Abdurrahim Aydın / Demokrat Haber

Kısa bir süre önce Suriye'de IŞİD’in denetiminde olan bölgeden ateşlenen roketlerin, sınır hattında bulunan Kilis'in kent merkezine düşmesi sonucu, 54 yaşındaki Sıdıka Mavzer ile 4 yaşındaki Mert Özkan öldü, 2 kişi yaralandı. Yaşanan bu olayın ardından dikkatler, Suriye’deki iç savaşın başladığı 2011 yılından itibaren, Suriye’den, Türkiye sınır hattında bulunan il ve ilçelere seken mermi, şarapnel parçaları ve roketlerle ölen yurttaşlara çevrildi. Suriye sınırında bulunan, Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde yaşayan ve Suriye’den Ceylanpınar’a seken ateşli silahlardan kaynaklı yaşamını yitirenlerin yakınlarıyla görüştük.

Kimi mısır tarlasında çalıştığı esnada öldü, kimi evinde uyur iken. Televizyon izlerken, sokakta arkadaşlarıyla sohbet ederken veya bayram alışverişinde öldüler... Şükrü Kahraman, İdris Akgül, Ramazan Zeybel, Mahsum Ertuğrul ve Ahmet Gündüz… Türkiye sınırının öte tarafı Suriye’deki çatışmalardan seken, şarapnel, mermi ve roketler ile can verdi her biri. Arkalarında, gözü yaşlı birer aile kaldı. Onlar, Şanlıurfa’nın Suriye sınırındaki Ceylanpınar’da yaşayan Türkiye vatandaşları. Mağdur ailelerin tek istekleri var, devlet nezdinde şehit yakını sayılarak, onlara verilen imkanlardan yararlanmak.
 
‘BABAM TARLASINDA ÇALIŞIRKEN ÖLDÜ’

Suriye’deki iç savaş 5’inci yılına doldururken, Suriye sınır hattının Türkiye tarafında yaşayan Türk vatandaşlarının da, Suriyeliler kadar ağır bedeller ödediğini birebir görüştüğümüz mağdur ailelerden dinledik.

Suriye’de yaşanan çatışmalardan seken roket mermisiyle yaşamını yitirenlerden biri, 45 yaşındaki Şükrü Kahraman. 5 çocuk babası olan Kahraman, 2013 yılının Ramazan ayında, mısır tarlasında çalışırken, Suriye tarafından seken havan topunun isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Olayda yaşamını yitiren Şükrü Kahraman ile beraber tarlada çalışan, 14 yaşındaki oğlu Ahmet bacağından, 24 yaşındaki Mehmet kolundan yaralandı. Aradan 3 yıl geçmesine rağmen, Kahraman Ailesi yaşadıkları trajediyi üzerlerinden atamamışlar. Şükrü Kahraman’ın eşi Kadriye Hanım, “Benim eşim bir karıncayı bile incitmezdi, bu şekilde bir ölüm ona da bizlere de çok ağır” diyor.



Aile olayın şokunu üzerlerinden atmak için uzun süre şu an yaşadıkları evden uzaklaşmışlar, psikolojik tedavi görmüşler ama evleri hala yas evi.

Şükrü Kahramanın kızı Melek ise, “Oysa babam, tarlasında çalışırken öldü. Tek isteğimiz Allah’ın nezdinde şehit olan babamıza, devletin nezdinde de şehitlik mertebesi verilmesi.’’

Melek Kahraman, Anaokulu öğretmenliği bölümünden mezun olmuş. Yedek öğretmenlik yaptığı dönemde, babası ile aynı kaderi yaşayan ve Suriye’den gelen bir roketle hayatını kaybeden İdris Akgül’ün 2 yaşındaki kızı Büşra’nın da öğretmenliğini yapmış.

