Hrant Dink’in mücadele arkadaşı Orhan Bakır (Armenak Bakırcıyan)'ın annesi hayatını kaybetti.

Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) merkez komitesi üyesiyken öldürülen Ermeni devrimci Orhan Bakır'ın annesi İsveç'in Stokholm kentinde 89 yaşında yaşama veda etti.

Avrupa Postası’nın haberine göre 7 çocuk annesi Mariam ( Meryem) Bakırcıyan uzun zamandır rahatsızdı.

Mariam Bakırcıyan'ın naaşı aile yakınları ve Orhan Bakır'ın mücadele arkadaşlarından Hasan Aksu ile Hüseyin Balkır'ın da katılımıyla Georgisk Kilisesi'nde yapılan dini ayin sonrası, sade bir törenle defnedildi.

Mariam Bakırcıyan'ın cenaze törenine Türkiye'den Yaşam Ağacı ve Onur Vakfı ile Avrupa'dan Partizan adına çelenk gönderildi.

ORHAN BAKIR KİMDİR?

Gerçek ismi Armenak Bakırcıyan'dır. Diyarbakır doğumlu yoksul bir Ermeni ailenin çocuğu olan Armenak Bakırcıyan, İstanbul Edebiyat Fakültesi'ndeki öğrencilik yıllarında mahkeme kararıyla ismini Orhan Bakır olarak değiştirir. O yıllarda Hrant Dink ile arkadaştır. Hrant Dink de aynı tarihte mahkeme kararıyla Hrant yerine, Fırat ismini alır. Korkunun ve baskının dorukta olduğu yıllardır.

Orhan Bakır, TKP/ML TİKKO üyesi olarak çeşitli eylemlere karıştığı iddiasıyla aranırken gözaltına alınır işkencelere maruz kalır. 18 Ekim 1977 tarihinde tutuklu olduğu İzmir Buca cezaevinden tedavi için jandarma eşliğinde hastaneye giderken, bir grup arkadaşının müdahalesi sonucu firar eder. Basının hedefi olur, afişe edilir ve 13 Mayıs 1980 günü Elazığ- Karakoçan'da öldürülür. Vurulduğunda henüz yirmili yaşlarındadır.

Armenak Bakırcıyan, Diyarbakır’da, Gavur Mahallesi’nde, kalabalık bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Henüz küçücük bir çocukken babası kayboldu. Diyarbakır’dan İstanbul’a giden babasından bir daha haber alınamamıştı. Ne gören vardı, ne duyan… Yıllarca yapılan araştırmalar sonuç vermedi. Artık Armenak yetim bir çocuktu.

Bağlı oldukları Diyarbakır Ermeni Kilisesi’nin papazı Der Giragos’un tavsiyeleriyle okudu. Önce Diyarbakır’da ilkokulu bitirdi. Ardından da ortaokul ve liseye gidebilmek için İstanbul – Üsküdar’a geldi. Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi’nin yatılı öğrencisiydi Armenak Bakırcıyan.

Delikanlılığa adımını attığı yıllar, Türkiye sokaklarının en hareketli olduğu yıllardı. 68′de Paris’te atılan kıvılcım tüm dünyayı sarmış, Türkiye’yi de yoğun şekilde etkilemeye başlamıştı.

Lisedeki tüm arkadaşları gibi sıkı bir solcu olmuştu. Surp Haç Lisesi’ndeki o günleri “Yatılı olduğumuz için ülkenin bütün sorunlarını tartışırdık. Tüm sol literatürü de en ince detayına kadar okumuştuk” sözleriyle anlatıyor Hrant Dink. Dink, Armenak Bakırcıyan’ı en iyi bilen, tanıyan isim. İkili hem okul, hem de yatakhane arkadaşıydı.

Dink ve Bakırcıyan’ın arkadaşlıkları gece yatakhane sohbetlerinde başladı. Armenak lise üçüncü sınıftaydı tanıştıklarında, Hrant ise ikinci sınıfta.

