Diyarbakır Sur Belediye Başkanı uğradığı haksızlıkları Yıldırım Türker yazdı. Radikal’deki yazısı:

 

Abdullah Demirbaş’ın yurtdışı yasağı kaldırılmadı. Gözümüzün önünde yavaş bir ölüme mahkûm edildi.
Bu resmi, rahatsızlık yaratmak amacıyla işte bu pazar gününüzün ortasına yerleştiriyorum.
Ama önce hatırlayalım.
Abdullah Demirbaş, inançlı, inatçı ve çalışkan bir adam. Diyarbakır Sur Belediye Başkanı. Günahlarının bize yansıtılan kadarıyla bir dökümünü çıkaralım mı?
Demirbaş’ın ilk olarak ta buralarda haberlere yansıması, 2005 yılında Sur Belediyesi’nin yaptırdığı Uğur Kaymaz anıtı nedeniyleydi. Babasıyla birlikte vurularak öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın nasıl küçük resmi tarihimize bir terörist olarak kayıt edilme gayreti üstüne çok şey yazdık. Adına yaptırılan anıtın nasıl vatansever tepkilerle karşılanmış olabileceğini tahmin edersiniz.
Nitekim Diyarbakır İl İdare Kurulu, ‘Uğur Kaymaz Anıtı’ nedeniyle Abdullah Demirbaş hakkında soruşturma izni vermişti. Kurul, kararında, Demirbaş’ın anıtı Uğur Kaymaz adına yaptırma ve usulsüz harcama yapma eylemlerini gerçekleştirdiğini belirtmişti.
Ayağında terlikleriyle evinin önünde babasıyla birlikte kurşuna dizilen ilkokul öğrencisi Uğur’u ölü ele geçirenler beraat etti, biliyorsunuz.
Demirbaş, soruşturmaya tepki gösteriyordu doğal olarak. Belediyelerin görevleri arasında kültürel, sanatsal etkinliklerin de olduğunu hatırlatıyordu: “Bu anlamda bir belediyenin herhangi bir anıtı yapmasının sorun olmadığını biliyorum. Ne yazık ki harcanan masraflar, çocuklar için ve özellikle Uğur Kaymaz için olunca usulsüz olabilmektedir.
Bu çocukların içinde Uğur Kaymaz da Etiyopya’daki çocuk da vardır. Dolayısıyla biz bunun suç olmadığını düşünüyoruz. Çocukların öldürülmemesini istemek suç mudur? Eğer bu suçsa suçumuzun arkasındayız.”
Belediye binasının karşısındaki parka dikilen ve üzerinde 13 kurşun izi bulunan anıtta, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi metni de vardı. Demirbaş’ın belediyesi her yıl yapılan Uluslararası Çocuk Festivali ile ses getiriyordu üstelik. 

Dillerin kardeşliği 
Abdullah Demirbaş’ın belediye başkanlığının feshedilmesi süreci Avrupa Sosyal Forumu’na (ASF) sunduğu ‘Çok Dillilik Işığında Belediyecilik ve Yerel Yönetimler’ makalesini belediyenin resmi internet sitesinde yayımlamasıyla ivme kazandı.
Demirbaş’ın Türk Ceza Kanunu’nun 220/8. maddesi uyarınca ‘Basın yoluyla terör örgütünü veya amacının propagandasını yapmak’ suçlamasıyla 3 yıla kadar hapsi isteniyordu.
Demirbaş, 2006 Haziranı’ndaki ilk duruşmasında yaptığı savunmada, “Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli olduğunu söylemenin bölücülük olmadığını düşünüyorum. Her şeyi tekleştirmenin Türkiye’yi böleceğini düşünüyorum” dedi.
Sur Belediyesi birkaç yıldır hizmetlerini Türkçe ve Kürtçe olarak veriyordu. İçişleri Bakanlığı da durmadan soruşturma açıyordu. Sözgelimi 10 Aralık 2006’da İnsan Hakları Haftası etkinlikleri kapsamında belediye sınırları içinde astığı Türkçenin yanı sıra Kürtçenin Kurmanci ve Zazaki lehçelerinde “İnsan, haklarıyla insandır” yazılı afişler, yine Kürtçe ve Türkçe yürütülen ‘organ bağışı’ kampanyası bakanlık ve cumhuriyet başsavcılığı tarafından soruşturulan girişimlerdi.
Demirbaş yılmadan belediye hizmetlerinin yerel hizmetler olduğunu, halkla diyalog kurulacaksa bunun halkın diliyle yapılması gerektiğini vurguladı. “Derdimiz anlaşılır olmaktır, bir dilin bir başka dile egemen olmasına yönelik bir düzenleme yapmak değildir” diyordu. Nitekim sosyolog Aslan Özdemir’in aktardığı Suriçi beldesi anket sonuçları şöyleydi: Halkın yüzde 24’ü Türkçe, yüzde 72’si Kürtçe, yüzde 1’i Arapça ve yüzde 3’ü Ermenice ve Süryanice konuşuyor.
Sur Belediyesi’nde temizlik eğitimi, halk toplantıları ve çocuklara yönelik etkinliklerde Süryanice, Arapça, Ermenice de kullanılmaya başlamıştı. Demirbaş uygulamayla ilgili Türk Hava Yolları’nın yolcularına daha iyi hizmet vermek ve anlaşılmayı sağlamak için hizmetlerini hem Türkçe hem İngilizce sunması örneğini veriyordu. Ama Danıştay 8. Dairesi sonunda, Diyarbakır’ın Sur Belediyesi’nin Türkçenin yanı sıra Kürtçe ve Arapça gibi dillerde de hizmet verdiği gerekçesiyle Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın başkanlığının düşürülmesine ve belediye meclisinin feshine karar verdi.
Ama 2009 seçimlerinde Demirbaş, daha çok oy alarak bir kez daha belediye başkanı seçildi. 

