Zeynep Kuray / ANF

Fatih’e bağlı Samatya semtinde 2012 yılı sonunca vahşice öldürülen 85 yaşındaki Maritsa Küçük’ün kızı Bayizar Midilli ve Almanya’da yaşayan torunu Ani Artar ilk kez ANF’ye konuştu.

Katil zanlısı Murat’ın cinayeti tek başına işlediğine inanmadığını söyleyen Midilli, adli vaka olarak gösterilmeye çalışılsa da bunun bir nefret cinayeti olduğunu söyledi. Kurtuluş’taki evinde annesi için hazırladığı köşede her gece mum yakıp dua eden Midilli, tüm ailenin perişan olduğunu belirterek, “Bizden ne istediler?” diye sitem etti.

Maritsa Küçük 28 Aralık 2012 tarihinde Samatya’daki evinde 12 yerinden bıçaklanarak ve feci şekilde darp edilerek öldürüldü. Aynı semtte daha önce iki Ermeni yaşlı kadın saldırıya uğramış, öldüresiye dövülmüş, ancak ağır yaralı bir şekilde kurtulmuşlardı. Hırsızlık vakası olarak gösterilen üç saldırıda da kurbanların üzerindeki küpeler ve yüzükler alınmış, buna karşın para ve değerli eşyalara dokunulmamıştı. Üç saldırının bir diğer ortak noktası ise seçilen kurbanların hepsinin Ermeni kadınlar olmasıydı. Ve ne ilginçtir ki saldırıların ve cinayetin sanığı olarak tutuklanan tek kişi de Murat Nazaryan isimli bir Ermeniydi.

Ağır yaralansalar da canlarını kurtaran diğer kadınlar kadar şanslı olmayan Maritsa Küçük’ün hayat hikayesi de Türkiye’de Ermeni olmanın hiç bitmeyen tedirginliğinin nedenlerini ortaya koyuyor. Aslında bu hikayenin başlangıcı Maritsa’dan çok önceye, annesi Lusaper’in 1915 Ermeni Soykırımı sırasında yaşadıklarına dayanıyor.

SOYKIRIM GÜNLERİNDE “ONU BIRAKIN BENİ ALIN” DEDİ

Marista’nın annesi Lusaper Ermeni soykırımı sırasında genç bir kadındı. Soykırım daha henüz kapıya dayanmamışken, sevdiği adamla evlilik düşleri kuran Lusaper’in bu düşleri Ermeni evlerinin teker teker basılmasıyla altüst oldu. Basılan köylerden biri de Kayseri’de oturduğu Mancusun köyüydü. Nişanlısını askerler götürmeye çalışırken hiç tereddüt etmedi. Büyük bir cesaretle sevdiği adamı kurtarmak için askerlerin önüne kendini atarak, “Onu bırakın yerine beni alın” dedi. Ancak bu durum askerleri durdurmadı, Lusaper’i aradan çekerek nişanlısını sonsuza denk ondan ayırdılar. O arada Lusaper’in cesaret ve güzelliğinden etkilenen Müslüman bir adam, genç kadını bu kıyımdan kurtarmak için onunla evlenmiş. Bu evlilikten iki çocuğu olan Lusaper eşinin ailesinin uyguladığı baskılardan dolayı çocuklarına kendi kültürünü öğretemediği gibi, eşi öldükten sonra iki çocuğu da aile tarafından kendisinden kopartılmış. Lusaper yıllarca onlardan haber alamamış.