Hrant Dink, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ni, Armenak Bakırcıyan ise aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi’ni kazanmıştı. Fakülte yılları her ikisinin de daha fazla politikleştikleri yıllardı: “Sempatizan noktasını aşmış durumdaydım. Artık bir yol ayrımındaydım. Ya dağa gidecektim, ya da İstanbul’da kalacaktım. Armenak ilkini seçti. Ben o sırada bir aşk yaşıyordum. O bunu bildiği için benim İstanbul’da kalmam gerektiğini söylüyordu. Burada da insana ihtiyaç vardı.”

İşte önlerindeki tüm setlerin devrildiği, hızla olayların akışına kapıldıkları günlerde Armenak Bakırcıyan bir kararını açıkladı arkadaşlarına; isim değiştireceklerdi. O günlerde sağın en büyük gazetesi Tercüman’dı. Tercüman her gün sol örgütlerin içerisinde Ermeniler’in olduğunu, Türkiye’yi terör bataklığına Ermeniler’in çektiğini, Türkiye’yi bölmek istediklerini yazıp çiziyordu. Armenak bu “sarı” propagandanın etkisinde kalmıştı.

Aslında Ermeni olmak, illegal sol örgütlerde bile sorun çıkartıyordu: “Mesela bir sendikada yönetime girmek için mücadele ediyorsun. Alttan alta senin Ermeni olduğun dillendirilirdi. Bazı insanlar bel altından vururdu. Armenak da bunu farkındaydı.”

Armenak’ın asıl korkusu, kendisi yüzünden halkının hedef haline getirilmesiydi. Bunun üzerine üç arkadaş, Hrant, Armenak ve Stefan mahkemeye başvurdu. Bu kararı hangi şartlar altında aldıklarını sadece dernekteki Sarkis ağabeyleri biliyordu. Mahkemede birbirlerine şahitlik yaptı üç isim.

Artık Hrant, Fırat; Armenak, Orhan; Stefan ise Murat oldu. “Böylece sol hareketin içine daha özgürce katıldık” diyor Hrant Dink isim değiştirme olayı için.

Hrant Dink ve Armenak Bakırcıyan, örgütsel çalışmaların yanı sıra cemaat faaliyetlerine de katılıyordu. Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış Ermeniler vardı. Bu Ermeniler’in yeni nesilleri Ermenice’yi unutmuştu. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da Kürtçe konuşan Ermeni köyleri ortaya çıkmıştı. “İşte biz bu köylere gider, öğrenci bulur, Üsküdar Surp Haç Lisesi’ne getirirdik” diyor Hrant Dink.

Bunun için Mardin – Midyat’a gitmişlerdi. Çadırlarda kalan köylülerle konuşmuşlar, çevre köylerdeki Ermeniler’i bulmuşlardı. Bu çalışmalarda en büyük yardımı Diyarbakırlı papaz Der Grigos’tan görüyorlardı. O tüm Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu at sırtında dolaşmış, 1915′ten kalan Ermeniler’e ulaşmaya çalışmıştı. Arjantin’den Türkiye’ye gelen Ermeni Patriği Karakin Haçaduryan da bu çalışmaların en büyük destekçisiydi. Hatta Arjantin’den Türkiye’ye gelmek için bu araştırma faaliyetinin başlamasını şart koşmuştu.

İşte hem Hrant Dink, hem de Armenak Bakırcıyan, Der Grigos’un başyardımcısı olmuştu. Kısıtlı imkânlarla halklarının asimile edilmesine direniyorlardı.

Hrant Dink, Armenak’ın tavsiyesine uyarak İstanbul’da kaldı. Bir müddet sonra da okul yıllarındaki büyük aşkı ile evlendi. Armenak ise dağa çıkmıştı. Ancak bu ayrılışın üzerinden çok geçmeden Armenak’ın İzmir’de yakalandığı haberi geldi. Armenak, örgüt üyesi suçlamasıyla hakim karşısına çıkarıldı. Tutuklandı ve İzmir Buca Cezaevi’ne sevk edildi.

Armenak’ın çok sürmeyecek tutukluluk günlerinden hem Hrant Dink, hem de Bakırcıyan ailesi sık sık ziyarete gitti İzmir’e. Bu sırada “örgüt”, Armenak’ı “tutsaklıktan” kurtarma kararı aldı. Bunun için de en uygun yer hastane idi. Armenak, dişlerinden rahatsızlığını bahane ederek, hastaneye sevk istedi. Bu haberi bekleyen örgüt üyeleri, Armenak’ı hastaneden kaçırdı. Tarih 18 Ekim 1977′yi gösteriyordu.