Gelsin KCK 
Bu kez 25 Aralık 2009 günü tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ellerinde kelepçelerle bu topluma servis edilen fotoğrafta o da vardı.
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin 5 Nisan 2010 tarihli hayati tehlikesi olduğunu belirten rapora binaen uzun uğraşlar ve girişimler sonucu serbest bırakıldı. Ancak doktorlar bacaklarında ortaya çıkan yüksek kan pıhtılaşması nedeniyle Demirbaş’ın hayati tehlikesinin bulunduğunu teşhis ettiler. Ancak dünyanın birkaç ülkesinde uzmanı bulunan genetik bir hastalık: Herediter Derin Ven Trombozu.
Türkiye’de tedavisi mümkün olmadığı için Demirbaş’ın yurtdışına çıkması gerektiği raporlarla belgelendi. Biz bu arada onu ve eşini, konuyu mahcup bir telaşla magazinleştirmeye çalışan basın organlarından izlemiştik. Başarılı bir öğrenci olan oğullarının dağa kaçıp gerillaya katılmışlığı üstüne söyleşisi yayımlanmıştı. Diyarbakır KCK Davası’na bakan 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Demirbaş’ın doktor raporlarına rağmen ‘yurtdışı yasağı’nı kaldırmadı.
Demirbaş’ın hayatının kimilerinin gözünde hiçbir değer taşımadığını biliyorduk zaten. Nitekim Demirbaş’ın avukatları bir üst mahkeme olan 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurdu ancak sonuç değişmedi. Demirbaş için uluslararası kampanyalar düzenlenerek ‘yurtdışı’ yasağı kaldırılması istendi. O da yetmedi.
Demirbaş durumunun gün geçtikçe kötüleşmesi üzerine ‘yurtdışı’ yasağının kaldırılması için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM’ye mektup yazarak, bu yasağın kaldırılması için girişimlerde bulunulmasını istedi.
Ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün cevabı da tahmin edeceğimiz gibiydi. Cumhurbaşkanı ‘yargı bağımsızlığı’ndan dem vuruyor, mahkemenin bu yavaş ölüm kararı karşısındaki çaresizliğini belirtiyordu. 

Ezcümle 
Bağımsız yargı ve demokrat hükümet 100 yaşına gelmeden Kenan Evren’i kıstırdı. 12 Eylül’le de yüzleşeceğiz ya.
Evren, ‘Ya gider de dönmezse’ deyip Ruhi Su’nun yurtdışında tedavi olmasına izin vermemiş, sanatçının ölümüne neden olmuştu.
Şimdi de on binlerce yurttaşının temsilcisi olan Demirbaş’ı yavaş ölüme mahkûm edip dirlik ve düzenliğimizi güvence altına alıyor.
Demirbaş kısa zaman önce bir kılcal damar patlamasından ölüme gidip geldi. Zorlukla kurtarıldı.
Şimdi belki siyasette, barışa yatırım yapmakta, meşruiyet sınırları içinde hiçbir çıkış göremeyip kendini dağlara vuran gencecik oğluyla hesaplaşıyor kafasında.
Kavuşmaları bir başka bahara kaldı. Şimdi Demirbaş dağa çıkmadığı için cezalandırılıyor.