Almanya Federal Meclisi’nde 2 Haziran’da kabul edilen Ermeni Soykırımı tasarısı konusunda önemli çalışmalar yapan Yeşiller Partisi Milletvekili Cem Özdemir’e başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türkiye’deki farklı kişi ve kurumlardan ırkçılığa varan tepki ve hakaretler gelmişti. 

Agos gazetesinden Karin Karakaşlı, Cem Özdemir’le 2 Haziran’dan sonra yaşanan gelişmeleri konuştu.

Ermeni Soykırımı’nda inkar politikalarının, reddedişlerin gereğinin bulunmadığını söyleyen Özdemir, “Gelin meşakkatli de olsa bunu birlikte yapalım diyoruz. Eminim bu Türkiye’de yankı bulacak ve bunun mücadelesini veren Türkiye ve Ermenistan sivil toplumunun da elini daha da güçlendirecektir. Artık geri dönüş yok” dedi.

Cem Özdemir ile yapılan söyleşi şöyle:

* Türkiye'deki devlet söyleminin soykırım yasasına ve şahsınıza yönelik hakaret, tehdit ve tepkileri Almanya'da kamuoyu ve siyasiler nezdinde nasıl karşılanıyor? 

Her musibette bir nasihat vardır derler ya eskiler. Vatandaşlıktan çıkarmaktan tutun da, kan testine varasıya kadar günden güne daha da absürdleşen çağdışı söylemler ve yaratıcılıkta sınır tanımayan hakaret ve tepkiler, soykırım kararının ve bu soykırımdaki Almanya’nın sorumluluğunun, buradaki kamuoyu ve siyasiler nezdinde hem daha çok tartışılmasını sağladı, hem de iyiden iyiye kafaları karıştırdı. 

Bugüne kadar Almanya’da aşırı sağcılığın ve milliyetçiliğin patentini iyi kötü elinde bulunduran kesimlere, başka bir coğrafyadan -biz de hiç fena sayılmayız- diyen nur topu gibi bir rakip çıktı. İroni bir yana, yıllardır Almanya’da aşırı sağcılıkla nasıl mücadele ederiz, Pegida türü hareketlerin beslendiği siyasi iklimi nasıl değiştiririz derken, Almanya’daki Türkiyeliler arasında, Türkiye’deki mevcut iktidarın yıllardır organize bir şekilde yönettiği, islami ve milliyetçi referanslardan beslenen ve buradaki birlikte yaşam adına kaygılanılması gereken bir kesimin varlığı ciddi ciddi tartışılır hale geldi.

Bildiğiniz üzere çıkan karar Meclis’te grubu bulunan bütün partilerin katılımı ile alındı. 2 Haziran’daki oturuma katılan parlamenterler karara el kaldırırken, bunu iddia edilenin ve Türkiye’deki uygulamanın aksine ne bir üst aklın yönlendirmesi ile ne de siyasi bir art niyet ile yaptı. Özgür ve demokratik bir ülkenin, hukuka ve vicdana göre işleyen parlamentosunun temsilcileri olarak, başka bir ülkenin keyfine ve baskısına aldırmadan kendi iradelerini ortaya koydular. Başta Meclis Başkanı Sayın Lammert olmak üzere siyasi uyuşmazlıkları bir kenara bırakan bütün partiler ‘’Alman Meclisi yeri geldiğinde çekinmeden her konuyu tartışır, tartışacaktır’’ mesajını vererek, parlamenter siyasetin hele ki en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Kamuoyundan gelen olumlu tepkiler de bu sesin karşılık bulduğunun en önemli kanıtı.

“MERKEL’DEN DAHA GÜÇLÜ BİR DURUŞ BEKLERDİM”

Lakin şahsen sayın Merkel’den daha güçlü bir duruş, gelen tehdit ve hakaretlere daha güçlü bir tepki beklerdim. Toplumun büyük kısmı biz parlamenterle dayanışma gösterip, tavrımız ve cesaretimiz için bizleri desteklerken, ‘’kabul edilemez’’ gibi durumu geçiştiren sözleri parlamentonun göstermiş olduğu iradeye yakışmadı.

* Siz bu tepkileri nasıl yorumluyorsunuz?

Her ne kadar ben dahil bütün arkadaşlar, bu tür tepkilerin geleceğini öngörmüş olsak da, Erdoğan’ın başını çektiği ve muhtemelen başka bir hususta bir araya gelmesi mümkün olmayan bir koronun organize bir şekilde bizleri hedef göstermiş olması yeni bir durum. Siyasetçi olarak kimi zaman üzse de, tepki almak, eleştirilmek iş tanımımızın gereği. Tabii ki gündelik işleyişinizi ve hayatınızı, gelen ölüm tehditleri yüzünden değiştirmek de hoş bir şey değil.

