Ünlü diyetisyen Canan Karatay'ın dolandırılmasının ardından en ilginç yorumlardan biri Sırrı Süreyya Önder'den geldi. 

Karatay, komiser ve savcı olduğunu söyleyen iki kişinin, kendisini terör örgütüyle işbirliği yapmakla suçladığını ve o korkuyla telefonda ne söylendiyse harfiyen yerine getirdiğini söylemişti.

Sırrı Süreyya, "Ne yapsın kadın, korkmuş, adeta hipnoz olmuş" demeyin. O kadar masum değil! Bu ülkedeki linç histerisinin en mikro çekirdeği işte böyle çalışıyor, diyor.

Sırrı Süreyya Önder'in Radikal gazetesinde yayınlanan o yazısı:

Yaşadığı dönemde ‘Dolandırıcıların Şahı’ diye anılan bir mahpus arkadaşım vardı. Rivayet olunur ki Selçuk Parsadan’ın da ustasıymış. Yıllarca yapıp her seferinde de başarılı olduğu dolandırma yöntemi dergi çıkarmaktı. Dergilerinin şaşmaz iki adı vardı. Birincisi ‘Vergi Müfettişleri’ diye başlardı, ikincisi de ‘Emniyet Mensupları’. Bu isimlerle başlar ve ‘dayanışma, denetleme vb.’ uzantılarla devam ederdi. ‘Ordu Mensupları’ diye başlayan dergi isimleri de varmış ama onları yalnızca darbe ve sıkıyönetim dönemlerinde tedavüle sürermiş.

“Hiç kimse farkına varmaz mı?” diye sorduğumda, “Bu memleketin alayı ya vergi kaçırır ya da polisin hoşuna gitmeyecek bir fiili mutlaka işler” diye cevaplamıştı. Uzun uzun ceza yasası kapsamına girmeden bu ülkede yaşamanın güçlüğünü ve gerçek bir vergilendirmede hiçbir esnafın ayakta kalamayacağını izah ederdi. Dolandırıldığını anlayanlar bile ‘keriz’ yaftası yememek için şikâyetçi olmazlarmış.

Bu yöntemler halen kullanılıyor mu bilmiyorum ama daha güncel ‘zaaf’lar keşfedilmiş gözüküyor.

Prof. Dr. Canan Karatay’ın dolandırılması vakasında bir türlü sorulamayan sorular var. Bu ‘sorulamama’ hali aslında bir ‘söyleyememe’ temkinliliğinden kaynaklanıyor.

Gelin sorulamayan sorulardan bir tanesini sorarak başlayalım.

Muhterem hocamız acaba ‘devletle birlikte operasyon yapma’ fikrine niçin bu kadar arzulu? Üstelik bu ‘operasyon’u yaparken ne kadar heyecanlı olduğunu ve herkeslerden nasıl sakladığını da hünermiş gibi bir mazeret tonuyla aktarıyor. Medeni ve demokratik bir ülkede mesela polis ya da savcı bir diyet uzmanından uzmanlığı dışında bir yardım istese ne cevap alır sizce? “Terör örgütü hesabımı ele geçirmişse bunu yakalamak benim işim mi kardeşim!” diye sormaz mı?

Ya da “Eh madem gerçeği de biliyorsunuz, o halde parama ve diğer kişilik haklarıma sahip çıkın” diye söylemez mi? “Ne yapsın kadın , korkmuş, adeta hipnoz olmuş” demeyin. O kadar masum değil! Bu ülkedeki linç histerisinin en mikro çekirdeği işte böyle çalışıyor.

İçinde ‘Kürt’ lafı bir kere geçmeyegörsün, birçok ‘makul insan’ın taşı cebinde. İçinde ‘Ermeni’ geçtiğinde silahı elinde. İçinde ‘Alevi’ geçtiğinde de küfrü dilindedir.

Son 30 yılda artarak devam eden hukuksuzluk da işin görülemeyen ve sorulmayan bir başka boyutuna işaret etmekte.

Hatırlarsanız sivil polis görünümlü birkaç kişi bir gazinoyu basarak orada çalışan bir kadını saçlarından sürüklemiş ve götürmüştü de bir tek kişi bile “Kimsiniz?” diye sormamıştı. Bunda polisin baskınlardaki hoyrat tutumunun etkisi ne kadardır sizce? “Hiç yoktur kardeşim!” diyecek olan var mı mesela aranızda?

