Terhisine 23 gün kala 'şakalaşırken' öldüğü iddia edilen Sevag Balıkçı'nın ilk duruşmasından, silahı ateşleyene tahliye çıktı. Anne Ani ve baba Garabet Balıkçı, kafalarındaki soru işaretlerini Radikal’den Pınar Öğünç’e anlattı…

Bazı yerlerde ismini Sevak diye yazıyorlar. ‘Sevak’ su kaynağı demek; ‘sevag’ ise siyah gözlü. Annesi yedi buçuk aylıkken 1 kilo 250 gram doğan Sevag için “Doğduğunda sadece iki koca gözdü” diyor. Zor büyütmüş; her manada…

Üniversitede seramik okuyan, çevresinde munisliğiyle bilinen işte bu çocuk Batman, Kozluk’ta Gümüşörgü Jandarma Karakolu’nda askerliğini bitirmeye 23 gün kala öldü. 24 Nisan’dı. Jandarma Genel Komutanlığı altı askerle birlikte mevzi tellerini onarmaya gönderilen Sevag’ın ‘samimi bir arkadaşının’ tüfeğinden çıkan kurşunla ‘kazaen’ vurulduğunu söylüyordu.

29 Temmuz’da Diyarbakır’da 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yapılan 13 saatlik ilk duruşma, ailenin ve avukatının kafasındaki durgun suları da bulandırdı. Birbirini tutmayan ifadeler, çelişen tanıklıklar ve Sevag’ın ölümüne neden olan silahın sahibi Kıvanç Ağaoğlu’nun dokuz yıla kadar hapis cezasıyla yargılanırken birden tahliye edilmesi…

Bir Ermeni genç tam Paskalya’nın Ermeni kıyımının yıldönümüyle çakıştığı günde ‘şakalaşırken’ ölüyor. Silahın sahibinin sosyal medya geçmişinde ülkücü, aşırı milliyetçi bağlantılar saptanıyor. 

Askerlik albümü
Konya kökenli, senelerdir Kınalıada’da yaşayan Balıkçı ailesi, Moda’daki bu evi yeni almış. Sevag’ın hiç yatamadığı yatağını, gardırobunda kıyafetlerini gösteriyor annesi. Evin her yanı Sevag’ın seramik heykelcikleriyle dolu.

Kuyum imalatçısı baba Garabet Balıkçı 12 yıl sonra tekrar sigaraya başlamış. Konuşurken gömlek cebinden çıkardığı küçücük iki not defterinden hatırlayamadığı isimlere bakıyor. Anne Ani Balıkçı, Gümüşörgü’ye olay yerine gittiklerinde ellerine tutuşturulan albümü açıyor.

Dört parmak kalınlığında bir albüm. Sevag arkadaşlarıyla sarmaş dolaş, birlikte mangal yapıyorlar, yatakhanede komik pozlar vermişler. Evet bazılarında Kıvanç Ağaoğlu da var. Fakat albüm aslen Sevag’ın kendi timinde ne kadar da mutlu olduğunu göstermek için hazırlanmış. Bunu o kadar istemişler ki, silahlı yahut karakol içini çok net gösteren fotoğrafların bile dışarı çıkmasına izin verilmiş. Bunun yasak olduğunu ben bile biliyorum. Sevag’ın askerde göbek adı şahin’i kullanmayı uygun gördüğünü, üstleri ve Ağaoğlu dışında devresindekilerin Ermeni olduğunu öldükten sonra öğrendikleri de bildiklerimiz arasında.

Gece oğlu rüyasına girsin diye dua ederek yatan baba, yastığının altına Sevag’ın kazağını koyan anne… Dimdik durarak anlatmaya çalışırken arada Sevag’ı büyüten anneannesi giriyor salona. Ermenice “Geç kaldım” diyor, gidiyor. Sevag öldükten sonra alzheimer olmuş, bütün gün kâğıt katlıyor, çanta hazırlayıp bilmediği bir yere gitmek istiyor, Sevag’ı tam hatırlamıyor.

Bir de konuşmayı bölen Paşa var. ısmini Garabet Bey’in oğluna ‘paşa’ deyişinden alan, Sevag’a sürpriz olacak köpekleri.

Bir sonraki duruşma 7 Ekim’de. 

Tahliye kararını duyduğunuzda ne hissettiniz?
Garabet Balıkçı: Adalete bıraktım, ne diyeyim.
Ani Balıkçı: Mahkemenin seyrinde hiç düşünmemiştik böyle bir şeyi. Hâkim olsun, savcılar olsun, bütün çelişkili ifadelerin farkındalardı. O yüzden şaşırdık. 