Kısa bir süre sonra adı Tunceli – Elazığ – Erzincan üçgeninde duyulmaya başladı. "Ali Ağa" kod adlı devrimci aslında Armenak’tan başkası değildi. Dağlarda o çok istediği özgürlüğüne kavuşmuştu. Hem ailesiyle, hem de arkadaşlarıyla örgüt üzerinden haberleşiyordu. Dağlarda isimleri “Firari” idi. Birbirlerine ise “kirvem” diye hitap ediyorlardı.

Ölümünden kısa bir süre önce Tunceli’de bir dağ köyüne gelmişti firariler. Mevsim bahardı. Köylüler “konukları”na canı gönülden hizmet ediyorlardı. Bunlar içerisinde en ilgi çekeni ise Azad Demir’in babasıydı. Yetmişini çoktan geride bırakmış yaşlı adam, var gücüyle çalışıyordu. Hatta misafirler için yeni doğmuş oğlaklardan birini bile kendi elleriyle kesmiş ve pişirmişti. Bu ilgi ve Orhan Bakır ile babasının ilişkisi Azad Demir’in dikkatini çekmişti.

Yaşlı adam, misafirleri giderken Azad Demir’in anlamadığı bir dilde Orhan Bakır’a bir şeyler söylemişti. Sonra da garip bir hüzün basmıştı Azad Demir’in babasını. Ancak Demir’i asıl şaşırtan gelişme Orhan Bakır’ın ölüm haberinden sonra gerçekleşti. Babası neredeyse evladını kaybetmiş kadar üzgündü. Gerisini Azad Demir’in kaleminden takip edelim;

“Orhan’ın ölümünü radyodan dinledik. Babam şok olmuş ve benzi solmuştu, beni yanına çağırdı. ‘Azadım’ dedi. Yutkunuyor, ağlıyor ve konuşamıyordu. Tüm hücreleriyle acı çekiyordu. ‘Orhan gitti, beni onun yanına götür.’ Araba yoktu. Babamı sırtlayıp ta Karakoçan denen lanet diyara nasıl gidecektim? Üstelik Orhan’ın naaşı verilmemiş ve ‘Azılı Ermeni terörist’ diye radyo ve televizyonlarda verilen anonsların ardından polis tarafından kaçırılarak gömülmüştü.

Tabii, Orhan’ın hayatta iken vasiyet ettiği, ‘Ölürsem beni Faraç’ın bu tepesine gömün!’ dediği yere getirilmesi gerekiyordu. Arkadaşları Orhan’ın bu vasiyetini yerine getirmekte asla tereddüt etmediler. Naaşı polisin gömdüğü topraktan kaçırılarak vasiyet ettiği Faraç’a getirildi. Cenaze töreni için bize haber verildiğinde babam zar zor nefes alıyordu. “Azad’ım” diye inledi elimi güçsüz elleri arasına aldı. ‘Yavrum, biz de Ermeniyiz. Git kardeşini son yolculuğuna uğurla ve dön!’

Binlerce kişi Orhan’ın mezarının başındaydık. Kadınların ağıtlarıyla erkeklerin gür sloganları yarışıyordu. Bu olaydan birkaç gün sonra da babamı kaybettim. Babamın ardından kendimi toparlamakta güçlük çektim. Sürekli gerçek kimliğimi sorgular oldum. Neydi, neden olmuştu? Babam niye kendini gizlemişti, bugüne kadar yaşamıştı ve neden şimdi bunları bana söylemişti? Sorularımın yanıtını babamın yaşıtı arkadaşlarından öğrenmeye başladım. Yaşanan o acı günleri anlattılar.

Kırım döneminde Dersim’e sığınan 25 - 40 bin Ermeni kurtarılmıştı. Bazı Dersimli aşiretler de onlara zulüm yapmıştı ama birçoğu iyilik etmişti. Babam gibiler çoktu ve onlar Dersimliler’e şükran duyuyorlardı. Çünkü kırım anında, Dersimli ve Dersim kökenli olup da Sivas - Zara’ya kadar yayılan Alevi toplulukların fedakârca kendilerini koruduklarını görmüşlerdi.”