OYSA MAMA KÜÇÜK PARİS’İ ÇOK SEVERDİ

İkinci evliliği Haçer isimli bir Ermeniyle yapan Lusaper’in bu evlilikten doğan 4 çocuğundan biri de Maritsa’ydı. Mancusun’da çok zor bir çocukluktan sonra Ermeni Antranik ile evlenen Marisa, dünyaya getirdiği çocuklarını doyurmak için mücadele ederken, yoksulluktan oturdukları kerpiç evin bir gece yıkılmasıyla İstanbul’a göç etmeye karar vermişler. Küçük Paris denilen Samatya’ya büyük umutlarla göç eden Maritsa’nın kızı Bayizar Midilli, o günleri şöyle anlatıyor: “Mama ( Ermenice anne) küçük Paris diye adlandırılan Samatya’ya çok büyük umutlarla gelmişti. Senelerce bakkal işleterek hayatımızı kazandık. Mama o bakkala o kadar emek vermişti ki tüm mahalle oraya “bakkal Maritsa” derdi. Babam öldükten sonra rahatsızlandı. Bir daha bakkala uğramaz oldu. Ancak duygularını, hüznünü hiç belli etmezdi, her zaman neşeli ve güçlüydü. Hayatında o kadar çekmişti ki, biz bir sorunu dile getirdiğimizde ‘Her şey dırıvırı’ derdi. Biz büyüsek de evlensek de, yaptığı salça, turşu, mantılarla hep bizi doyurmaya gayret ederdi. Bize sevgisini bu şekilde yansıtırdı. En çok da torunlarına bağlıydı. Ben ve kardeşlerim yanımızda oturması için çok uğraştık ancak o Samatya’daki evine çok bağlıydı. Çiçeklerini çok severdi. Orada bir düzeni vardı. Bize gelse de mutlaka evine geri dönerdi. Özgürlüğüne çok düşkündü.

BİR ŞEY OLDUĞUNU HİSSETMİŞTİM…

Onun bu kararına hepimiz saygı duyardık. Ancak nasıl olduğunu sormak için onu her sabah 10.00 ve akşam 22.00’de arardım. Mamamı en son 25 Aralık 2012 ‘de cinayetten 2 gün önce gördüm. Evini temizledim, alışveriş yaptım, yemek pişirdim, onu yıkayıp, saçlarını boyadım. Gayet iyiydi. Cuma günü her sabah olduğu gibi onu aradım. Havanın güzel olduğunu, biraz çıkıp dolaşmasını söyledim. Çıkıp makbuzlarını ödemiş, kendine baklava almış, eve dönmüş. Akşam aradığımda ise telefona cevap vermedi. Bu bir ilkti. Dışarıya çıksa mutlaka bana haber verirdi. Samatya’da oturan kardeşim Zadik’i aradım. Eşi telefonu açtı. Banyoda olduğunu birazdan çıkacağını söyledi. Bu kez mamanın komşularını aradım, ışığın yanık olup olmadığına bakmalarını istedim, ışığın yanmadığını öğrendiğimde iyice panikledim. Kardeşimi tekrar aradım ve acilen mamanın evine gitmesini istedim. Bir şey olduğunu hissetmiştim. Kardeşim gidince kötü manzarayla karşılaştı. Mama çırılçıplak, kanlar içinde kapının hemen arkasında yatıyormuş. O günden sonra kardeşim kendine gelemedi. Biz hayal ettikçe ürperiyoruz bir de onun durumunu düşünün. Komşular çığlıklar duyduklarını ancak nereden geldiğini anlamadıkları için bakmadıklarını söylediler. Vicdanları rahat mı şimdi sormak lazım”.

BU CİNAYETİN ARKASINDA BAŞKALARI VAR

Cinayetin hırsızlık vakası olduğuna ihtimal vermediği gibi tek kişi tarafından işlendiğine de inanmadığına dikkat çeken Bayizar Midilli, “Bu öyle basit bir cinayet değil. Bu cinayetin arkasında mutlaka başka birileri var. Büyük bir intikam duygusuyla işlenmiş. Üstelik saldırıya uğrayan tüm yaşlı kadınların Ermeni olması da bir tesadüf olamaz. Bu bir nefret cinayeti. Kaldı ki üzerindeki küpeler ve yüzükler hariç hiçbir şeye dokunulmamış. Öyle olsa çantadaki paralar, değerli eşyalar da alınırdı. Cinayet sonrası komşular mamanın en son elinde poşetlerle apartmana girdiğini, hemen arkasından ise iki adamın da girdiğini söylediler” diye konuştu. Son zamanlarda Samatya’da çok fazla tuhaf tipler türediğine de dikkat çeken Midilli, Samatya’nın eski Samatya olmadığını vurguladı. Saldırıya uğrayıp şikayetini geri çeken Sultan Aykar ve çocuklarını kınadığını söyleyen Midilli, “Aykar şikayetçi olmadı ve çok yanlış yaptı. Onun evlatlarını da kınıyorum. Mama gibi öldürülmesi mi gerekiyor bu işin peşinde durmaları için” dedi.