Sevag hayatını kaybettikten sonra sizi olay yerine götürdüler. O nasıl bir gündü, anlatır mısınız biraz?
Ani B.: Bizi buradan aldılar. VIP salonlarından geçirerek, özel korumalarla, özel bir davranışla diyeyim, götürdüler. Uçaktan inince jandarma karşıladı. Önce tuğgeneralin odasında konuştuk. Sonra da helikopterle, bir saatte olay yerine gittik. Çamur, çaylak bir yer. Dağ başı… Zaten her şeyi anbean anlatıyorlar, bütün detaylarıyla. Öldük öldük, dirildik biz.
Garabet B.: Olaya şahit olan erler yerlerini aldılar. Bazı sorular sordum. Ama içimde şüpheler uyandığını söyleyebilirim. 

Nasıl şüpheler?
Garabet B.: Çok… O zaman söyledikleriyle, sonraki ifadeleri bile çelişkili. Mesela ilk verdikleri ifadede silahı ona doğru tuttuğunu söylüyorlardı, sonra başka şey dediler. ıfadeler beni tatmin etmedi diyebilirim.
Olayın bir buçuk ay öncesinde yaşanan bir hadise var. Birinin parası çalınıyor ve bu Sevag’la bir arkadaşının üzerine kalıyor; sonra da dayak yiyor. Bunun ölümüyle ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Garabet B.: Oğlumla telefon konuşmalarından bunu biliyordum. Ama bu olayı unuttum. Asker ocağıdır, dayak da yer, olur böyle şeyler, dedim. Yalnız ağzından burnundan, bir yerinden kan geldi mi diye sordum. “Yok” dedi. Parayı veririz. Ama “Oğlum komutanına biz almadık. Benim bu 80 liraya ihtiyacım yok” diye söyle dedim. Ben kapansın istiyordum.
Ani B.: Ayrıntısını nişanlısına anlatmış. Ama asıl mesele, biz karakola gidince bu konuyu açmaları. Çarşaf gibi bir kâğıt çıkardılar. Dayak yemediğine dair imzalatmışlar. Adam oku oku bitmedi, fenalık geldi. 

Siz hiç bu konuyu açmadan mı dayak konuşulmaya başlandı?
Ani B.: Tabii canım. Bizim aklımızda değil ki.
Garabet B.: Bunları niye bize okuyorsunuz diye sordum zaten. Sanki başka şeyleri unutturmak ister gibi geldi bana. 

Kıvanç Ağaoğlu’yla sizi nerede, nasıl bir araya getirdiler?
Ani B.: Olay yerinden sonra bizi alaya götürdüler. Onun timindeki askerlerle görüştürdüler. Bize anılar anlatıyorlar. Yok işte gece acıkırdık, Sevag bize hep yemek yapardı. Nöbetten gelirmiş de, ilk ‘Ne yiyeceğiz?’ diye sorarmış. Bir çavuşu sözcü seçmişler, anlatıyor. Öbürleri çok üzgün, bakıyorlar öyle. Sonra Kıvanç’la görüştük. Çok rahat göründü gözüme. Güya sakinleştirici ilaç veriyorlarmış, ondanmış. 

Ne sordunuz, ne dediniz?
Garabet B.: ‘Nasıl oldu oğlum?’ dedim sadece. “Tüfeği kaldırırken ateş aldı” dedi. Başka da bir şey sormadım, gerek yoktu. 

Hep yakın arkadaş oldukları konuşuldu. Siz hiç ismini duymuş muydunuz Sevag’dan?
Ani B.: Yok. Berkant diye bir arkadaşı vardı, biz de tanışmıştık. Onunla iş kuracağız falan diye anlatıyordu. Bir tek onun adını duyduk. Kıvanç ‘Bizim aramız iyiydi, birlikte yazlıklarına gidecektik” dedi mesela. Hâkim sordu “Nerede yazlıkları?”, cevap yok, bilmiyor. 

Hiç Ermeni olmasından dolayı yaşadığı bir hadise aktardı mı size?
Garabet B.: Hayır. Ama öldükten sonra mahkemede bir astsubay “Seni vururum tombulum” diye bir cümle duyduğunu söyledi.
Ani B.: Ama bunu kim, niye söyledi tam anlayamadık. Zaten sanki bu çocuklara bir şey tembihlenmiş gibi; hepsi aynı şeyi söylüyor. Hâkimin de ilgisini çekti bu. Etki altında kaldıklarını söyledi. Her şey o kadar çelişkili ki... Tüfeği dolduruşa alınca bir ses çıkarmış, onu duymuyorlar. Ama vurduktan sonra Sevag “Aman Kıvanç abi ne yaptın” demiş onu duyuyorlar ta nereden. “Yaralı vaziyette sesi nasıl çıktı, bağırıyor muydu? Nasıl duydun?” dedi hâkim de. 