DÜĞÜN EVİNE DÜŞEN ATEŞ

Suriye’den seken roketle hayatını kaybedenlerden biri de küçük Büşra’nın babası İdris Akgül. (Küçük Büşra; Şükrü Kahraman’ın kızı Melek Öğretmen’in öğrencisi)

İdris Akgül’ün en büyük arzusu kendinden küçük kardeşini evlendirmekti ve nihayet en büyük arzusunu gerçekleştirecekti ki, Suriye tarafından gelen roketin yatak odasına isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Yaşanan olaydan bir gün önce, düğün dernek kurulmuş, kına gecesi yapılmış, halaylar çekilmiş. Gecenin geç saatlerine kadar eğlenmişler. Düğün evi dağıldıktan sonra İdris Akgül, eşi Derya hanım, kızları Büşra, Züleyha ve Yüsra ile evlerine gitmişler ve o gece, evlerine gittikleri son gece olmuş.



“Derin bir homurtu, korkunç bir sesle uyandım, ne olduğunu anlamadım, gördüğüm tek şey yatak odamızın duvarındaki koca bir delik ve darmadağın olmuş eşyalar” diyen Derya hanım can havli ile çocuklarını dışarı çıkarmış, ufak tefek sıyrıkların haricinde çocuklarının iyi olduğunu görünce, eşini aramaya koyulmuş, birkaç defa odaya bakmış ama görememiş.

Odaya son girişinde ise televizyon masasının altında bulmuş eşinin parçalanmış cesedini. O günden sonra bir daha hiç uğramamış kendi evlerine. Kayın biraderleri kendi bahçelerinde iki odalı bir ev yapmış onlara, burada yaşamaya başlamışlar. Derya hanımın en büyük kaygısı, 3 ve 8 yaş aralığındaki kızları Büşra, Züleyha ile Yüsra’nın geleceği. “Eşim hiç yoktan öldü. Ben, çocuklarım babalarının istediği gibi büyüsün isterdim ama imkânım yok. Eşim devletin nezdinde şehit sayılırsa, çocuklarımızı eşimin istediği gibi yetiştirebilirim” diyor.

‘İNSAN BAYRAMIN GELİŞİNE ÜZÜLÜR MÜ?’

Arkasında gözü yaşlı bir eş ve çocuklarını bırakan bir diğer baba ise Ramazan Zeybel. Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesine bağlı 20 kilometre mesafede bulunan Aydoğdu Mahallesinde yaşıyordu. Ramazan Bayramı’na 2 gün kala çocuklarına bayramlık almak için Ceylanpınar’a geldi. Elinde çocukları için aldığı bayramlıklarla ilçenin en kalabalık caddesinde yürürken, Suriye’deki çatışmalardan seken mermi yüzlerce insan arasından sıyrılarak, göğsüne saplandı ve olduğu yere yığıldı.

Geriye ise sağa sola savrulan poşetlerin içinde kalan ve çocuklarının hiçbir zaman giymeyecekleri bayramlıkları kaldı. “Bir insan bayramın gelişine üzülür mü? Ben üzülüyorum” diyor Ramazan Zeybel’in büyük oğlu Mustafa, “Çünkü bütün bayramlar babamın ölümünü hatırlatacak”.



Ramazan Zeybel’in Mustafa’nın haricinde yaşları 2 ile 9 arasında değişen 4 çocuğu daha var. Bunların arasında en küçüğü Bünyemin. “Her gün babamı soruyor, her seferinde farklı bir yalan uydurup oyalıyoruz, nereye kadar bilmiyorum” diyor Mustafa Zeybel.

23 yaşındaki Mustafa, babasının ölümünden sonra, ilçedeki Suriyeli sığınmacıların barındığı çadır kentte tercüman olarak çalışmaya başlamış. “Babam şu an tercümanlık yaptığım insanların savaşından seken mermiyle öldü. Her birinin yüzüne baktığımda babamı anımsıyorum. Onların yaşadıklarını dinleyince onlar için yapacağım en küçük iyiliğin bile, babama sevap olarak gideceğine inanıyorum” derken oturduğu yerden kalkıp sınırın öte tarafı Suriye’ye bakıp, “Her şey kader. Babamın adının Ramazan oluşu, Ramazan ayında doğması ve Ramazan ayında ölmesi de kader” diyor.

‘HAYATIMIZ PERİŞAN OLDU OĞUL’

Suriye tarafından gelen mermiyle yaşamını yitiren bir diğer kişi, 17 Yaşındaki Mahsum Ertuğrul. 16 Temmuz 2013 tarihinden beri Ertuğrul ailesinin evinde de diğer ailelerin evinde olduğu gibi yas var.