KCK davalarında BDP ’lilerle bir telefon konuşmasına takıldığı için ya da onlarla bir ‘ortam’da bulunduğu için yargılananların sayısı hakkında bir fikriniz var mı?

Neredeyse yarıdan fazlası desem acaba abartmış olur muyum?

Sorulamayanı sorduk, söylenmeyeni de söyleyelim artık.

Yıllardır uygulanan ‘Düşman Hukuku’ herkesin kendini bir gün sürmekte olan politik davalardan birinde bulma tehlikesini toplumun bütün hücrelerine yaymış durumda. Selam verdiğiniz bir eski dost, muayene ettiğiniz bir hasta, ders verdiğiniz bir öğrenci ve daha birçok beşeri münasebetten dolayı suçlanma ihtimaliniz artık olağan bir hale gelmiştir.

En ironik, bir o kadar da trajik olanı eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’de tecelli etti. Bakan olduğu günlerde, suçu olmayanların telefonlarının dinlenmesinden rahatsız olmaması gerektiğini söylerken yüzünde manalı ve alaycı bir gülümseme vardı. Geçenlerde okudum, her nereye giderse izlendiğinden yakınıyordu. “Beter ol” dememek için derviş olmak lazım ama ben henüz o mertebede değilim sanırım.

Polis de şakınlık içinde! Haklarını yemeyelim. Bu hususta oldukça önleyici tedbirler alıyorlar. Mesela bir yüksek bürokrat emeklisini son anda bankadan havale yaparken durdurup “Sakın ha para göndermeyin, sizi dolandırıyorlar!” dediğinde bürokratın onları dinlemeyip havale yapma çabası da video sitelerine düşmüştü. Dolandırıcılar yüksek bürokrata, “Biz polisiz” diyerek engel olmaya çalışanlara kanmamasını söylemişler.

E peki dolandırıcının bu kendinden eminliği sosyolojik bir gerçekliğe dayanmıyorsa bir nedir? Ben cevaplayayım da sizin başınız derde girmesin; polisin önleyiciliği ve tuzağa düşürücülüğü arasındaki ters istatistiktir. “Polis kurumu ne zaman demokratik olur?”un cevabı yalnızca demokrasi mücadelesini değil, dilbilim alanını da ilgilendiriyor. Başka dillerde var mıdır bilmem ama bizde karakola gidilmez, karakola düşülür. Başka nerelere ‘düşüldüğü’nü sizlerin ferasetine bırakıyorum.

Hadi ben de sorumlu bir vekil olarak polisimize yardımcı olayım. Dolandırıcılar, “Bu memleketin denizi biter, kerizi bitmez!” derken hem bu istatistiğe hem de karakolların ‘dil’deki, dolayısıyla zihinlerdeki karşılığına güveniyorlar, bu kesin.

Bütün bu olanları izlerken, itiraf edeyim, yüzüme İdris Naim’in zamanındaki alaycı gülümsemesi geliyor. Başkalarının üzüntülerinden sevinç çıkarmış olmaktan utanıyorum doğrusu ama kendime hâkim olamıyorum.

“Niye gülüyorsun ki, ayıp değil mi?” diyebilirsiniz.

Cevabım bu dolandırıcı yurttaşların ağırlıklı kısmının nüfusta kayıtlı olduğu yerle ilgili. Orada hem lahmacunu hem de kadayıfı ekmeğe sarıp yerler, bu birincisi. Orada KCK operasyonlarından nasibini almamış pek az insan vardır, bu da sonuncusu.

Sevgili yurttaşlar, muhterem hocamız bu olanlardan ben yandım siz yanmayın diyerek ders çıkarmamızı istiyor. Sizden önce olanlardan siz ne ders çıkardınız ki başkalarından bunu bekliyorsunuz sorusunu es geçip çıkardığımız dersleri sıralayalım.

Bir: İçinde PKK , Kürt, örgüt vb. kavramlar geçen her konuşmanın ardından devletimize uyup ‘operasyon’ histerisine düşmemeliyiz.
İki: Polis de insandır, bazen yasal görevlerini yerine getirebilir, şaşırmamalıyız.

Üç: Ekmek yemek o kadar da sakınılacak bir şey değildir.