Ankara’da sokak müzisyenliği yapan Taylan Atar, yasakçı Belediye uygulamalarının farklı yöntemleriyle baş etmeyi tecrübeleyerek öğrenenlerden biri. Atar, kendilerini “sokakların pisliği” olarak gören Belediye’nin baskılarını ve sokak emekçilerinin karşılaştığı şiddeti, Türkiye’den Şiddet Hikayeleri’ne anlattı.

Röportaj: Özge Çağlar, Fotoğraflar: Cem Bayraktar / www.siddethikayeleri.com

İsmim Taylan. Sokak müzisyeniyim ve genelde Kızılay civarında, Sakarya ve Yüksel Caddesi’nde santur çalıyorum. Sokakta müzik yaptığım için sürekli belediye ekiplerinin saldırılarına, tehditlerine maruz kalıyorum. Yine de karşılarında her daim sağlam bir şekilde durarak sokakları onlara teslim etmiyoruz.

Sokakta müzik yapmaya nasıl başladınız?

Santur, ülkemizde piyanoyla orgun atası olarak bilinen, yaklaşık bin yıllık tarihi olan bir enstrüman. Sokak müziğine başlamadan önce bir süre hapishanedeydim, nedenini de birazdan anlatırım. Santurla ilk kez orada tanıştım. Hapishaneye girmeden önce diğer sokak emekçisi arkadaşlarla Konur Sokak’ta kitap satıyordum. İçerideyken ise National Geographic dergisinde Pers İmparatorluğu’na dair bir yazı okudum ve yazının olduğu sayfada bir santur resmi gördüm. Görüşe gelen bir arkadaşıma konudan bahsettim ve o da İranlı bir arkadaşı aracılığıyla bana santur getirdi. Tahliye olduktan sonra da santurumla sokaklarda müzik yapmaya başladım.

Sokakta sanat yaparken herhangi bir müdahale veya baskıyla karşılaştığınız oldu mu?

2008-2010 yılları arasında kitap satarken zabıtalar bize göz açtırmıyordu. Önceleri sözlü tacizde bulunuyorlardı, daha sonra ise birçok arkadaşımı ve beni darp ettiler. Saldırılar ağırlaşınca, aralarında sivil polislerin de bulunduğu 40-50 kadar zabıta bize saldırdı, çoğu arkadaşımız ciddi şekilde yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. Kadın, erkek, çoluk-çocuk dinlemeden saldırıyorlardı. Sonraki bir seferde ise 300 kişilik bir ekiple saldırdılar. Çatışmalar alevlendiğinde çevik kuvvet ekipleri de olaya müdahil oldu ve panzerlerle bize su sıktılar.

Müdahalelerin bu denli sert olmasının sebebi neydi?

Sebep tamamen ideolojik ve sınıfsal. Politik olmayan müzisyen ve işportacılarla hiçbir sorunları yoktu ama bizler onların yarattığı tüketim toplumuna bir alternatif yaratmıştık. Ne yaparsak yapalım, bizi sokaklardan silmek için uğraşıyorlar çünkü geçmişte de Çankaya Belediyesi’ne ciddi anlamda zorluklar çıkardık. Saldırılarına direnerek emeğimizi savunuyor, onları sokaklara sokmuyorduk. Bunları biliyorlar ve meşruluğumuzu eriterek bizi yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Bizlerse sokağı korumaya çalıştık ancak ben ve diğer dört arkadaşım, oradaki sokak emekçilerini galeyana getirdiğimiz ve onları örgütlediğimiz iddia edilerek örgüt üyeliğiyle suçlandık.

Hapishaneye de bu suçlamalar sonrasında mı girdiniz?

Evet, beşimizi de tutukladılar. Medya ise bu anlattıklarımı “Operasyon yaptık” diye pohpohladı. Aramızda PKK’den tutun da DHKP-C’ye kadar “terör örgütü” üyelerinin olduğunu iddia ederek, hepimize örgüt üyesi yaftası yapıştırıldı. Biz tüm bu ithamları cezaevinden donakalmış izliyorduk. Olayların ana akım medyaya bu şekilde yansımasına aslında güldük de, çünkü biz neden orada olduğumuzu ve ne yaptığımızı biliyorduk. Bu olaylardan sonra sokaklarda ve özellikle Yüksel Caddesi’nde stand açmak, kitap satmak ve sanat yapmak yasaklandı.