BABAANNEMSİZ HAYAT ÇİÇEKSİZ BİR BAHÇE GİBİ

İlaçlarla ayakta duran Bayizar Midilli, bu cinayetten sonra ailenin perişan olduğunu, artık hiçbir şeyin tadı kalmadığını ifade ederek, “Bizden ne istediler, yaşlı mamadan ne istediler?” diye sordu. Ağlamaktan gözleri kuruyan Midilli, her akşam yaptığı gibi annesi için hazırladığı köşeye mum yakmaya gittiğinde telefon çaldı.

Arayan Almanya’daki yeğeni, Maritsa’nın çok sevdiği torunlarından Ani’ydi. “Babaannesiz bir hayat çiçeksiz bir bahçeye benziyor” diyen Ani Artar, şöyle devam etti: “Babaannemin öldürüldüğü bana söylenmedi. Kafasını çarptığı, hastaneye kaldırıldığı ve eve döndüğünde rahatsızlanıp vefat ettiği söyledi. Yüzlerce kişi bana internetten başsağlığı dilerken, aralarından sadece biri bana televizyonda babaannemi gördüğünü hala şokta olduğunu söyleyince başka şeylerin döndüğünü anladım. İnternete girip gerçeği öğrendiğimde bayılmışım. Ayıldığımda ise üstüm başımı parçaladım. Melek gibi bir kadındı. Bizi hep, ‘Kurban olduğum, gadasını aldığım’ diye severdi. Sadece bir kez olsun rüyama girsin de bana yol gösterip, bu cinayeti aydınlatsın diye her gece dua ediyorum.”

SUÇ İZLERİ GİZLENDİ Mİ?

Küçük ailesinin avukatı Eren Keskin de Bayizar Midilli ile aynı kuşkuyu taşıyor. Katil zanlısı Murat Nazaryan’ın böyle bir cinayeti tek başına işleyebileceğine ilk günden beri inanmadığını belirten Keskin, otopsi raporu geldikten sonra bu görüşünün daha da netleştiğini söyledi. Maritsa Küçük’ün evinden hiçbir şey çalınmadığını, parasının masanın üzerinde olduğu gibi durduğunu da hatırlatan Keskin, “85 yaşındaki bir kadının hunharca, bütün kemikleri kırılırcasına bu şekilde dövülerek öldürülmesinin arkasında ancak bir nefret olabilir” dedi.

Soruşturmanın eksik yapıldığını belirten Keskin, hazırlanan iddianamede Samatya’da daha önce saldırıya uğrayan Ermeni kadınlar ile öldürülen Maritsa Küçük arasında hiçbir bağlantı kurulmadığını da aktardı.

Bu hususun çok büyük bir eksiklik olduğunu ifade eden Keskin, “Katil zanlısı hiç kimseyle yüzleştirilmemiş, neden bunlar eksik yapılmış, bunlar bizim dikkatimizi çekti” diye konuştu. Davanın ilk duruşmasının 24 Haziran 2013 tarihinde Çağlayan adliyesinde görüldüğünü ancak sanığın avukatı gelmediği için ifade veremediğini de belirten Keskin, “Gerçeğin oraya çıkartılmasını istiyoruz ve bu yönde soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunacağız” bilgisini verdi.

Bu davada bir takım suçluların gizlendiğini düşündüğüne dikkat çeken Keskin, “Aynı zamanda böylesi önemli bir cinayette bir kan izi dışında hiçbir bulguya rastlanmamış olması da çok tuhaf. Çünkü çok ağır bir darp olayı var. Tırnak izi, parmak izi gibi DNA’ya yarayacak hiçbir bulgu kalmamış olması bir takım suç izlerinin de gizlendiği şüphesini yaratıyor. O nedenle birden fazla kişi olabileceğini düşünüyoruz ve bu yönde araştırmalarımız sürecek” dedi.