Asker arkadaşı tarafından vurulan Sevag Şahin Balıkçı’nın ölümünün kaza olduğu söylendi. Dünyaları yıkılan Ani ve Garabet Balıkçı çifti, ‘Yeri görene kadar kazaya inandık ama artık ırkçı cinayet olduğunu düşünüyoruz’ diyor

 

M. Zeynep Özkartal / Milliyet

 

Kadıköy’den Moda’ya yürürken biraz sonra karşılaşacağım aileye ne söyleyeceğimi düşünüyorum. Onlar Sevag Balıkçı’nın ailesi. 24 Nisan 2011’de asker arkadaşı Kıvanç Ağaoğlu tarafından vurularak öldürülen Sevag’ın annesi ve babası, Ani ve Garabet Balıkçı.
Yedi buçuk ay geçti aradan. Binlerce soruyla boğuştukları, adalet arayışlarının acılarını katmerlediği yedi ay. Kıvanç Ağaoğlu tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı, canları daha çok yandı. Sevag’ın arkadaşları ilk ifadelerini değiştirdiler, yaraları daha fazla açıldı.  Bu arada sessiz sedasız şehit ilan edildi Sevag. Türkiye Cumhuriyeti’nin şehitleri arasına eklendi adı.
Şimdi 16 Aralık’taki (yarın) yeni duruşmayı bekliyorlar. Oğullarının kasten, ırkçılık sonucu öldürüldüğüne inanıyorlar. Ve adalet istiyorlar.
Yürekleri bir nebze soğusun diye...
Annesinden Sevag’ı anlatmasını istiyorum. “Sevgi dolu” diyor, “Espritüel, güleryüzlü. Okulunda çok sevilirdi, bir gün olsun şikayet almadım.”

Anneannesi her gece yatağını hazırlıyor
Ani Balıkçı öğretmen. Çocuklarına annesi bakmış hep... “Sevag’ı annem büyüttü” diyor. Anneanne, Sevag gitti gideli gerçeği unutmuş. Henüz başlangıç aşamasında olan Alzheimerı bir anda kaplamış bütün zihnini. Her akşam gelecek diye ona yatak yapıyor, Ani Hanım sil baştan topluyor.
Önce Maçka Sanat Okulu’nu bitirdi Sevag, sonra da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde seramik bölümünü. Sanatçı olacaktı, hayali buydu. Yaptığı seramikler duruyor şimdi evin salonunda. Fotoğrafının tam altında...
Sevag, siyah göz demek Ermenice. Se siyah, ag da göz. Sevag 1 kilo 100 gram doğdu, yedi buçuk aylıktı. Yaşam şansı yoktu neredeyse, zor tutundu. Babası kısık bir sesle “Keşke o gün ölseydi” diyor, “Bu kadar hatırası olmazdı.”
Kırk gün hastanede kaldı. Hep başından serumlar veriliyordu. Bir tek gözleri görülüyordu; kapkara gözleri, upuzun kirpikleri... Onun için de “Sevag” dedi ona annesiyle babası. İkinci adını da Şahin koydular. Ama söylendiği gibi askerde rahat etsin diye değil. Şahin gibi olsun diye.
Zaten “oğlumuz askere gider de başına kim bilir neler gelir” diye sormak hiç gelmedi akıllarına. Yalnız Batman’a gidecek diye ürktüler, terörden. Annesi, “İçeride onun çok iyi korunacağına inanıyordum” diye anlatıyor, “Ama emanetimi koruyamadılar.“
Bir önceki duruşmada, mahkemeye yazdığı mektupta da söyledi bunu Ani Balıkçı. Bir de “Oğluma şehit diyemiyorum, vatanı için savaşırken ölmedi ki” dedi.
Acaba şehitlik önemli mi onlar için? Rahatlatır mı bir nebze olsun? “Şehitlik unvanı, ordu oğlumuzu kucakladı demek”tir diyorlar.   Zaten bayrağa sarıldı Sevag’ın cenazesi ve o bayrak baba Garabet Balıkçı’ya teslim edildi. Hem o bayrak hem de Sevag’ın üniforması odasındaki dolapta duruyor.
24 gün kalmıştı Sevag’ın dönmesine, uçak biletini yollamışlardı. O bilet, eşyalarıyla birlikte iade edildi ailesine.