Getirilen yasaklar sokakta ne gibi tepkilere sebep oldu?

Sokakta terlik satan emekçi bir arkadaşımız Çankaya Belediyesi binasının tepesinden atlamaya çalışarak intihar etmeyi denedi. Maalesef daha sonra bu kişiyi ona bir iş bularak ikna ettiler ve bir şekilde sindirdiler. Sokakta yaşamını kazanan neredeyse yedi yüz insan vardı ancak hepsini yıldırdılar. O insanlar, “Bizler sokak emekçileriyiz, militan değiliz. Zabıtanın sopasına, polisin copuna, panzerin suyuna karşı koyacak kişiler değiliz” diye tepki gösterdiler. Aslında tutuklanırken üzüldüğümüz tek şey, bizden sonra sokak emekçilerini coplarıyla ve sopalarıyla sindirmeyi başarmış olmalarıydı.

Tüm baskı ve yasaklara karşı sokaklarda müzik yapmayı nasıl sürdürüyorsunuz?

Santur hususunda hapishanedeyken kendimi fazlasıyla geliştirmiştim. Sokakta gördüğüm birtakım eksikliklere karşı durmak için sokaklara enstrümanımla döndüm. Ancak “Tekrar bir müdahaleyle karşılaşabilirim” endişesi zihnime yerleşmişti. Üzerimde bu baskıyı fazlasıyla hissediyordum. Zamanla bu endişe yok oldu ve gelebileceklerini bile bile çalmaya devam ettim.

Sakarya Caddesi’nde daha fazla para kazanmama rağmen, para çok da umurumda olmadığından, sırf yasak olduğu için, bilinçli olarak Yüksel Caddesi’nde çalmaya gidiyorum. Hatta beni yıldıramayacaklarını göstermek için bazen Belediye’nin kapısı önünde çalıyorum.

Belediye’nin uyguladığı yasakçı tutumun gerekçesi yalnızca vatandaşlardan gelen şikayetlerle mi sınırlı?

Elbette bizi şikayet edenler de oluyor ama baskının sebebinin sadece bu olduğuna inanmak saflık olur. Size şöyle bir örnek verebilirim; Yüksel Caddesi’nde şirketi olan bir kadın bana santur sesinin kulağını tırmaladığını ve bu sebepten çalmaya son vermemi söyledi. Ben bu isteğine karşı kayıtsız kalınca da beni Belediye’ye şikayet etti. Dışarıda ses kirliliği bu kadar fazlayken kadının kulağını tırmalayan tek şey santur sesi, düşünebiliyor musun? Çok düzgün bir üslupla, geçerli bir rahatsızlığı olduğunda  durumu  gelip, bize söylemesi gerektiğini belirttim ama yine de şikayetini geri almadı.

Fakat bunun gibi örneklerin yanı sıra, bizi teşvik edenler ve sahiplenenler de var. Bazen görüyorsunuzdur, etrafımda yüz kişi toplanır! Ben çalarım, kimisi söyler. Aileler çocuklarıyla birlikte gelir, çocukları santuruma dokunur ya da para atarlar. Bunlar çok özel ve güzel duygular. Bizim hedeflediğimiz de bunlar işte.

Geçtiğimiz gün Belediye ekiplerince size yapılan bir müdahaleye ben de tanık oldum. Onlarca dinleyicinin önünde sizi engellemeye çalıştılar ve çok rahatsız edici bir şekilde sözlü tacizlerde bulundular. Bu gibi müdahalelerle nasıl başa çıkıyorsunuz?

