Pontos’un kayıp hikayeleri, aslında kendimi yıllarca Türk zanneder ve herkesten nefretimin orta yerinde elimde savaş silahı ile 90’lı yıllarda zorunlu keşfettiğim bir yanımdı. Sonra mı ? Sonra vicdanımdan kaçamadım. Araştırdıkça kendimi ve halkımı tanıdığım bir sancılı süreç ile karşı karşıya olduğumu gördüm. İbrahim yaylalı ismi ile başladığım yaşam yolculuğum Yannis Vasilis Yaylalı olarak devam ediyor. İtiraf etmeliyim ki onca zülüm görmüşken başkalarının ocağına zülüm olmaktan kurtulmam bugün benim en büyük mutluluğum olduğunu söyleyebilirim

Pontos’un ismi Karadeniz olmadı yetmedi, çok kanlı bir hesaplaşmanın birer parçası haline getirildik. Hrant Dink katliamını hatırlayın, Ogün’ü unutmayın o topal gibi soyunmuştu halkların kasabı rolüne ki Karadeniz de bir katilin beyaz beresi moda olmuştu. Pontos oysa öyle miydi, halkların ve inançlar cenneti gibiydi. Pontos’umuzu bugün eli kanlı Karadenize çevirdiler. Bizi de onun hançeri durumuna getirdiler. Her gün bir tören gibi Türk’ü kutsayıp kendimizi yadsımamız daha ne zamana kadar devam edecek, yanlış anlaşılmasın Türk halkının düşmanı değiliz, fakat diğer halkların da kasabı değiliz. Kimsenin kanı kanı kimseden değerli değil, ya da hiç bir halkn diğer halklara karşı bir üstünlüğü yoktur. Biri size bunu söyleyip sokağa döktüğünde, mutlaka bir parça suyunuza, bir parça fındığınıza, bir parça tütününüze göz dikmiş demektir bunu asla unutmayın.

Bakın bu konuda güzel bir kızılderili sözü var “Beyazlar geldiğinde bizim toprağımız onların İncili vardı. Bize gözlerimizi kapayıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onların toprağı bizimse İncillerimiz vardı.”(ABD ordularına karşı savaşan son kızılderili kabile şefi Oturan Boğa. (Tatanka Iyotake)).

Birileri milliyetçilik ve din adına sizi sokağa döktüğünde, tüm bu kargaşa dönemi geçtiğinde sağınıza ve solunuza bakın, suyunuza ve bahçenize bakın, yanında birlikte kahveye gidip sohbet ettiğin dostunu ara, mutlak birinin eksildiğini göreceksin, en son ise her şeyin sana bunu yaptıranlara kalırken, sen yapayalnınz kalacaksın, unutma. Bir çok yerde paylaşılmış hikayemi size özetlemek istiyorum. Ben de Pontos halkından olduğumu öğrenmeden önce yanlış kahramanlara sevdalananlardandım. Bugün acı ama Hrant Dink’in katili Ogün’e bugün bir çok çocuk sevdalanmadı mı ? Yani katilliğine sevdalanmadı mı? Ben de 80’li yıllarda çocukken Bafra ikiye bölünmüştü, ben çocukken oturduğum mahalleden diğer kesim olan solcuların mahallesine geçtiğimi hatırlamıyorum. Bizim kahramanlarımız Topal Osman’ın soyundan geliyordu. Biz de bugün Karadeniz’in çoğunun olduğu gibi bize o gün ne gösterildiyse olduğu gibi kabul ettik ve asla sorgulamadık. Bizim kahramanlarımız ülkücü diye bildiğimiz, ‘Türk’ hariç her şeyden nefret eden ırkçılardı. Büyüyünce onlar gibi olacaktık ve ırkımızı koruyacaktık, hep o gün gelsin diye sabırsızca bekliyorduk.

O gün yaklaştıkça günden güne yalnızlaştığımı, herkese bir kılıf bularak uzaklaştığımı gördüm. Avrupalılar dışarıdaki hiristiyanlardı, sürekli bizim düşmanlarımızdı. Sonra etrafımızdaki komşu ülkelerimiz her biri birbirinden güvenilmezlerdi. Batıyı-doğuyu, kuzeyi-güneyi silip attık yaşamımızdan. Bu yetmedi bize; ilçemizde yaşayan Kürtler pis ve hırsızdılar ve asla onlara da güven olmazdı. Sonra Lazı, Gürcüsü, Suryanisi, Alevisi, Hristiyanı vs… ne klavyem yetişiyor, ne ne aklım bu kadarını kabul ediyor. O gün herkese başka türlü geliyordu ki, bana da asker olmak ve Kürt halkına karşı savaşmak düşmüştü. Ben de üzerime düşen görevi seve seve kabul ettim. Herkes asker’den kaçarken, askerlik şubesine girdiğimde komando olacağımı oradaki subaylara söyledim. İstediği mi de bana verdiler, hem de aferin eşliğinde ödülümü aldım ya da o gün aldığımı düşünüyordum.

Kürt halkının tarihsel olarak da yoğunluklu yaşadığı bölgeye 90’lı yıllarda seve seve gititiğim savaşın tüm kötülüklerine şahit olduğum da yavaş yavaş değişmeye başladığımı gördüm. İç düşmanımız olan Kürt halkına bakış açım da Kürt halkını tanıdıkça değişti. Propaganda ve ezber ile milliyetçiliğin bile kavrayamayacağı kötülüklerle gittik hiç bilmediğimiz köylere ve halklara. Arkamıza baktığımızda ölüler, yakılmış köyler ve boş meydanların çığlıkları vardı. O boş meydanların nasıl da İstanbul’dan daha kalabalık olduğunu, senelerce kabuslu rüyalarımdan anlatmak isterim. İnanın bana anlatamam, yanmış bir ocak ve boş bir meydan; insanın vicdanına bir hançer gibi nasıl batar anlatamam.

TC devletinin kabul edemeyeceği bir durumu yaşadım. Beni savaşa göndermişti ki orada ya ölmeliydim ya da öldürmeliydim. Düşmana esir olmak mı ? Bu soru imi benim aklımın ucundan geçmemiş ti ki dağlarda bizlere verilen birifinglerde ilk defa karşı tarafa esir düşebileceğim söylenmişti. Açıkca söylemek gerekirse o zaman bile öyle uzun uzun esirliği düşünmedim, bize sadece şu söyleniyordu , sakın ola ki esir düşmeyin kendinizi öldürün yoksa sizi diri diri öldürürler diyorlardı. Hikayemi çok uzatmadan, bir çatışmada PKK gerillaları tarafından yaralı olarak esir alındım. O gün itibarı ile Pontos halkına geri dönüş hikayem başladı diyebilirim. PKK gerillaları önce yaralı bacağımı tedavi ettiler, tabii ben her düşman savaşçının davrandığı gibi davrandım, hatta yaklaşık 6-7 ay öyle davrandığımı ifade edebilirim. Bayılıncaya kadar yemeklerini yemedim, gerilla ile zorunlu olmadıkça konuşmadım. PKK gerillaları ise benim tam tersime benim başıma neler geldiğini bana anlatmaya çalışıyorlardı. Ben bir yandan onları izlerken, beni neden orada bıraktı diye içimden orduya söyleniyordum. Artık olan olmuş ve ben karşı savaş gücünün eline geçmiştim. İnanın ilk günden son güne kadar kötü bir davranış görmedim. Uluslararası sözleşmelerden doğan haklarım olduğunca yerine getirilmeye çalışılıyordu. En önemlisi bir an önce beni savaş bölgesinin dışına çıkardılar. Oysa ben o halkın bağlarından başlayarak evlerini yakmış, köylerini boşaltmış, halkını zorunlu göçe zorlamış, insanlarına işkence seanslarına katılmış bir birliğin üyesiydim.