17 Yaşındaki Mahsum Ertuğrul, annesi Keziban Hanım ile şakalaşıp çıkmış evden. Arkadaşları ile her zaman olduğu gibi ilçedeki gençlik parkında bir süre vakit geçirdikten sonra, eve gitmek için yola koyulmuş fakat eve yetişmeden Suriye’den, Ceylanpınar tarafına seken mermi ile kalbinden vurulmuş. Önce hastaneye kaldırılmış, oradan da Kabristana.

Aradan aylar geçmesine rağmen “Her Perşembe mezarlık ziyaretimizden sonra Mahsum bizim için yeniden ölüyor” diyor abisi Mahmut Ertuğrul.

“Evimiz zindana döndü. Neşe yok, huzur yok, annemin gizli, gizli ağlamaları, babamın uzun, uzun dalmaları, evin içinde nefes alamıyoruz dışarı atıyoruz kendimizi. Birileri bizim için bir şeyler yapsın iyi değiliz” diyerek bir süre susuyor.

Anne Keziban Hanım ile devam ediyoruz sohbetimize. Aksanlı Türkçesi ile “Ne diyım oğul? Hayatımız perişan oldu” diyor.



Keziban Hanım, fotoğraflarını çekmemizi istemiyor ama bizi başka bir odaya götürüyor. Odanın köşesinde, iki yastığın ortasına çerçeveli bir fotoğrafı gösterip “İşte oğul onu çek. O hep orda otururdu Masum’umu çek” diyor.

“ANNE KALDIRMA BENİ, BELİNİ İNCİTECEKSİN”

İmam hatip lisesi son sınıf öğrencisiydi Ahmet Gündüz. İmam olmak istiyordu. Henüz 16 yaşında olmasına rağmen, Kâbe’ye gidip hacı olmak tek arzusuydu. Ramazan ayıydı. Önce Kuran okumuş, ardından ikindi namazını kılmış, sonra da iftar saatini beklerken oturma odasındaki televizyonun karşısına oturmuş ve…

“Bir ses duydum, odaya koşarak geldim” diyor anne Gülhan hanım, “odaya girerken Suriye tarafına bakan pencerenin camında bir delik gördüm, Ahmet’im yastığa yaslanmış vaziyette gözleri açık bana bakıyordu”.

Anne Gülhan Gündüz, seslenmiş Ahmet’e. Ahmet, “kafam” demiş. Kafasının pencereye bakan tarafının kanadığını görmüş Anne Gülhan Hanım.

1.70 boyunda, 70 kilo ağırlığındaki Ahmet’i sırtlayıp çığlıklar içerisinde yardım istemiş komşulardan. “Şuuru yerindeydi, bir ara ‘anne kaldırma beni sırtını inciteceksin’ dedi”.

Oğlunun o haldeyken bile kendisine olan düşkünlüğünü anımsayan anne, “onsuz yaşayamıyorum artık göz pınarlarım kurudu” diyerek duygularını ifade ediyor.

Ahmet Gündüz, 1 hafta süren yaşam mücadelesinin ardından hayata gözlerini yummuş. Baba, Abdurahman Gündüz ise, “Her tarafta o var. Evde, bahçede, işte, sokakta. En çok da bahçemizde, birlikte ektiğimiz ağaçlarda görüyorum onu. O ağaçlar büyüyor, filizleniyor, çiçek açtı. Ama Ahmet’imiz büyüyemedi. Kör olası bir kurşunla öldü” diyor.



Abdurahman Gündüz, oğlunun ve bu şekilde öldürülen diğer insanların Allah’ın nezdinde şehit olduğunu söylüyor. Tek istekleri devlet nezdinde de şehit sayılması.

2013 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında, Suriye’nin Haseki iline bağlı Serekaniye (Rasulayn) ilçesinde yaşanan çatışmalarda Şanılurfa’ın Suriye sınırındaki ilçesi Ceylanpınar’a seken mermi, roket ve şarapnel parçalarıyla, 5 yurttaş hayatını kaybederken, onlarca yurttaş yaralandı. Aylarca süren çatışmalarda ilçedeki 100’e yakın eve mermi isabet etmesi sonucu birçok aile de ilçeden başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı.