Kim ki ideolojiden azadedir, ilk taşı o atsın...” (Perulu bir rahip)

Genelde dinin özelde İslam'ın neliği tartışmalarının İslami gelenek içinde ve bizim mahallede hız kazandığı bir siyasi-kültürel atmosferdeyiz. AKP'nin iktidar süreci, İslamcıların geçmişi ve şimdisi hakkında delillerle dolu. Bu geleneğin içinden, Hz. Muhammed'i ve Kuran'ı ezilenler açısından yorumlayan ve “kaynağa dönmeyi” öneren İhsan Eliaçık'ın temsil ettiği itiraz geçmişe dönük bir “yüzleşme” çağrısı içerdiği için de kıymetli. Ne var ki hükümetin temsil ettiği post-İslam, postmodern İslam tasavvurunun ezilenler açısından taşıdığı riskler de ayan-beyan ortada. Siyasi, dini şımarma ve güç gösterisi bu zihniyetin aktörlerinin sıkça ekranlarda boşa-doluya salladıkları parmaklar ilişkili. Dinlerin kaynağının ne olduğu tartışmaları bir yana, dinlerin sömürü ve korku toplumlarıyla iki kaşık gibi içiçe oldukları bir hakikat. Türkiye'deki İslamcıların Kemalist modernizmle olan çelişkilerini mutlak “ötekileştirildikleri”edebiyatıyla ilan ve iddia ederek sürekli bir “mağduriyet” beyanında bulunmaları ve buradan politika üretmelerinin yarattığı yanılsama maalesef “sol”da bile taraftar toplayabiliyor. Böylece, İslamcıların tarih boyunca ezilen halklara karşı egemenlerle birlikte saf tutup yardım-yataklık yaptıkları gerçeği gizleniyor. Hal böyle olunca heykeltıraş Mehmet Aksoy'un yaptığı Can Yücel mezarının, “şarap” bahane edilerek“görülen lüzum üzerine!” tahrip edilmesini münferit bir olay olarak okumak saflık. Sivas katliamı gibi bu olayı da Allah'ın ve Kuran'ın dünya görüşünden kaynaklanan bir yorumun, bir toplum tasavvurunun parçası olarak okumak için bir parça vicdan sahibi olmak yeterli....

Anti-demokratik İttihatçı geleneğin İslami harekette de içkin olduğunu anlamak, gerek kendilerin in gerekse de sol hesap hatası yapanların “domokrat, ilerici, özgürlükçü!” tanımlarını güncel-tarihsel delillere bakarak suçüstü yapmak için “Tarihe bak anlarsın” cümlesinin izini sürmek yeterli. Tehcir, Kürt isyanları, Tan Matbaası baskını, 6-7 Eylül olayları, Kanlı Pazar, Çorum ve Sivas katliamlarındaki vs. suçluların kimler olduklarını bilmek için devlet arşivlerini ele geçirmek gerekmiyor. Bu nedenle bu olay,“mezar saldırısının” ötesinde Can Yücel'in ve muhaliflerin temsil ettikleri değerler sistemine karşı“yakma ve yıkma” olarak özetlenecek gözdağı ve yok etme siyasetidir. Ki bu yeni bir şey de değildir tersine, İslami-milliyetçi geleneğin her soydan ve her boydan aktörlerinin en eski huyudur. Necmettin Erbakan ile birlikte Tan Matbaası baskına katılan Süleyman Demirel'in “Tan gazetesini bastık... Elebaşı değildik (…) Bir öğrenci hareketiydi. (…) İTÜ'de talebeydik. (…) havadan etkilenmemek mümkün değildi. Anti-komünizm çok revaçtaydı. Bizim de hissiyatımız öyleydi…” cümlesiyle bugünkü cümlelerin ortak ve organik bağlantısı İttihatçılıktır. Mezarlık saldırısı ile, Şubat 1969'da Milli Türk Talebe Birliği salonunda devrimcilere karşı “şahadet” yeminleri edilmesi, ABD elçiliğinin yönettiği Komünizmle Mücadele Derneği’nin Başkanı İlhan Darendelioğlu'nun Memlekete ihanet eden bu hainleri toprağa gömme zamanı gelmiştir” cümlesi aynı zihniyetin ürünüdür. Şimdilerin “gönül adamı, dindar derviş!” görünümlü Nur Cemaati liderlerinden Mehmet Şevki Eygi'nin 15 Şubat 1969 tarihli Bugün gazetesinde yayımladığı, “Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir. Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tespihimi çekerim, etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. (…) Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır” cihat çağrısıyla Demirel'in Maraş katliamından sonra, “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor, adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” sözleri bir bütünün parçalarıdır.

Tarih boyunca tanığı ve mağduru olduğumuz bu İslami-milliyetçi hezeyanlar, Renê Gırard’ın “… herkesin tek bir suçlunun kimliği üzerinde oy birliğine varması gerekmektedir” dediği mekanizmayla işletilmektedir. Uykuda bekleyen “Doyurulmamış şiddet”, işaret verildiğinde “düşmanı” bulmakta, linç ve katliamlarla düzen yeniden kurulmakta elbirliğiyle uygulanan şiddet, düzeni ve “barışı” sağlamaktadır! Bu, dinlerin ve devletlerin “Şiddete dayalı oybirliği” mekanizmasıyla kutsal bütünlük sağlama geleneğidir! Dinlerin içinden, dinlerin egemen yorumuna karşı çıkıp farklı yorumlayarak bu tür kötülüklere karşı çıkanlar her yerde olmuştur. İnsanların ölüm mangalarınca öldürüldüğü günlerde El Salvador Başpiskoposu Oscar Romero'nun askerlere, “Üstleriniz size öldürme emri verdiğinde siz Tanrı'nın 'öldürmeyeceksin' sözünü hatırlayın” dediğinin ertesi günü öldürülmesi sorunun evrensel boyutuna trajik bir örnektir....

Kan grubum RH negatif” diyen Can Yücel "İkebana” şiirinde “Bir adam n’a’a’pabilirdi?/ Ya ölür papatyaya karışır/ Ya da siyasete…/ İkisi de ölüm olduğuna göre/ Güllere karışması daha doğru değil mi?/ Hem o da rengini iyi seçersen,/ Bir bakıma bir siyasettir hoş…" demişti. “Vasiyet” şiirinde ise, "(...) Dediğim gibi beni Datça'ya gömün / Şu deniz gören mezarlığın orda / Gömü sanıp deşerlerse karşımam ama!" dizelerini bizim mahallenin çocuklarına emanet etmişti. Can Yücel'in anlam dünyasına ulaşmak için CANKOLOJİK bir kazı gerektir ki, bu, faili belli malum kişilerin harcı değildir...

Tüm işaretler Can Yücel'in, “(1936 İspanya’sında mesela)/ Dönülmez faşizmin ufkundayız/ Vakit çok geç” dizelerini anımsatıyor. İslam'ın şartları bir yana, dağın-taşın tuğralandığı bir coğrafyada din-devlet-para üçgeninin kapsam alanından işaret alanların, taşlama, taş taş üzerinde bırakmama, yakma-yıkma geleneğine karşı bir itirazı örgütlemek insanın ilk şartıdır...