Oysa benim tanrım gibi en kutsal yerimde duran ordu beni orada ölüme terk etmiş, o gün bu durumu anlamasam da ağrı provokasyonunda bir tim askeri nasıl ölmeleri için öyle açıkta gerillanın önüne bırakıldıklarını gördüğümde ve ardından Bakan Ala’nın ses kayıtları ortalığa çıkınca , bu gün daha açık bu durumun anlaşılacağını düşünüyorum. Ordular ve devletler için insanın tek önemi vardı, o da onlar için acımasız vergi ödesin, savaşlarda canını versin vs…

Bir süre sonra hata yaptığımı anladığımda o zaman yaptıklarımı anlatmaya başladım ya da gördüğüm savaş suçu sayılacak her şeyi anlatmaya koyuldum. O zaman bu yüce devlet ise Benim aileme tehdit için Pontos Rum’u olduğumuzu söylemişler. Artık çizgi dışıydım, beni çöpe buruşmuş bir kağıt gibi atmışlardı, geriye ise beni yakıp yok etmek kalmıştı. Öldükten sonra cenazemi Pontos’a değil Karadeniz’e götürüp sahte bir tören tertip edip, savaşlara yeni yeni Ogün’ler devşireceklerdi. Bu olmayınca bana ellerinden gelen tüm kötülükleri yaptılar, hapishane, işkence, işten attırmalar, bana karşı her türlü yöntem ile saldırmaya başladılar. Ben artık Karadenizli olmaktan çıkmış ve Pontos’lu olmuştum, biraz değil çokça bedel ödeyerek ben kendimi ve halkımı bulmuştum. Herkes benim geçtiğim aşamaları geçmek zorunda değil, dedelerimiz, atalarımız çokça bu durumu yaşamışlar, bu yüzden bu durumu hep beraber ağır ağır da olsa çözebileceğimizi biliyorum.

Bir zamanlar pontos çiçekler bahçesi iken bu gün, sadece bir çiçek olsun istiyorlar ve kendimizi kimliğimizi sonsuza dek inkar edelim istiyorlar. Ben bir çıkış yapıyorum, umuyorum ki devamını hep beraber getiririz.

Uzunca araştırmalarım sonucu dedemin kütüğü Rum halkının yoğun yaşadığı Nebiyan dağınını olduğu Asar’a bağlı yayla köyü ya da Yayla mahallesinden gelme olduğunu öğrendim. Sonradan ortaya çıkan belgelerde Türk çetecilerinin ve ordunun oralarda büyük katliam yaptığını biliyoruz. Hatta Asar’da bilinen bir mağara var ki orada yüzlerce halkımızı askerlerin yaktıkları halk dilinde bugün hala anlatılır. Dedemiz ve babası Constantin ve Barışkuvi’ninde bu sekilde katledildiğini düşünüyoruz. Dedemi Rum yetimhanesine götürmüyorlar ve bir Türk ailesine veriyorlar. Onlar dedeme evleninceye kadar bakıp büyütüyorlar. Klasik Türk ismi olan Mehmet ismini dedeme veriliyorlar. Bu şekilde bizim de devşirilme tarihimiz başlıyor. Ta ki bir başka yok edilmek istenen halkın savaşı ile yüzleşinceye kadar, o zaman her şey tersine dönerek kendimi bulma imkanı yakalıyorum. İşte benim hikayem böyle dostlar, şimdi sizin kayıp hikayelerinizi bekliyorum.

Belli mi olur, belki Pontos ile yüzleşmek için bizim çabamız bire kanal açar ve korkuları hep beraber aşarız ve kardeşçe yaşamak için bir tohum oluruz.

Kendi hikayelerinizi gönderebileceğiniz e posta adresi:

[email protected]

Yannis Vasilis Yaylalı