ÖLÜM TEHDİTLERİ

Ölüm tehditlerini ve hakaretleri bir yana bırakırsak, biz Alman parlamenterler, Türkiye’deki meslektaşlarımızın aksine sadece ve sadece düşüncelerimizi dile getirdiğimiz için ne tutuklanıyoruz, ne de dokunulmazlığımız kaldırılıyor. Ne de kardeşim Hrant ve birçok cesur insanın başına geldiği gibi sokak ortasında katlediliyoruz. Zor şartlar altında bu mücadeleyi gösterenler ve asıl saygı duyulması gereken aslen onlar.

Lakin tepki gösterenlerin hepsini kategorik olarak yargılamak da doğru değil. Yıllardır Türkiye’deki resmi söylem, soykırımı tabu saydı. Yaşananlar konuşulmadı, konuşulamadı. İnkardaki ısrar, sadece Ermenilerin değil, o coğrafyadaki birçok halkın acılarının konuşulmasını da engelledi. Olanlar olduğu gibi anlatılamadı, yazılamadı. Aksine yanlış kişiler örnek gösterilip, siyasi hamaset söylemlerine teslim olundu.

Şimdi görüyorum ki bu konuda ciddi bir bilgi açığı var. Birçoğu kendisine anlatılanla yetinip, resmi söylemin kendilerine verdiğinden başka bir şey öğrenemedi maalesef. İttihat ve Terakki liderlerini kahramanlaştıran tarih yazımı, Gomidaslar’ı, Türkçeye unutulmaz katkıları bulunan Hagop Dilaçar’ları, 1915 tehcirine karşı çıkan Osmanlı valilerini gizledi, yok saydı. Bu yok sayışların sonucudur şimdi gelen tepkiler. 

“YETER Kİ KONUŞULABİLSİN” 

Burada asıl tartışılması gereken mesele de budur. Bugüne kadar öğretemedik, öğretmek istemedik bunları çocuklarımıza belki ama artık sırasıdır yeridir diyebilmek meselesi. Üstelik her ne kadar sesleri daha az çıkıyor, daha az görünüyor olsa da, birçok Türkiyeli Ermenilere yapılan soykırımı sanki yapılanların meşru bir nedeni varmış gibi yaparak inkar etmiyor, yok saymıyor. Yeter ki konuşulabilsin, yeter ki bunun zemini oluşturulabilsin. 

* Bu soykırım yasasının Alman İmparatorluğu'nu suç ortağı ilan eden ve yüzleşmeye kendinden başlayan farklı içeriği ile Almanya içinde ve Türkiye'de toplum nezdinde neleri değiştireceğini düşünüyorsunuz?

Daha önce de birçok parlamento buna benzer bir karar verdi. Alman Federal Meclisi’nin verdiği kararın ise bambaşka bir anlamı var. Biz Federal Meclis olarak, şimdiki Almanya’nın selefi olan dönemin Alman İmparatorluğu’nun, diplomatlarının ve misyonerlerinin Ermenilerin organize tehciri ve kıyımı üzerine gönderdikleri çok açık bilgilere rağmen bu insanlık suçunu durdurmayı denemeyerek işlediği bu suçu kabulleniyor, bunu yaparken Papa’nın iddiasının aksine 20. yüzyılın ilk soykırımı olan, dönemin Alman kolonisindeki Herero ve Nemalar’a karşı işlenen suçların da parlamentoya getirileceğinin altını çizerek kendi tarihimiz ile yüzleşiyoruz. Bunu yaparken ne günümüz Türkiye’si ne de Almanya’sını yaşananlardan sorumlu tutuyoruz. Dahası da Türkiye Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi hususunda elinden gelen her çabayı göstereceğini de ayrıca görev addediyoruz. 

“ARTIK GERİ DÖNÜŞ YOK”

Holokost’un tekliğini üstüne basa basa vurgulayarak, geçmişin karanlık sayfaları ile yüzleşmenin zor ama gerekli olduğunu ancak bu şekilde barışçıl bir gelecek inşasına odaklanmanın mümkün olduğunu bir dost ülkeden başka bir dost ülkeye tavsiye olarak nitelendiriyoruz. Kendi deneyimleri ışığında bunun bir ülkeyi zayıflatmaktan ziyade, tam aksine güçlendireceği mesajını vermeye çalışmak burada asıl amaçlanan.

Artık bu saatten sonra inkar politikalarının, reddedişlerin gereği yok. Verilmek istenen mesaj net ve açık: Bakın biz de vardık, sizinle idik. Biz sorumluluğumuzu kabul ediyor ve bizim tarihimizin de bir parçası olan bu acı geçmişle yüzleşmek istiyoruz. Gelin meşakkatli de olsa bunu birlikte yapalım diyoruz. Eminim bu Türkiye’de yankı bulacak ve bunun mücadelesini veren Türkiye ve Ermenistan sivil toplumunun da elini daha da güçlendirecektir. Artık geri dönüş yok.