Çok sinsi yaklaşıyorlar. Orada bizi savunan dinleyicilere de, “Onların kim olduğunu, ne olduğunu bilmiyorsunuz!” diyerek bizi aşağılıyorlar. “Aslında bizim bunların müzikleriyle değil, tamamen kendileriyle ilgili bir sıkıntımız var” demeye getiriyorlar. Bizlere “dilenci” gözüyle bakıyorlar ancak bahsettiğin gün insanlardan tepki görünce, bana riyakarca “Taylancım” diye hitap etmeye başladılar. Uğradığım her müdahalede tepkimi yerinde ve zamanında ortaya koydum. Bundan dolayı da o gün zabıta karakoluna gittiğimde tepkileri daha hafifti. Karşılarında bir irade görüyorlar ve bu iradenin onlara hesap soracağını biliyorlar. Önceleri bizim kafamızı kırdıklarında, yüzümüzde postallarının izi çıktığında bile, yine de o sokakları terk etmeyeceğimizi biliyorlardı. Kararlı duruşumuz onların saldırılarını hafifletti.

Tüm bu süreçte Çankaya Belediyesi’yle birebir görüşme fırsatınız oldu mu?

Sokak Emekçileri Platformu adı altında bir grup kurduk ve Belediye Başkanı Bülent Tanık bizi görüşmeye çağırdı. Bizlerin “sokakların kiri”olduğumuzu, sokak sanatçılarının, incik-boncuk, kitap satıcılarının onları ve birtakım “beyefendiler”i varlığımızla rahatsız ettiğimizi, bu gerekçeyle sokaklardan silinmemiz gerektiğini söyledi. Çeşitli giyim eşyalarının, “korsan” olarak adlandırılan kitapların satılması büyük marka sahiplerini rahatsız ediyormuş. Oysa ki biz sokakları güvenli, cıvıl cıvıl, insanların çocuklarını dahi bize rahatça emanet edebildiği alanlara çevirdik, çevirmeye çalışıyoruz. Çankaya Belediyesi zaten beni “provokatör, çıbanın başı” olarak değerlendiriyor. Hatta bir dönem Bülent Tanık bana, “Sana dükkan açalım, seni iş sahibi yapalım” diye tekliflerde de bulundu. Bizleri makineleştirmek, sokakları da F tipi hapishanelere çevirmek istiyorlar.

Görüşmelerden sonra sokak emekçilerinin lehine bir gelişme yaşandı mı ?

Hayır. Bizler sokakta oldukça onlar da saldırmaya devam ettiler ancak sokaklar bizim yaşam alanımız. Yine saldıracaklar ve tutuklayacaklar. Ekmeğini sokaktan kazanan herkesi evlerine hapsetmeye çalışıyorlar ama sokakları terk etmeyeceğiz. Bizi gördüklerinde iğreniyorlarmış! Aslında biz onları kusuyoruz.

Sokaklara sahip çıkma çabası, Belediye tacizleri olmadan da yeterince zor olsa gerek. Hiç size saldıran vatandaşlar oldu mu?

Sivil faşistler tehdit ediyor. Santurumuza tekme atan ve kişiliğimize hakaret edenler de oluyor. Böyle insanlarla karşılaştıkça aklıma hep Nazi Almanyası’ndan bir hikaye geliyor. Bir grup Yahudi katledilme korkusuyla bir kiliseye sığınıyor. Nazi askerleri, kilisede saklanan Yahudiler olup olmadığını öğrenmek için kapıyı çaldıklarında papaz telaşlanıyor ve korkusundan Yahudiler’in saklandıkları yeri askerlere gösteriyor. Askerler oradaki tüm Yahudiler’i katlediyor. Papaz günlerce devam eden bu baskınları “Nasılsa ben papaz olduğum için bana bir şey yapmazlar”diyerek görmezden geliyor. Askerler son kez geldiklerinde papaz içeride kimsenin kalmadığını söylüyor ve bunun üzerine onlar da papazı götürüyorlar. Papaz tüm yalvarmalarına rağmen kimseye sesini duyuramıyor. Bize saldıran kişiler evde, eşlerine ve çocuklarına dokunduklarında kendilerini “Alman papazı” gibi hissetmesinler. Biz, vicdanın eylemlere hükmettiği bir toplum istiyoruz. Başkalarının katliamına göz yumanlar ve haksızlık karşısında susanlar, aslında zalimliğe ortak olanlardır. Aynı zalimlik onların karşısına çıktığında, yardım beklemeleri de pek ahlaki değildir.

2011 yazında, belediye müdahalelerinden sonra Konur Sokak’ın “temizlenmiş” hali. Fotoğraf: Dora Göksal