Anne acı haberi internetten öğrendi
Olay gününü, 24 Nisan’ı anlatıyor Ani Balıkçı. Oğluna ulaşamayınca internette arama yapmış, haberi orada görmüş.
“Şakalaşan iki askerden biri vuruldu. Sevag Şahin Balıkçı otopsi için Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı” yazsısını okumuş, dünya kararmış. Gerisini ikisi de hatırlamıyor.  “Kaza oldu” denilmiş, inanmışlar... Ta ki Genelkurmay onları davet edip de olay yerini görene kadar.
Ne zaman ki olay yerini gördüler, her şey değişti. Artık kaza olduğun inanmalarına imkan yoktu. Garabet Balıkçı “Yeri görseniz anlarsınız, imkan yok kaza olmasına” diyor, “Bu bir cinayet. Kıvanç 14 ay içinde saklamış bunu. Hakikat ortaya çıkmadan ben rahatlayamayacağım. Şimdi ne uyku var ne huzur. Sevag çatışmada ölseydi gurur duyardım. Çünkü düşmanla çatışıyor olacaktı.”
Ani Balıkçı da hemfikir: “O zaman isyanımız bu savaşa olacaktı.”
Garabet Balıkçı, “Ben askerliği severim, 38 senedir tezkeremi saklıyorum. Oğlumuz gitti. Biz hakikati öğrenmek istiyoruz” diye ekliyor

Garabet ve Ani Balıkçı yaşadıkları yıkım ve acıyı Zeynep Miraç Özkartal’a anlattı..

 

‘TOKAT ATMAMAK İÇİN ZOR DURDUM’
Peki ya diğer taraf? Kıvanç Ağaoğlu’nun ailesiyle hiç görüştüler mi? “Aradılar” diye anlatıyor Ani Balıkçı, “Kaza oldu, biz de üzgünüz” dediler. Annesi “oğluna ulaşamadı-ğında Sevag’ı çağırıyormuş.”
“Sevag değil, Şahin dedi” diye düzeltiyor Garabet Bey, “O adını kullanıyorlarmış askerde. Mahkemede Sevag’ı kullanmaya başladılar.” Ani Hanım’a göre aile, Kıvanç ile Sevag’ın yakın arkadaş olduklarını söylemek istiyor. Oysa o Kıvanç’ı hiç duymamış oğlundan.
Kıvanç’la da karşılaşmışlar. Mahkemede. “Beni oğullarının yerine koysunlar” diyecek olmuş. Ani Hanım, “İki tokat atmamak için zor tuttum kendimi” diyor, “Ne cesaretle söylüyor onu? Çok sakindi. Sanki gurur duyar gibi bir hali vardı.”
Onlar bu hasretle yaşarken oğullarını öldüren Kıvanç’ın tutuksuz yargılanması daha da yakıyor canını: “O yiyor, içiyor, geziyor. Ne kadar kolay değil mi?”
Ani ve Garabet Balıkçı ise yedi aydır ne oturduğu yeri biliyor ne de kalktığı yeri. Garabet Bey her hafta sonu Sevag’ın mezarına gidiyor: “Toprakla konuşuyorum. Allah kimseyi konuşturmasın.” Boynunda Sevagın künyesi, her gece yatakta sorularla boğuşup duruyor.  Ani Balıkçı da her gece yazıyor Sevag’a... Ne olup bittiğini anlatıyor, onu ne kadar özlediğini de... Sonra Sevag’ın çantasından çıkan kazağına sarılıp yatıyor.