Ölümünden sonra Sevag’ın TSK nezdinde ‘şehit’ sayılmaması da başka bir tartışma başlatmıştı. Bir yandan ‘şehit olma şartları’na uyup uymadığı konuşuluyordu. Bir kitlede de Ermeni olduğu için şehit saymamanın yolu bulunduğuna dair bir şüphe vardı. Siz ne diyorsunuz?
Garabet B.: Bazı kişilere ters gelebilir ama oğlum şehit olmadı. Bu şekilde şehit olunamaz. Bana askeri tören yapıyor musunuz diye sordular. Zaten Diyarbakır’da bir askeri tören olmuş. Yavrumu niye oradan oraya sürükleyeyim. Bana kalsa, tabutuyla bu eve getirmek isterdim. Belki odasına kadar çıkarırdım, “Oğlum, bak burası bizim evimiz” derdim. Burayı göremeden gitti.
Ani B.: Savaşırken ölmedi ki ‘vatan sağ olsun’ diyelim, şehit diyelim. Oğlumuz bir tek kör kurşunla gitti.
Garabet B.: ılk başta da keşke çatışmada ölseydi dedim zaten. Onun üzüntüsü başka olurdu. Bu hal bizi kahrediyor.
Ani B.: O çocuk askerliğinden kalan 20 günü bitirecek, herhalde eylülde de serbesttir. Sen şimdi git yazlığına, denize gir, ben de Şişli’ye gider oğlumu sularım dedim zaten.
Garabet B.: Artık mahkemeyi bekleyeceğiz. Sadece hakikati öğrenmek istiyoruz. Benim tek yapabileceğim o toprağın başına gitmek çünkü bundan sonra.

‘ERMENİYİZ İŞTE, NE YAPALIM?’

Böyle bir durumda rahatlama söz konusu değil tabii, ama neyi duymak sizi bir nebze sakinleştirecek? Kaza mı, ihmal olması mı, yoksa kasıt mı?
Garabet B.: Vallahi ikna edici her ihtimal beni tatmin eder.
Ani B.: Zaten üçü de var. Parka mı yolladık biz bu çocukları şakalaşıyorlar orada? Niye kimse yok başlarında? Vurulunca biri yüzüstü düştüğünü söylüyor, öbürü sırtüstü diyor. 

Annesi olarak ağzınızdan duyduğumuz ilk cümle “24 Nisan’la bağlantı kurmayın”dı. Bu sanırım ilk başta samimiyetle inandığınız da bir şeydi; Paskalya’yı, soykırımı karıştırmak istemediniz. Sonra fikriniz değişti mi?
Garabet B.: Zaten aklımıza bile gelmemişti ki. Bizi basın uyandırdı.
Ani B.: Daha mahkeme görülmemiş, bir yandan Kıvanç’ın annesi beni arıyor, ağlıyor. O ara öyle bir şey demiştim. Biz öyle çok dindar, çok milliyetçi insanlar değiliz. Ama Ermeniyiz de işte, ne yapalım? Oğlumun dinini değiştirip mi yollasaydım? Ben 35 sene anasınıfı öğretmenliği yaptım; hep dostluğu, kardeşliği öğrettim. Oğlumu da öyle yetiştirdim. Bilmezdi öyle ayrım falan. Yapan olduysa da fark etmemiştir.
Garabet B.: Gördüğümüz her çelişkide başa sarıyorsunuz. O şahsın ideolojik düşüncesi de sonradan ortaya çıktı.

Bu davadaki soru işaretleri 
Sabah saat 11’de yaşanan olayla ilgili tanık ifadeleri neden 18.00’de alındı?
O gün kulede nöbette olması gereken Sevag neden tel örme işiyle görevlendirilmişti?
Tanık erler önce, ‘Ağaoğlu silahı kaldırırken ateş aldı’ demişti. Sonra mahkemede o anı görmediklerini söylediler.
Tanıklardan bazıları Sevag’ın vurulunca sırtüstü, bazıları yüzüstü düştüğünü söylüyor.
Rapora göre silahın kendiliğinden ateş almasına neden olabilecek bir arızası yok.
Çit çekerken Kıvanç Ağaoğlu’nun tüfeği tam dolduruşa alma sebebi tam olarak ne? Telsizden duyduğu Kürtçe cümleler gerçekse, böyle bir gerginlik anında arkadaşına nasıl şaka yapabilmiştir?
Tanık ifadelerinde geçen ‘Seni vururum tombulum’ cümlesi ne demek?