Chobani markasını, ABD’de son 10 yılın en hızlı büyüyen ve en yenilikçi şirketlerinden biri haline getiren, ABD’deki bir numaralı Türk girişimci Hamdi Ulukaya evleniyor. Gelin, Fransız asıllı ABD’li restoran işletmecisi Louise Ulukaya (Vongerichten). Üç yıldır birlikte olan çiftin nikâhı aslında ocak ayında, New York’ta kıyıldı. Ancak İstanbul’da, yakın arkadaşlarının ve akrabalarının katılacağı geleneksel bir düğünle evliliklerini kutlamak istediler. Nikâh şahitleri ve yakın arkadaşları Selçuk Şirin, düğün öncesi onlarla bir araya geldi.

Tanışmalarının hikâyesini, düğünün detaylarını sordu. Vongerichten, “Hamdi’nin doğduğu topraklarda evliliğimizi kutlamak, ailemin bu kültürü görmesini, öğrenmesini istedim. Türk değilim ama şimdi öyle hissediyorum” diyor. Hamdi Ulukaya ise kaybettiği annesinin, gelinini görse mutluluktan ağlayacağını söylüyor.

* Hamdi, Erzincan’da ilkokulu bitirdin, öğretmen okuluna gittin. Sonra Mülkiye’ye dereceyle girdin... Hiç aklından geçti mi, bir gün Fransız bir balerinle evleneceğin?

- En küçüklüğüme gittiğim zaman aklıma gelen bir resim var. O resme devamlı gidiyorum; “Acaba şu uzaklarda ne var?” Zannedersem uzaklara gitmeye 10 yaşında başladım.

*  Yani hep o dağın ardını merak ediyordun...

- Dünyam güzel, her şey hoş ama her zaman dağın arkasını merak ediyordum.

*  Burada bir sıkıntı olduğu için değil, acaba orada ne var diye...

- Evet. Dağın öbür tarafına gidenler olmuştu, hikâyeler anlatmışlardı. Sivas’a git, Erzincan’a git... Oradan İstanbul’a, Ankara’ya, Amerika’ya git… Giderken birçok şey yaşıyorsun, görüyorsun. Hisler açıldığı için sadece gitmiyoruz, aynı zamanda görüyoruz da. Hissediyoruz. Ben o seslerin içinde, kargaşanın içinde, yoğunlukların içinde her zaman farklı olanı, başka olanı görmüşümdür. Doğada olan bir şey ya da insana ait bir şey. Mesela Louise’i ilk gördüğüm zaman, benim aklıma Fransız, Amerikalı, Türk, Kürt gelmedi. Ben orada kendime çok yakın hissettiğim güzel bir insan gördüm. Gerisi boş. Benim ilk aklıma gelen “Acaba nereli” değil; “Acaba neleri seviyordur, acaba hikâyesi nedir, acaba neler görmüştür, benim gördüklerimi görse ne der” oldu. 

*  En son iki yıl önce seninle bir söyleşi yapmıştık Hürriyet’te. Orada anneni anlatmıştın. “Bütün başarımı aslında ona borçluyum” demiştin. Annen, Allah rahmet eylesin, düğününde yok. Olsaydı ne derdi sence ?

- Annem Louise’i görseydi, herhalde ağlardı. Benim için sevindiği için ağlardı. Bizim memlekette tüm annelerin dört gözü açık, oğullarına nereden kız bulacağım diye. Rahmetli hastanedeyken, orada bir doktor hanım vardı. Ben arada dışarı çıkıyordum sigara içmeye. İçeri gelince, “Oğlum gelinimi buldum. Doktor, Kuran okumasını biliyor, hanım kız” dedi. İçinde kalan uktelerden bir tanesi benim evlenmem, aile kurmamdı.

*  Louise’in ailesininki de başlı başına bir başarı hikâyesi. Onu babasından dolayı tanıyan çok; dünyadaki en önemli restarantörlerden bir tanesi. Zor olmuyor mu ünlü bir şefin kızıyla evli olmak?

- Louise’in babasıyla üç yıl kadar önce tanıştım. CIA (Culinary Institute of America), dünyanın en prestijli şef okulu. Onların mezuniyet gecesinde konuşmuştum. Bir sene sonra aradılar, “Dünyada sağlıklı gıda trendini yaratanlara ödül veriyoruz” dediler. Benimle birlikte üç kişi ödüle layık bulundu. Bir diğeri de Jean-Georges’du. Ben o güne kadar ismini duymamıştım. Louise’le beraber olduktan 2-3 ay sonra anladım ki, babası Jean-Georges. “Babanı tanıyorum” deyince, “Babam da seni çok iyi tanıyor” dedi. Meğer babası benden çok iyi bahsetmiş. Meşhur bir şefin kızıyla çıkmanın ilk başlarda rahatsız eden tarafı şu oldu: Louise, New York’taki restoranların hepsini benden daha iyi biliyor, bir yere gideceğimiz zaman rezervasyon yapıyordu. Gidince mutfak resmen masaya geliyordu. Tüm şefler... Hesap da almıyorlar. Meğer New York’ta restoranlarda böyle bir gelenek varmış. Her gece her restoran bir ya da iki masayı başka şefler için ayırırlarmış. Babasına saygılarından dolayı kızından hesap almazlardı. Ben de rahatsız oluyordum.

* En çok neyi özlüyorsun, kaçırıyorsun oradayken?

- Derinlik var burada. İlişkiler farklı, el sıkmalar farklı, sohbetler farklı. Daha samimi. İnsaniyet var. Duygulu bir insanlık var. O çok güzel bir lezzet. Geldikçe “Keşke böyle bir ortamda büyüse çocuklarım” diyorum.

* Çocuklarına Ahmet Ümit masalları okuyup, Barış Manço şarkıları dinlettiğini biliyorum...

- Evet. Ara Dinkyan, Aynur ve tabii ki İncesaz da dinliyoruz çocuklarla. İlk oğluma ayrıca bir de hikâye yazdım. Her gün banyosundan sonra sütünü verip hikâyesini okuyup yatırırdım. Sonra kitaplar okurdum. Ahmet Ümit’in kitapları, Binbir Gece Masalları...

Kaynak: Hürriyet