarihte azaldılar ve Hakkari, Şırnak, Mardin ve Diyarbakır’da kaldılar. Ama onlar da peyderpey göç ettiler. Şimdi Turabdin Bölgesi’nde, Mardin, Midyat ve Şırnak civarındadır. 1920’lerde Nasturi Patrikliği vardı. Nasturiler Süryanilerin bir mezhebidir. Halen duruyor o patriklik. Yine hizmete açmaya çalışacağız. Çünkü orası bize kalan bir miras.

 

Geçtiğimiz ay İstanbul’daki Süryani Ortodoks Vakfı. ana okul açmak için müracaat etmiş. “Azınlık değilsiniz asli unsursunuz” deyip talebi reddedilmiş. Lozan çerçevesinde bu hakların tanınması gerekir. Bu karar Lozan’a aykırı ve uydurmadır. Geçersizdir. Bununla da ilgileniyoruz. Vakıf başkanıyla da görüştüm. Evrensel insan hakları mücadelesinde yanınızdayım dedim.

 

Türkiye’de tüm vatandaşlar asli unsurdur. Anayasanın 10. maddesi tüm vatandaşları eşit görür. Asli tali unsur olamaz. Tüm vatandaşlar asli unsurdur. Kürtler için de kullanılıyor, bunlar yanlıştır. Bu mantalite yanlış. Bunu kullanan bürokrat kendi kafasına göre şunu diyor; gayrimüsmler Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir. Bunlar asli unsur değildir diyor. Bunlar tali unsur mudur? Hukuk ta ve vatandaşlıkta asli tali unsur olamaz. Onu yorumlayan bürokrat bunlar gayrimüslim diyor. Bu farklı bir algılama yaratıyor vatandaşlarda. 1974’te Yargıtay azınlıkları yabancı olarak değerlendirdi. En yüksek yargı organı bunu dedi. Bu yanlıştır. Bu bağlamda vakfa verilen yanıt “asli unsursunuz” demeleri gayrı hukukidir. Bu karardan dönülmesi gerekir. Aynı zamanda sizin de vasıtanızla bunu buradan belirtelim.

 

‘HALKLARA YÖNELİK TASFİYE POLİTİKALARI OKULLARI KAPATTIRDI’

Başvuru salt ana okul statüsü için miydi?

Ana okuldan başlayıp orta ve liseye gidilecekti. Bu düşünceyle müracaat edilmişti. Süryanilerin bu haklarını kullanmamaları azınlık olmadıklarını göstermez. Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin okulları var. Lise düzeyine kadar okulları var ama bir tek İstanbul’dakiler ayakta kalmıştır. 1935’ten bu yana bu halklar tasfiye edildi. İstanbul’dakiler ayakta durabildi. Sivas’ta, Elazığ’da vardı. Neden Süryanilerin yoktu. 1928’e kadar vardı. Ama İstanbul’da okulları olmuş olsaydı varlıklarını sürdürecekti. Hepsi kapandı. Ermenilerin de Rumların da Yahudilerin de bir tek İstanbul’da kaldı.

 

Neden kalmadı bu okullar?

Öğrenciler kalmadı. Bu yüzden kendi kendilerine kapattılar. Bazı Rum okullarında 5 öğrenci kalmıştır. Bir sınıfta birkaç öğrenci kalmış. Böyle trajikomik durumdur. Otomatikman okul kapanıyor. Öğrencisi olmayan bir okulu ayakta tutamazsınız. Devlet ben kapatıyorum dediği için değil öğrenci kalmadığından.

 

O tarihten bugüne hiçbir müracaat olmamış mı peki?

Hayır etmemişler. Süryanilerin nüfusu azalmış. Kendi haklarını da bilmediğinden kullanamadılar. Yeni yeni haklarını duyurmaya başladılar. Ancak bölgedekiler bilir. Tokatlılara sor, bilmez Süryanileri. Parlamenterlere söylediğimizde tanımıyorlar. Anlatmak durumunda kalıyoruz. Halklar birbirini tanıyamamış. Halklar birbirine yabancılaştırılmış. Böyle bir rejim oluşturulmuş. AB süreciyle birlikte yine benim milletvekili seçilmemle gelişti. BDP beni Süryani olarak davet etti. Daha da tanınmamıza sebep oldu. Ayrıca son dönemde Süryani diasporası daha güçlü bir düzeye ulaştı. İsveç parlamentosunda 6 vekil var. Mardin’den gidip orada okuyan insanlardır bunlar. Almanya, İsviçre ve Amerika’da var. Oradaki bu gelişmeler buraya yansıyor. Çünkü oraya gidenler buradan gidenlerdi.

 

‘CUMHURİYET TARİHİ BOYUNCA ÖZGÜRLÜKLER OLMADI’

Süryaniler 1928’den bu yana yani eğitim alanları kapandıktan sonra sosyal, kültürel hayatlarını ve inancını nasıl sürdürdü?

Birçok etken var. Cumhuriyet tarihi boyunca özgürlük yoktu. Türkiye’deki farklılıklar tasfiye edilmeye çalışıldı. Ermeniler, Rumlar, önce gayrimüslimler. Sonra etnik gruplar. Lazlar, Çerkezler, Kürtler. Dersim olayları niçin oldu? Birçok örnek verebiliriz. Kürtler Dersim’den sonra sesini çıkaramadı 1970’lere kadar. Kendileri nasıl sürdürebildiler, bilakis tasfiyeye yönelik uygulamalara maruz kaldılar. Türkçe konuş diyorlardı.

 

Bahsettiğiniz dönem özellikle tek partili CHP dönemidir ki, bu dönemde ciddi asimilasyon politikaları mevcuttu Kürtlere, Lazlara yönelik. Bu asimilasyon politikaları tarihi belgelerle de mevcut. yerleşim yerleri isimleri, insan isimlerinin ve günlük konuşulan dilin Türkçeleştirilerek ırkçılık temelinde geliştirilen politikalar ciddi boyutlardaydı.

Evet, asimile edildiler. Kalanlar susturuldu. Kalanlar da gelecek göremedikleri için azala azala sembolik nüfusa kaldılar. 25 bin Süryani kaldı. Süryaniler azınlık değil deniyor peki niye Mor Gabriel Vakfı var. İstanbul’da Süryani Ortodoks Vakfı var. Azınlık olmayanların vakfı değil. Ötekileştirilip tasfiye edilmeye çalışıldı. 1984’ten sonra en az 60 Süryani bölgede faili meçhul denilen ancak failleri belli cinayetlere kurban gitti. Bu kişiler tanınmış doktor, müteahhit, işadamıydı. Çatışmalı süreçte bu insanlar öldürüldü. Halen hiçbirinin faili bulunmadı. Bu Süryanilerin göçünü hızlandırdı.

 

Biliyorsunuz Kopenhag kriterlerinden biri de azınlık haklarıdır. AB sürecinde azınlık hakları gündeme gelmeye başladı. Bilişim çağındayız ve bilgi ediniliyor. AB sürecinde Türkiye’de insanların seslerini yükseltmeleri bakımından ilerleme oldu. Süryaniler biraz daha işlenmeye başlandı basında. Belge Yayınları tarafından Süryaniler ve tarihleriyle ilgili birçok kitap yayımlandı. Bu da daha tanınır bir duruma getirdi.

 

‘EN BÜYÜK SORUNUMUZ OKULLARIMIZIN OLMAYIŞI’

Okulları kapanan Süryanilerin anadilde eğitim konusuna gelecek olursak..?

 

Ama en büyük sorun okullarımızın olmayışı. Anadilde eğitim yapamıyor Süryaniler. Bu da azınlık haklarını getiriyor gündeme. Türkiye’nin demokratik bir devlet olamamasından kaynaklanıyor. Sadece Süryaniler değil, Kürtler, Ermeniler Çerkezler, tüm halkların sorunu devam ediyor. Anadilde eğitim Kürtlerin en büyük talebi. Lazlar ve Çerkezler de bunu istiyor. Şu an da BDP’de yer alıyorum. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinde Süryaniler meclise giremedi. İlk kez BDP sayesinde meclise girmiştir. Bunu da tarihe not olarak düşmek gerekiyor. Unutmamak gerekiyor Süryaniler ve Türkiye açısından.

 

Anadilde eğitimin yapılamayışı, okulların olmayışı asimilasyonu nasıl etkiledi?

Birçok Süryani, ben azınlık değilim diyordu son yıllarda. Asimilasyonun etkisi var. İşine böyle geliyor. Hak arama özgürlüğüne girmiyor. Yaşanan travmalar devam ediyor. Birçoğu da yeni yeni kendine geliyor. İstanbul’da okul için başvuru yapılıyor ama “asli unsursun” deniyor. Peki asli unsursak neden devletin hiçbir biriminde Süryani yok? Neden ilk ve tek vekil benim? Bu nasıl asli unsur? Tabi bu süreçte Süryanilerdeki kendine gelme durumunda BDP’nin etkisi de var. Aydınların da katkısı var. Özgürlüklere eşit temelde bakan insanların da eksiklerin giderilmesinde pozitif katkıları var. Bunlar Süryani halkını daha bilinçli bir hale getiriyor. Lozan’daki hakları gereği eğitim hakları var. Bunları talep etme noktasında sesler daha da yüksek çıkmaya başladı. Bu sürecin takipçisi olmaya çalışıp, taleplerimizi dile getirip, savunuculuğunu yapacağız.